Kirli propaganda mı?
İkinci yıla girildi. Tutuklamalar devam ediyor. Ancak iddia olunan
“terör örgütü” hakkında ortaya atılan hiçbir suçlama kanıtlanmadı
Mustafa Balbay, Ergenekon Davası sanığıydı. Gözaltına alınmış, sorgulanmış, bırakılmıştı. Tutuksuz yargılanıyordu.
Yeniden tutuklandı.
“Adalete güvenmek” durumundayız. Ergenekon Savcısı’nın bir hatası varsa adaletin kendisi düzeltebilir. Hatalı tutuklama yarın mahkemeden döner. Oradan dönmezse yüksek mahkemeden döner. Hukuk filtreleri çalışır. Gerçek anlaşılır.
“Ergenekon Davası” neredeyse ikinci yılını dolduracak. Topluma şöyle sunuldu:
Çok büyük örgüt!
Kökü derinlerde!
İçinde “Susurluk’la çengelli olanların ve geçmişte faili meçhul kalmış cinayetleri işletenlerin” bile bulunduğu bu “Gladio uzantısı” örgüt çökertilirse; Türkiye’de de İtalya gibi bir “Temiz Eller Operasyonu” yapılmış olacak. Çünkü Ergenekon çetesi; kanun dışılık, cinayet, mafya, katliam, ordudan el bombası çalma ve gazetelere çalıntı el bombaları atma, TNT kalıpları, fünyeler kullanmayı planlayarak darbeye zemin hazırlama suçu içindedirler.
Takdim aynen buydu.
Başbakan da; “Ergenekon Savcısı’yla dayanışma içindeyiz” demeye getiren ifadeleri övünerek kullandı. İktidar yandaşı ne kadar gazete ve gazeteci varsa hepsi; soruşturmanın her safhasını önceden haber yapacak şekilde desteklendiler. Onlara, adaleti zedelemek pahasına bilgi sızdırıldı.
Şu tablo oluştu.
Darbeciler var. Darbe sevdası bitmedi. Vurun darbecilere.
Gazeteci Mustafa Balbay da darbecidir. Ülkemizin birinci sınıf demokrasiye ulaşmasını önlemek isteyen Ergenekoncularla işbirliği içindedir. Vurun Mustafa’ya...
Vuralım da; ortada kanıt olması, belge sunulması gerekir. Deniyordu ki; Başbakan’ın evi, yakınındaki parktan lav silahı ile yakılacaktı. Lav silahları da Yarbay Dönmez’in evinde bulunmuştu. Vatandaşa şu mesaj veriliyordu: Vatanımızı “düşmana karşı” koruyor diye düşündüğümüz yarbay, vatanımızı iyi yönetsin diye halkın seçimle başa getirdiği Başbakan’ı evinde lav silahıyla havaya uçuracaktı.
Bu gerçek mi? Propaganda mı?
Kirli propaganda olarak kaldı.
Bir yandan “Deniz Baykal MİT ajandır” desin diye kendisine 15 bin dolar ve Kanada’nın Toronto şehrinden canlı yayın masrafı olarak da 6 bin dolar uydu ve link parası ödenerek yarı Müslüman yarı haham bir ajan devlet TV’sinde 4 saat konuşturulurken öbür yandan da Hizbullah, PKK, DHKP-C gibi kanlı törür örgütlerinin bile “Peygamber Ocağı” diye bilinen ordunun içindeki subaylar tarafından kurulup kullanıldığı ve Garih, Hablemitoğlu, Sabancı, Çiftçi, Anter, Mumcu ve Dink’in “darbe ortamı hazırlamak” niyetinde olanlar tarafından vurulduğu iddia edildi. Danıştay hâkimini öldüren Alparslan Aslan’ın şeriatçı bir militan değil “darbe ortamı yaratmak” isteyen Ergenekoncular’ın tetikçisi olduğu yazıldı. Garih’i öldürmekten yargılanıp hapse konulan Yener Yermez adlı kişinin, “Cinayeti ben işlemedim, bana 1.5 milyon dolar verdiler ve cinayeti üstlenmem için tehdit ettiler” demesi de getirilip Ergenekon’a bağlandı.
Bunlar gerçek mi? Propaganda mı?
Netleşmedi. Ve gazeteci Mustafa! Dün tutuklandı.
