Kıbrıs'ta egemenliğimizi tanımak zorundadırlar
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Kıbrıs etrafındaki denizlerde kendi kafasına göre belirlediği sözde münhasır ekonomik bölgede (MEB) aldığı tek yanlı kararlarla hidrokarbon kaynaklarının çıkarılması için ortaklıklar kurmuş ve imtiyazlar dağıtmıştır. GKRY karada yaptığı gibi denizde de tüm Kıbrıs'ın tek egemen gücü kendisiymiş gibi hareket etmektedir. Kıbrıs Türk halkının 1960 Anlaşmalarından kaynaklanan siyasi eşitlik, ortaklık ve egemen eşitlik haklarını gaspetmiştir ve geri vermeye de yanaşmamaktadır. GKRY, 1963-64 Rum terör olayları sonrasında BM Güvenlik Konseyi'nin aldığı 186 nolu kararın Rumları adanın tek meşru hükümeti ilan etmiş olmasının arkasına saklanarak KKTC ve Anavatan Türkiye makamlarının sayısız işbirliği çağrısına olumsuz yaklaşmaktadır.
Rum Yönetimi, biz Türklerin Kıbrıs ile ilgili alınan ve alınacak kararlarda söz hakkımızın olmasını kabul etmemekte,Kıbrıs Türkünün azınlık olarak söz söylemeye hakkı olmadığını iddia etmektedir. 1963'te yıkılan ve bir Rum cumhuriyetine dönüştürülen sözde Kıbrıs Cumhuriyeti'nde Kıbrıs Türkleri'nin tüm haklarını yok saymaktadırlar. Kıbrıs Cumhuriyeti'ni mümkün kılan 1959-60 Londra-Zürih anlaşmaları uluslararası anlaşmalardır ve BM ülkeleri tarafından tanınmaktadır. Rumun ben bu anlaşmayı tanımam, Türklerin hakkını vermem demesiyle, Kıbrıs Türkleri olarak yıllardır Kıbrıs'ta en az Rumlar kadar hakkımız olanlardan mahrum edildik ve edilmekteyiz. Kıbrıs'ın egemenliğinde Kıbrıs Türkleri eşit ortaktır. Bu hukuki gerçeği kimse ortadan kaldıramaz.
Hidrokarbonların çıkarılması konusunda, Türk tarafının 'ortak bir komite kuralım,kararları birlikte alalım' talebini, 'tek egemen benim, kararları ben alırım, Kıbrıs Türklerinin hakkını bir fonda tutarak Kıbrıs sorunu bitince Türklere veririm' diyerek Rum tarafı reddetmektedir.
Rum tarafının 2003'te başlattığı hidrokarbon çıkarma projesine ilk günden itibaren Türk tarafı itiraz etmiş, işbirliği çağrıları yapmış ve o dönemde süren müzakereler ve esen anlaşma olacak rüzgarları nedeniyle de alınması gereken tedbirler tam anlamıyla alınmamış, ihmal edilmiştir.
2002'de iktidara gelen AKP, o tarihten günümüze, Kıbrıs sorununun halli konusunda yanlış siyaset izlemiştir. Ne var ki aynı AKP'nin son dönemde Kıbrıs siyaseti, rahmetli kurucu cumhurbaşkanımız, ebedi liderimiz Rauf Denktaş'ın siyaseti ile örtüşür olmuştur. AKP iktidarı, Kıbrıs Türkünün sonunu getirecek olan Annan Planı'nı 'bir adım önde' siyaseti ve 'Annan'a söz verdik' diyerek desteklediği dönemde, rahmetli Denktaş'ın uyarılarını dikkate almamış ve neticede büyük bir felaketten Rumların Plan'a hayır demeleriyle kurtulmuştuk. Denktaş'ın 'iki devlete dayalı' çözüm önerisi o yıllarda AKP iktidarı tarafından reddedilmişti. Lafı uzatmayayım, Türkiye şu anda Kıbrıs Türkünün eşit egemenlik haklarının savunulmasında ve adadaki çözümün ancak iki devlete dayalı olacağını söylemektedir. Kararlı tutumunun bir göstergesi olarak da Yavuz, Fatih, Barbaros ve bunlara refakat eden gemilerimiz Kıbrıs etrafında görevdedir. Egemenlikte Kıbrıs Türkünün de hakkı olduğu dost düşman herkese gösterilmiştir.
Rum tarafının sadece KKTC'nin değil, Türkiye'nin de kıta sahanlığından doğan haklarını oldu bittilerle, yasa dışı bir şekilde gaspetmesine müsaade edilmeyeceği ortadadır. Türkiye bu kararlı tutumunu başta Avrupa Birliği (AB) ve ABD'den gelen tepkilere rağmen sürdürmelidir.
TEPKİLER DAYANAKSIZ
Garantörümüz Anavatan Türkiye'nin bölgeye sondaj gemilerini göndermesine AB, ABD ve son dönemde çok yakın ilişkiler içerisinde olduğumuz Rusya'dan tepki gelmiştir. Yapılan açıklamalarda sözde 'Kıbrıs Cumhuriyeti'nin egemenliğini tehdit eden faaliyetlerden kaçınılması' çağrısı yapılmaktadır. AB Türkiye'ye yaptırım uygulamaya hazırlanmaktadır. Krizin büyüyeceği açıktır. Ancak yukarıda belirttiğim üzere Kıbrıs Türkünün Kıbrıs'ta, karada ve denizde, anlaşmalarla tescillenmiş 'eşit egemenlik' hakkını araması, haklarını talep etmesi gözardı edilemeyecek bir durumdur. İnsan hakları, demokrasi şampiyonu olduğunu iddia eden AB, Kıbrıs Türkünün yıllardır ambargo ve izolasyonlarla gayrı yasal bir şekilde cezalandırılmasına göz yummakta, öncülük etmektedir. AB,şimdi de eşit egemenlikten doğan haklarımıza sahip çıkmamıza karşı gelmekte ve KKTC'nin verdiği lisanslarla TPAO'nın bölgede hidrokarbon çıkarmasını önlemeye çalışmaktadır. Hani uluslararası hukuk,hani hak, hani adalet?
Türkiye ve KKTC Dışişleri Bakanlıklarının AB'dan yapılan açıklamalara tepkisi sert olmuştur,ancak bu da yeterli değildir.
Anavatan Türkiye'deki kardeşlerimizin, siyasi partilerin, iktidar-muhalefet ayırımı yapılmadan bu 'milli meselede' işbirliği, dayanışma içerisinde olmaları şarttır. Dünyaya 'Kıbrıs'taki haklarımızın sonuna kadar, her şartta korunup kollanacağını' mesajı Yüce TBMM'de alınacak bir kararla ve yayınlanacak deklarasyonla bildirilmelidir.