Kavga…

Edebiyat milletin aynasıdır, derler. Gerçekten de özellikle atasözü, deyim ve hikmetli beyitlerde biz o edebî ürünlerin vücut bulduğu toplumu görürüz. Söz gelimi şu beyitte millet olarak biraz kavgacı bir yapıya sahip olduğumuz sezilmiyor mu?

"Ey sûr-ı kıyâmet, yine kavga ise maksûd//Kaldırma bizi hâkden âsûde yatarken."

Şair diyor ki ":Ey kıyamet sûru, maksat yine kavga ise, rahat yatarken -ne olur- bizi mezarımızdan kaldırma."

Şairin ne dediğini daha iyi anlayabilmek için önce beytin arka planına bakalım.

Malum, bizim inancımıza göre (bkz. El-hâkka sûresi, âyet: 13-14-15-16) dört büyük melekten İsrafil sûra (boru) iki defa üfleyecek. Birinci üflemede -Allah'tan başka- her diri ölecek. İkinci üflemede ise bütün ölüler dirilip kabirlerinden kalkacaklar. Şair, sûra bu ikinci üflemeden sonra yerimizden kalkıp yine kavga edeceksek bizi mezarımızdan kaldırmayın, biz burada rahatız, diyor.

Etrafta gördüğü yahut bizzat yaşadığı kavgalar canına tak etmiş olacak ki şair, öldükten sonra tekrar dirilince yine mi kavgaya tutuşacağız acaba diye endişeye düşüyor.

Doğrusu, ortalıkta yaşanan kavgalara bakıp da şaire hak vermemek elde değil. Devletin tepesinde kavga, TBMM'de kavga, açık oturumlarda kavga, medyada kavga, kadın programlarında kavga, üniversitelerde kavga, kavga da kavga… Siyasi parti mensuplarına bakın, hiç hakaret etmeden konuşan var mı?

Düşünebiliyor musunuz ülkemizi -tabii ki bütün dünyayı- korona kasıp kavuruyor. Üstelik bir de deprem felaketi yaşadık. Siyasilerin iktidarıyla muhalefetiyle el ele verip yaraları sarmaları beklenirken maalesef ağız kavgasını devam ettirdiklerine şahit oluyoruz. Bu ibretlik manzaraya baktıkça "Ne oluyor bize, cinnet mi geçiriyoruz?" demekten kendimizi alamıyoruz.

Bu kavga, bu gürültü, bu enâniyet sadece bugün yaşanmıyor elbet. Bütün bunlar öyle veya böyle dün de vardı. Hatta bu kavgalar camilerin içine kadar girmişti. Tarihî kaynakların ifadesine göre, 17. yüzyıl başlarında "Kadızadeli"lerle "Sivasî"lar arasındaki kavga camilere de sirayet edince devlet tedbir almak zorunda kalmıştı.

Yine "Naimâ Tarihi"nde anlatıldığına göre, bir vâiz Fatih Camii kürsüsünden Şeyhülislâm Yahya Efendi'nin:

"Mescidde riy-pîşeler etsin ko riyâyı//Meyhaneye gel kim ne riyâ var ne mürâyi" beyitine işaret ederek:

"Ümmet-i Muhammet! Her kim bu beyti okursa kâfir olur. Zira bu beyit küfr-i sarihtir" deyince bir kısım cemaat:"Bu ne pervasızlık, Şeyhülislâmı tekfir etmek ne demektir?" diye ayağa kalkar ve büyük bir arbede yaşanır.

Demem o ki bizde kavga dün de vardı bugün de var. Peki, insan niye kavga eder?

Atalarımız "Kavga, sen ben demekten çıkar" demişler. İnsanlar haklarına razı olmaz ve enâniyet peşine düşerse kavga kaçınılmaz olur. "Sen bilirsin dersen değirmende kavga olmaz" derler. Biraz uyumlu olmak gerekir. "Dediğim dedik, çaldığım düdük" dersek sonu cidale varır. Bunun içindir ki tâ 13. yüzyılda Yunus Emre "Taş olma, toprak ol", "Diken olma, gül ol" demişti.

Sözün özü; kabul edelim ki millet olarak biraz kavgacı bir yapıya sahibiz. Oysa kavga ederek hiçbir şeyi çözemeyiz. "El"in (kaba kuvvet) devreye girdiği yerde "dil" susar. Oysa insanlar konuşa konuşa çözer anlaşmazlıklarını, vuruşa vuruşa değil…

ACZİMİN GİRYESİ:

EL VE DİL

Anlaşmazlıkları elle değil, dille çözelim,

Dürüst olalım, alnı açık başı dik gezelim.

(Li-müellifihî)

Yazarın Diğer Yazıları