* Necati Doğru / Vatan
+++++
Terörün ve darbenin
tek suçlusu Balbay(!)
Başbakan RTE ne demişti:
“- Ben Ergenekon davasının savcısıyım...”
Peki, ama bu Ergenekon davası başı sonu belirsiz, hukuktan, anayasadan, yasadan, ceza usulünden nasipsiz bir tefrikaya dönüşmedi mi?..
Terör örgütüyse teröristleri nerde?..
Darbe örgütüyse darbecileri nerde?..
Yoksa terörün de darbenin de suçlusu, Cumhuriyet’in köşe yazarı, Ankara Temsilcisi, gazeteci Mustafa Balbay mı?..
Ergenekon tertibi öylesine sarpa sardı ki bu işi tezgâhlayan medya odaklarında bile kaygılar yaşanıyor...
Ergenekon soruşturması açılalı 1.5 yıl oldu, içerde neden yattığını bilmeyen zanlılar var...
2450 sayfalık 1’inci iddianame hukuk ve yasa açısından iddianame değil...
1 Temmuz’dan bu yana, 8 aydan beri 2’nci iddianame bekleniyor...
Balbay da iddianameyi bekliyordu...
Ama, ortada iddianame yok...
Balbay’ı tutuklama kararı var...
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet
+++++
Allah ile, hukuk ile, iktidar ile, seçim ile, medya ile aldatanlara
kananlar hikayenin devamını biliyor mu?
Gazetecinin
sustuğu gün
Emekli polis; bir tabanca şakağında, bir tabanca böğründe... İşsiz işçi(!) giysiler fora, çırılçıplak bilinmeze koşmakta.. Ucuz ekmek kuyruğunda kalp krizi... Samsun intihar... Denizli intihar... Ankara intihar... İstanbul cinnet...
Yeni liranın yarısı gitti, yüzde 54 devalüasyon...
Durumumuz bu.
En çok satan gazetenin birinci sayfa haberi: 2 TL’yi görecek söylentisi dolara zirve yaptırdı!
Kimse konuşmasa, susup “elle gelen düğün bayram” dese, ne açlık, ne açıktalık koymayacak kimseye sanki...
Maliye Bakanı bile, ekonomiyi ‘mevta’ ilan etti, bunlar hala “hamdolsun teğet geçti” makamında...
Yenişafak günlerdir manşetinden indirmiyor: Hollanda suçlu, Kule düşürdü... Bir tek “sütten çıkmış ak kaşık” var; irtifa göstergesinin bozuk olmasına aldırmayan THY!
Aman nemalarına nazar değmesin...
***
Vatandaşa: Artistlik yapma lan, ananı da al git buradan! Sinop’ta tünel görevlisin: Bana küfür ettireceksiniz! CHP’ye: Tıynetsiz, mezhepsiz! Bekir Coşkun’a: Bunların sevgili köpekleri vardır, onlarla yatar, onlarla kalkarlar! Aydın Doğan’a: İspatlamayan alçaktır şerefsizdir! Devlet Bahçeli’ye: Ağzı olan konuşuyor! diyen Başbakan’ı, Fehmi Amca dün bakın nasıl anlattı : Başbakan doğru yapıyor; Kışkırtmaya gelmiyor, kışkırtıcı yaklaşımları derhal reddediyor. Medyanın Ak Parti’nin başarı şansını azaltmaya yeminli bir bölümünü de etkisizleştiriyor.
***
Deniz Feneri Dosyası, Türkiye’ye 170 günde geldi. Davalık olmadan düzeltelim ’Deniz Feneri e.V.’ dosyası! Biliyorsunuz mahkeme kararına rağmen, herhangi bir kaydı, izi, eylemi olmasa da, kişi ve kurumlara Ergenekon Terör Örgütü / ETÖ yaftası asan pervasızlar gözden kaçabilir, onlar hukuka teğet geçebilir... Ama, 18 milyon euroyu Türkiye’de buhar eden derneğin, ülkemizdeki kardeşi ’Deniz Feneri’ lekelenmesin diye bu adı kullanmak, ’cızzzz’, yazan ellerinizi çıra gibi yakar vallahi...
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı tekrar tekrar, soruşturmanın gizliliğini hatırlattı, medya ve emniyete resmi tebliğde bulundu...
Sonuç: Henüz yazılmamış iddianame, henüz gözaltına alınmamış sanık adları, henüz görülmemiş dava hükümleri, telefon numaraları, özel bilgiler yazıldı..
