Kızacaklarına işlerini yapsalardı
Gazete ve haber kanallarının Ankara temsilcileri, Fransa gezisinde eşlik ettikleri Tayyip Erdoğan’ın “gündem yaratan Strasbourg çıkışını gölgelememek için”, Başbakanlık danışmanlarıyla kafakafaya verip Erdoğan ile yaptıkları özel sohbeti “bekletme” kararı almışlar.
Velakin HaberTürk Ankara Temsilcisi Muharrem Sarıkaya karara uymayarak Erdoğan’ın “başörtülü aday” polemiğinden “Balyoz davası”na kadar bir çok konudaki açıklamalarını teeek tek iletmiş temsilcisi olduğunu gazeteye...
Gazetecinin asli görevi, haberi, çeyiz yapan kızlar gibi sandığa istiflemek değil mümkün olan en kısa sürede -rakiplerinden önce olursa tadından yenmez- okuyucusuna / izleyicisine / dinleyicisine aktarmak olduğundan, “işini” yapmış aslında Sarıkaya.
Kıyamet kopuyor;
“Centilmenlik anlaşmasını bozdu” diye!
Ankara gazetecilerinde var bu hastalık!
Uykundan feragat etmek istemiyor musun, birkaç saat daha fazla çalışırsan incilerin dökülür mü sanıyorsun kafala yanındakileri, beklet o günün şartlarında, o günün psikolojisinde söylenmiş sözleri iki gün daha...
Bakalım aynı sözler, aynı anlamı taşıyacak mı, daha önemlisi haber değerini koruyacak mı iki gün sonra... Garantisi var mı?
Öyle ya dünya hali bu, iki gün içinde neler oluuuur, neler biter. Sonuçta bir “an”da sayfaların yıkıldığı bir iş değil mi bu?
***
Biz yetişemedik ama bir zamanlar “haber atlatma” diye bir mefhum varmış bu meslekte. Çıtayı yükselten, kaliteyi getiren, iyi gazetecinin yeterince iyi olmayandan ayırt edilmesine olanak veren bir “yarış” varmış!
Bu mecradaki mertlik internet icat olalıberi zaten bozuldu... Bırakın da herkesin elinde olan haberi ne zaman, nasıl değerlendirmek istediği konusunda takdir hakkı elinde kalsın hiç
değilse!
“Erdoğan muhabirler görüşlerini kamuoyuna aynı zamanda geçebilsin diye yarına kadar amborgolu anlatmış”mış.
Söz ağzından çıktı mı; çıktı. Alenileşti mi; alenileşti. Misal; ya o an çay servisi yapan görevli paylaşsa “twitter”dan, “facebook”tan filan Erdoğan’ın sözlerini!
Utanmayacak mı orada kamuoyuna bayat haber okutmaya hazırlanan gazetecilerden herhangi biri!
***
“Başbakanlık basın danışmanları bu değerlendirmelerin yarına bırakılması konusunda prensip anlaşması yapmışlar!” mış...
Gazetecinin görevi ne zaman Başbakan’ın oluşturmak istediği gündeme çanaklık
etmek oldu?
Muharrem Sarıkaya’nın “haberi” nin arkasında duramayıp “ben yapmadım o yaptı” demesi bile “habercilik” yapmak isteyenleri öteleyen bir “çete”nin varlığının işareti...
Yazık... Halbuki göğsünü gere gere “ben işimi yapıyorum, yan gelip yatacağınıza, Erdoğan’a takla atacağınıza siz de öyle yapın” diyebilmeliydi Sarıkaya... Ve utana sıkıla, saklı gizli, “centilmenlik ihlali”ne başvuracağına, en baştan “Ne anlaşması kardeşim, benim gazetemin yayın politikasına siz mi karar vereceksiniz, belki ben Strasbourg şovunu değil de buradaki sözlerini taşımak istiyorum manşetime” deyip, “anlaşmamayı” seçebilmeliydi...
