Kim bu ''515''ler?..
Türkiye yıllardır gündemden düşmeyen bir sorunla boğuşuyor. Daha doğrusu boğuşması gerekirken hiç dokunmuyor.
Mülteci sorunu…
Üstelik liberal tayfanın gazlamasıyla bu sorundan bahseden herkes ırkçı, milliyetçi olarak yaftalanıyor. Sorun, başka bir ülkeden gelmek zorunda kalan insanların suça karışması olunca, haliyle bu hassasiyet en çok milliyetçiler tarafından dile getiriliyor.
Fakat sadece milliyetçilerin dillendirmesi böyle bir sorun ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor.
En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim; bizim de kafamıza bomba yağsa erkeklerin kafası kesilip, kadınlara tecavüz edilse, 8-15 yaş aralığındaki çocuklarımız cariye diye Musul''daki köle pazarında satılsa biz de komşumuzdan yardım isterdik, kapısını çalardık.
Keza insan sosyolojik bir varlıktır, milyonlarcası içerisinde suça karışanı da olur, berberi, şoförü de olur, bilim adamı da çıkar, doktoru sanatçısı da yetişir. Mesele bu durumu denetleyerek yönetebilmektir. AKP iktidarı döneminde bu yapılamadı. Yetişmiş ya da zeki Suriyelileri ABD, Kanada, Almanya kaparken bize suça meyilli, dağılan örgütlerden kaçan militanlar kaldı.
Bakın yine söylüyorum. Bu Suriyeli, Afgan, Özbek mültecilerin "tamamı militandır" demek değildir. Mülteci sorunu genellemeye kapalıdır.
Suça meyilli olanlarına ise en güzel örnek son günlerde sosyal medyada görüntüleri dolaşan "515" numarasıyla kendilerini tanımlayan bir yapı…
Bu yapıdan İçişleri Bakanlığı ve Millî İstihbarat Teşkilatı''nın tabii ki haberi vardır. Belli ki denetim altındaydılar, ancak Güneydoğu''daki farklı illerden görüntüler paylaşıp "asarız keseriz" havasına girmeleri toplumda infial yarattı.
İlk görüntülerde elinde sopalı silahlı bir grup yüzlerini kapatmış halde yürürken görülüyordu. Diğer videolarda uzun namlulu silah mermileri, araçların arkalarında Arapça yazılarla birlikte görülen "515" ifadesi vardı.
Adana Valiliği, konuya ilişkin yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullanmıştı:
"İki gün önce çiftliklerde çalışmak üzere sabah saatlerinde işe giden bir grup, ellerinde sopalarla kendi arasında tartışmış, olay çalışacakları tarlaların yakınındaki mahallede meydana gelmiştir. Olaya karışan kişilerin tamamı yakalanmış olup, haklarında hukuki süreç yürütülmek suretiyle Geri Gönderme Merkezi''ne teslim edilmişlerdir."
Ancak bu ifadenin pek de doğru olmadığı farklı illerden gelen görüntülerle ortaya çıktı. Dahası bu grupların birbiri ile bağlantılı olabileceği de görülmüş oldu.
Bakın mülteci sorunundan nerelere geldik.
Haliyle bu "515"ler kimdir nedir diye araştırdım.
Geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Arap aşiretlerinin kendilerine özgü sayıları varmış. Bu "515" sayısı ise Osmanlı''ya isyan eden Haşimilerin sembolizmini içeren bir Arap milliyetçiliği alameti olarak tanımlanıyor.
Daha ilginci…
Haşimiler ya da Haşimoğulları veyahut Haşim Hanedanı, ismini Hazreti Muhammed''in büyük, büyükbabası Haşim bin Abdimenaf''dan alır.
Kayıtlara göre Birinci Dünya Savaşı esnasında İngiliz desteğiyle Osmanlı Devleti''ne isyan etmiş, Arap Yarımadası''nın kontrolünü eline geçirmiş, fakat birkaç yıl sonra Suudi Hanedanlığı''na yine bir isyanla kaybetmişlerdi.
Sonra da Başta Ürdün ve Suriye olmak üzere Orta Doğu''daki ülkelere dağılmışlar.
Bu "515" sembolüne gelirsek…
Arap milliyetçiliğini en sıkı şekilde savunan Al Naim, Kariyş, Seliym, Heziyl ve Kenani aşiretlerinin de sembolü.
"515" sembolünü kullanan Suriyeli kişiler ve gruplar aslında bu yöntemle sığınmacı oldukları Türkiye''ye karşı da bir çeşit gövde gösterisi yaptıklarını düşünüyorlar.
Tabii ki bu insanlar Haşimi değil. Ancak kendilerini böyle var ederek örgütlenmeye çalıştıkları açık. Eğer iddia edildiği gibi Türkiye içerisinde özellikle Güneydoğu''da kendilerini böyle afişe edecek kadar geniş bir yapılanmaya gidildiyse ardı ardına operasyonlar gelecektir.
Ancak bu iş sosyal medyada hava atmak için yapılmış, üç beş kişinin kendilerini tatmin ettiği bir şeye de dönüşmüş olabilir.
Göreceğiz…
Her ne olursa olsun mültecilere ev sahipliği yapıldığı sürece devletin, her kurumuyla böyle sorunlara hazır olması gerekir.
Ekonomik sorunları yaşadığımız sürece suç ve suç örgütleriyle mücadele daha da güçleşir. Benim yazıyı bitirirken anlatmak istediğim şey şu…
Milyonlarca insanı geri gönderebilir miyiz: Hayır. Kimse gitmeyecek de zaten. Dolayısıyla bu sorunu görmezden gelmeyip üzerine eğilerek kendi insanımızı eğittiğimiz kadar mültecileri de Türk vatandaşlığı altında eğiterek topluma katkıda bulunmalarını sağlamamız gerekir.
Zülfü Livaneli''nin "Huzursuzluk" romanında Orta Doğu''nun lanetini özetleyen "Harese" kelimesi çok güzel anlatılır.
Hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir.
Harese çölde yetişen dikendir. Develer de gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tadı devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve.
Kitapta "Harese", kendi kanını içen, içtikçe daha da keyif alan ancak ölüp bittiğinin farkında olmayan Orta Doğu''nun laneti olarak aktarılır.
Özetle: Anadolu''da Harese yetişmez… Devlet aklı umarım bunu şiar edinir.