Şimdi, aynı şekilde, Deniz Feneri Davası için de gizlilik kararı alındı... Ancak farklı biçimde, bu kez, bilgi ve belge sızdırıcılar, kararı beklemeden kepenk indirdi zaten...
Yine Fehmi Amca, yine dünkü yazısı: “’Deniz Feneri e.v.’ soruşturmasının kendi paçasına sıçratılan çamur haline dönüştürülme projesi olduğunu sezer sezmez, dikkatlerin bu yönde yoğunlaşmasını engelleyecek biçimde tavır aldı Erdoğan. ’Deniz Feneri’ olayının Ak Parti’ye olumsuz bir maliyeti olmayacak...”
Bu, Erdoğan kendisinin ve partisinin menfaatleri için Deniz Feneri olayını gündemden düşürmek, paçasını kurtarmak için elinden geleni yaptı itirafı değil mi?
Yooo! Bu son padişahın övülecek, övünülecek başarısı. Çünkü zafere giden her yol mübah artık.
Çünkü gazetecinin susup/susturulup, yandaşların konuştuğu yerlerde, “kral çıplak” diyecek hesapsız çocuk bulmak zor, artık hukuk ile aldatmak, Allah ile aldatmak, iktidar ile aldatmak, rüşvet ile aldatmak meşru...
+++++
GÜNÜN SÖZÜ
Padişahlık geri geliyormuş.
Mütareke basını nihayet “eski mesut günlerine”
kavuşacak demektir...
Gülhan Elmas
+++++
‘Van minıt’ bile
diyemediniz
Star’ın haberine göre, Pınar Kür, Çiğdem Anad, Müjde Ar, Aysun Kayacı’nın sunduğu ve Hilary Clinton’un konuk olacağı Haydi Gel Bizimle Ol programında, bazı konular, hem de Türk izleyiciyi en çok ilgilendirenler konuşulamayacaktı.
Hadi ’Monica’yı anladık da, eğer “Ermeni lobisini neden himaye ettiklerini”, “Irak’ta katledilen 1.5 milyon müslümanla ilgili vicdan azabı duyup duymadığını”, “Terörü yok etme, bahanesiyle Afganistan’da estirdikleri terörü”, Kıbrıs ve İran politikalarını soramayacaklarsa ABD Dış İşleri Bakanı’nın programa çağırmanın ne anlamı vardı?
Umutluyduk. Demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, düşünce ve ifade hürriyeti savunuculuğunu kimselere bırakmayan bu dört bayan; 1. Programlarının Amerikan boyunduruğuna girmesine... 2. Sansüre... 3. Çağımızın en büyük sömürge imparatoluğunu, ’sevdirme, saydırma operasyonu’nun parçası olmaya... izin vermezdi.
Hayalkırıklığına uğradık; izin verdiler...
’Yurdum aydını’ Pınar Hanım, ’gazetecilik damarı’ tutamayan Çiğdem Hanım, dönen dönsün ben dönmem yolumdan havasındaki “harbi sosyal demokrat” Müjde Hanım... hiçbiri olmazsa “dilin kemiği yok” abidesi Aysun Hanım, yasaklara karşı, “Van minıt” diyemediler... Yazık...
+++++
MİNİ YORUM
Dizi yapımcısı olsaydım...
Şu kriz ortamında senaristlere kuruş kaptırmazdım... Erkek sesiyle konuşan bir kadın görünce “bu ne” diye STV’ye takıldım. Kollama diye bir dizi. Kime ait olduğu belirsiz, gizli bir el konuşuyor. Ekranda sadece elleri görüyosunuz. Konuşan eller, karşısındaki medya patronu ve “Fifi” adlı transeksüle, televizyon kanalı kurdurup, mitingler organize ettirdikleri çocuktan yakınıyor. Kanalı ve belgeleri gericilere kaptırmış, eline yüzüne bulaştırmış... Yerel seçim son fırsatmış... Şuymuş buymuş... Ümraniye iddianamesini kırpıp kırpıp, arasına üç beş gazete manşeti sıkıştırıp, özgün senaryo diye yutturanlara onca para dökülür mü? Param çok geliyor diyorsanız, kopyalayıp yapıştıranlara değil, metnin asıl yazarlarına verin, hak yerini bulsun..