Anlaşmalı gazetecilik yapılmaz... Gazetecilik herkesi mutlu etmek, memnun etmek, tatmin etmek mesleği değil ki!.. Madem habercilik yapmaktı niyeti, Sarıkaya’nın ayıbı önce anlaşıp sonra da anlaşmayı bozmak. Buraya kadar kabul ama bu ayıpsa, Metehan Demir gibi Başbakan’a koşup meslektaşını şikayet etmek ne peki? Ayıp değil mi!
+++
Aman ne güzel, ikramiye mi versek!..
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yasalarına göre “suçu ve suçluyu övmek” suç! Yani burası bir hukuk devletiyse, 40 bin kişinin katilinin posteri elinde, gerine gerine dolaşamazsın öyle ortalık yerde... Ama dolaşıyorlar... Ve bizim anlı şanlı gazetelerimiz, gazetecilerimiz de polisin bu manzaraya “ses etmemesi”ne “bu ne iş” diyeceklerine, “demokrasi”, “tahammül” sayıyorlar göz göre göre... PKK ve Öcalan’ı bu denli normalleştirebildiklerine, içlerine sindirebildiklerine göre, yakındır “PKK’lıya dokunmayan polise ikramiye” de gelir üç vakte kadar gündeme!
+++
Hadi “tosuncuk” hadi yine yaz beni
Avrupa’nın bir ucundayım. Kanal gezileri, aptal turistik hareketler, haytalıklar falan. Aday listeleri falan umurumda bile değil yani. İşte tam bu sırada...
Şamil’e acıdım
Telefonuma bir mesaj geldi. Şamil’in, yani yeni dönemde “AK Parti Gaziantep Milletvekili” sıfatını kazacağına kesin gözüyle bakılan şahsın mesajı.
Mesaj şu:
“Yarın listeler açıklanıyor. Hadi son gün... Ne kadar kinin varsa kus. Belki işe yarar. Dördüncü partisi CHP’den aday olan Ayaydın’a desteğe devam. Hadi tosuncuk hadi. Sana daha fazla bir şey söylemeye gerek yok.
Hasetlik ıstırabı sana yeter de artar bile... Şamil.” (Not: Şamil “ızdırap” yazmış.)
Mesajı okuyunca... Sırasıyla şunları yaptım:
- Cep telefonunun icat edildiği güne lanet okudum.
- Türkiye’ye döner dönmez telefon numaramı değiştirmeyi planladım.
- Polemikçi gazetecinin milletvekili yapılmasının yol açabileceği arızalar hakkında iki dakika düşündüm.
- “Ben milletvekili olacağım, sen de çatla patla e mi” tarzı bir cümleyle, milletvekilliğini kafasında ne kadar da büyüttüğünü gördüğüm Şamil’e karşı bir acıma hissiyle doldum.
- “Tosuncuk” lafına ise takılmadım. “Nasıl olsa Meclis’e girdiği gün terbiyesini takınır” diye umut ettim.
Ahmet Hakan / Hürriyet
+++
Organizatörler görev başında
Belli odaklarca ’Etkinlik düzenleme ayağı’ile organizasyonlar başladı. Grup Yorum’un Bakırköy’de vereceği bedava konser bunlardan. Katılımcılara dikkatinizi çekiyoruz. Bir kısım isimler tescilli. Amaçları belli. Sırrı Süreyya Önder’e şiir okutacaklar. Hani şu ’BDP Bağımsızı’. Bu filmi, geçen seçimden hatırlıyoruz. Leman Sam ve Tuncel Kurtiz gibiler dolgu malzemesi. Diş dolgusu zannetmeyin. Siz anladınız onları.
Burhan Ayeri / Akşam
+++
Dokunulmazlıklar konusunda en büyük endişe kaynaklarından biri tabii ki yargı. Artık o da halloldu. Yargı tamamen iktidara bağlandığı için oradan da bir tehlike gelmesi söz konusu değil.
Bu durumda Erdoğan dokunulmazlıkları kaldırmaktan hâlâ neden çekiniyor olabilir ki?
Can Ataklı / Vatan
+++
Suçlu ayağa kalk
16 Şubat 1969...
Bu tarih Türk siyaset tarihine “Kanlı Pazar” olarak geçmişti. O gün Taksim Meydanı’nda yasal bir miting yapmak üzere toplanan 15 bine yakın insanın üzerine bazı kişiler saldırmış ve TİP üyesi iki kişi öldürülmüştü. Peki dönemin İçişleri Bakanı Faruk Sükan’a göre “suçlular” kimlerdi?
Ali Özgentürk. Bugün Türkiye’nin en tanınmış sinemacılarından biri. Bozkurt Nuhoğlu. Tanınmış bir avukat. M. Cavit Kavak. Özal döneminin bakanlarından biri.
Aralarında iki kişi daha var ki onların adını özel olarak yazmak istiyorum.
Biri Nabi Yağcı. Bugün Taraf gazetesinin yazarı. Ama o gazetede Ergenekon davasında, daha sanık olmamış veya sanık olmuş da hala yargılanmakta olan insanlar hakkında yazılanlara bakınca, nehirlerin hepimize taşıdığı enkazdan kalanları hatırlıyorum.
Ve aktaracağım son isim de Ertuğrul Günay... Günay bugün AKP’nin önde gelen bakanlarından.
“Zamanın ruhu” işte böyle bir şeydir.
İşte o nedenle geçmişin ıstıraplarını ruhlarında bir dövme gibi taşıyan insanlardan, bugünün, peşinen “suçlu” ilan edilmiş insanlarına karşı daha anlayışlı, daha adil, daha vicdanlı duruşlar beklemeliyiz.
Son söz olarak onlara sesleniyorum:
“Suçlu ayağa kalk ve vicdanını
konuştur.”
Ertuğrul Özkök / Hürriyet
+++
Oy uğruna kasıtlı hukuk ihlali
Eminim yandaş gazetelerin birçoğu bugün “İkinci Davos”, “Erdoğan’dan tokat gibi sözler”, “Size mi soracağız” manşetleriyle çıkacak...
Öyle ya: Haçlı ordularına (!) karşı seçim öncesi yeni bir zafer kazanmamız gerekiyor ki, bizimkiler bunu oya tahvil edebilsinler...
İyi de...
Ya dün, o parlamenterlerden biri çıkıp, “Elbette bize soracaksın Sayın Başbakan... Çünkü birliğimize girmek istiyorsun. Üstelik bugüne kadar AB’ye uyum için yaptığın düzenlemelerin kaçını halka sordun ki; baraj konusunda topu halka atıyorsun?” demedi...
Deseydi... Alacağı yanıt
belliydi:
“Bir daha da gelmem APKM’ye...”
Mustafa Mutlu / Vatan
Bir kesim Başbakan’ın çok sık olarak diplomatik nezaket çizgisini aştığını söyleyebilir; ama önemsenmeyecektir.
Çünkü hedef kitle “önemli ve başarılı, eğilmeyen ve ezilmeyen bir lider” tarafından yönetildiğine inanmak isteyen seçmen çoğunluğudur.
Dünkü konuşmanın birinci hedefi bu beklentiyi doyurmaktı.
O nedenle Başbakan’ın tüm o “ihlâl” leri kasıtlı olarak yaptığını, amacın da 2009 Ocak’ında Davos’ta yaratılan coşkuyu seçim arifesinde yeniden ayağa kaldırmak olduğunu görmek gerekir.
(...) Başbakan öyle şeyler söyledi ki, normal olarak genel kuruldan itiraz sesi duyulması gerekirdi. Ama kimse cesaret edemedi.
“Bombayı kullanmak suçtur ama bombanın hazırlanmasındaki malzemeleri kullanmak da suçtur” dedi.
El Kaide İstanbul’daki kanlı eylemlerini suni gübre ile hazırlanmış patlayıcılarla gerçekleştirdi diye şimdi damında suni gübre bulunan her köylüyü örgüt suçlusu diye içeri mi atacağız?
Güngör Mengi / Vatan
+++
Posasını attılar
Birileri Zekeriya Öz’ün suyunu içtiler, posasını attılar. Gerçek budur. Çok ileri gitmiş, nice masum insanların çile çekmesine neden olmuştur. Evler ve işyerleri sabaha karşı basılıyor, insanlar götürülüp tutuklanıyordu. Yaptıkları sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada tepki yaratıyordu. Kıdemsizliğine karşın yargıda sivrilmiş, göze batmış, yargı camiasında bile rahatsızlık yaratmıştı...
Ve günün birinde AKP’nin HSYK’sı bile mecbur kalıp onu uzaklaştırdı.
Artık rahatladığını, boş zamanı olduğunu söylüyor. Bu rahatlık ortamında, yaptıklarının hesabını başkalarına değil, önce kendi vicdanına karşı vermesini dilerim.
Emin Çölaşan / Sözcü
+++
İstifa ne zaman Ali Bey
Sorular sehven şifreli verilmiş... Ama buna rağmen adil ve doğruymuş sınav...
Bir kumarhanede “rulet makineleri sehven şifreliydi ama kimseye adaletsizlik yapılmadı” derseniz uçururlar sizi... 1 milyon 700 bin öğrenci de ÖSYM Başkanı’nın sözlerini haklı olarak “külahına” dinler. Ali Demir Bey sınavın ardından yaptığı basın toplantısında “sadece basına dağtılan kitapçıkların şifreli olduğunu” söylememiş miydi? Şimdi “adaylara da şifreli kitapçık verildiğini” itiraf ediyor. Bu kadarı dahi istifası için yeterli sebeptir.
(...) ÖSYM ne diyeceğini şaşırdı.. Skandal katmerlendi... İstifa ne zaman Ali Bey?
Melih Aşık / Milliyet
+++
Babahan’ın Tayyar’a yaptığını kimse yapmaz
Olmadı Ergun Babahan, bu yaptığına hayırsızlık denir senin; Ortadoğu’da, Balkanlar’da ve dahi Yavru Vatan’da...
Star’da aday listelerini incelediğin yazında “(CHP’de) Doğan Grubu’nun Posta hariç her gazetesinden birden fazla isim var” demişsin.
Bir bakalım...
Vatan’da yazarlık yapmış olan Aydın Ayaydın var. Başka? Yok.
Milliyet’teki yazılarına son veren Rıza Türmen var. Başka? Göremedim.
Radikal’de durum nedir?
Sırrı Süreyya Önder mi?
Gelelim bizim gazeteye, Hürriyet’e... Yakın geçmişe kadar başyazarımız olan Oktay Ekşi’yi işaret ediyor Ergun Babahan.
Birden fazla dediğine göre başkası da olmalı. Ama kim, kim, kim?!
Mümtaz’er olmak da var
Özkök, nehir kenarında keyfini bozmaz. (...) Yalçın Bayer önergelerle sistemi tıkar; “Hırsızlar” diye bağırır tedirginlik yaratır. Yılmaz Özdil’in gitmesi için Meclis’in “İzmir’in dağları” na taşınması gerekir. Ahmet Hakan darlanır Ankara’da. Bir kere yolladık elemanı, otel odasını bastınız zaten...
Meclis yolunda koşan iki aday birden gösterebilen kendi gazetesi Star aslında. Star yazarlarından hem Şamil Tayyar hem de Mehmet Metiner, Adalet ve Kalkınma Partisi adayı.
Oldu mu yani Ergun?
İnsan mesai arkadaşlarına destek olmaz mı?
Hem “birden fazla aday gösterebilmiş” gazetenin yazarı olacaksın hem de adlarını anmayacaksın.
Sende de o potansiyel var oysa.
Bugün Tayyar’la Metiner’e, yarın sana güler talih. Ama biraz dikkatli olacaksın; yoksa “Allah utandırmasın” diye yola çıkıp adaylık piyangosunu kaçıran Mümtaz’er Türköne olmak da var bu işin
sonunda...
Kanat Atkaya / Hürriyet
+++
Yandaş basına göre, AKP’de liste dışı kalanlar dinlendirilmiş, CHP’de liste dışı kalanlar tasfiye edilmiş
oluyor...
Haldun Ertem