Kamplaşma işlerine yarıyor
Referandum yaklaşırken, Türkiye’de “iki taraf” oluştu. AKP iktidarı, hiç kuşkusuz, bu “taraflaşmayı” teşvik ediyor, hatta zorluyor. Niyeti açık: Bundan medet umarak yargıyı tümden ele geçirmek istiyor
Referandum yaklaşırken, Türkiye’de “iki taraf” oluştu. AKP iktidarı, hiç kuşkusuz, bu “taraflaşmayı” istiyor, teşvik ediyor. Hatta bu “taraflaşmayı, kamplaşmayı” zorluyor.
Bunun nedeni de çok açık. AKP iktidarı, halkın “iki kampa” ayrılmasından yararlanarak ve bundan medet umarak, eğer gerçekleştirebilirse, “Yüksek Yargıyı tümüyle ele geçirmeyi” istiyor.
Bunun için, çok uğraşıyor. “Anayasa Mahkemesi’ne ve HSYK’ye ilişkin maddeler dışındaki diğer maddeler sanki önemli bir hak getiriyormuş gibi” yapıyor. Ya da “Evet HSYK maddesi yetersiz, ama diğer maddeler için, örneğin kadınlara hak maddesi için, tümüne evet demek zorundayız, ne yani bunu da mı reddedelim?” dedirtiyor. Bu da mı olmuyor? Hemen başka bir taktiğe geçiyor; “Ne yapalım yani 12 Eylül’le hesaplaşmayalım mı?” demeye, dedirtmeye başlıyor.
Kime mi dedirtiyor? “Yedek kadrosu, asıl kadrosu ile, yandaş aydınlar ve gazetecilere”. Ve esas amaç da, “yüksek yargıyı, HSYK’yi, Danıştay’ı, Yargıtay’ı ve Anayasa Mahkemesi’ni tamamı ile iktidara bağlamak”. Bu kadar. Bunun dışında hiçbir şey, hiçbir soruna ciddi bir çözüm yok.
Anlayacağınız tamamen “Pamuk Prenses ve zehirli elma” hikâyesi. Burada hikâyeyi anlatan “iktidar, bir de yandaşlar”. Zehirli elma da; “yüksek yargıya ilişkin iki madde”.
Tabii “yargıyı ele geçirmek” diyorum ama esasında amaç “tüm Yüksek Yargıyı, özel yetkili ağır ceza mahkemelerine dönüştürmek. Yüksek Yargının üyelerini, yargıçlarını da, örneklerini gördüğümüz bazı özel yetkili yargıçlara, özel yetkili savcılara dönüştürmek”.
İşte referandumun da temel amacı bu. Ama ortada bir gerçek var. Bunu kesinlikle gözden kaçırmamamız gerek. Bu hedef, sadece AKP iktidarının kendi amacı ya da hedefi değil. Sakın “Başbakan böyle istiyor” diye oluyor zannetmeyin. Sakın “Erdoğan yerine Abdullah Gül ya da bir başka AKP’li Başbakan olsaydı böyle olmazdı, anayasa değişikliği farklı olurdu” zannetmeyin. Bu, Türkiye’ye küresel sermaye ve bazı “dost, müttefiklerimiz” tarafından kabul ettirilen bir “ekonomik sistemin” zorunlu sonucu. AKP iktidarı ve Başbakan da, bu sistemi uygulamak için kurgulandı. Emin olun, Erdoğan yerine, bir başka AKP’liyi koysanız da, sistem aynı kaldıkça, aynısı olacaktır.
* Süheyl Batum / Cumhuriyet
++++++
Bazı AKP’liler düşünmeden mi konuşuyor?
Başbakan Erdoğan’ın hiç mi kendisini uyaran bir danışmanı yok da bazen frensiz konuşmalar yapıyor? Yoksa danışmanları o kadar hesapsız, kontrolsüz ve cahil ki bu yüzden mi Başbakan’ı zor durumda bırakıyorlar? Anlamak mümkün değil.
Alın işte. ’Recep Bey’ ifadesine karşı bulduğu tabir: ’Memur Kemal Efendi.’ Bu ülkede namusuyla geçinen, onurlu hayatlar yaşayan memurlar birden ’aşağılama’ ifadesine dönüşebiliyor.
Bir gün sonra çark edilse de bu sözün ağızdan çıkışı bile bilinçaltında bir nefretin yansıması. Belli ki Başbakan’ın memurlarla, memur olmakla bir problemi var. Hızlı zengin olan pek çokları gibi kendince memurları küçümsüyor olmalı. adi bunu düşünüyor da, dillendirince ters tepebileceği hiç aklına gelmiyor mu?
Aynı şey Kemal Kılıçdaroğlu’nun ’havuzlu villası’ için de geçerli. Dünkü Akşam’ın birinci sayfasında haber vardı ve bütün durumu özetliyordu zaten: ’Havuzlu değil, havuza paydaş.’
Burhaniye’deki ev banka kredisiyle alınmış, inşaatı daha bitmemiş, bir yazlık site içinde yer alıyor ve ortak küçük bir havuzu var. Krediyle alındığı için de hala ipotekli.
Fiyatı düşük, sıradan bir yazlık ev alt tarafı. Dahası mal beyanında da yer alıyor.
Oysa Tayyip Erdoğan’ın ailesiyle oturmak için yaptırdığı villalar süper lüks ve mal beyanında yok. Değeri milyon dolarla ölçülüyor.
Kılıçdaroğlu’nun mütevazı yazlığını gündeme getirince ister istemez Başbakan’ın konuşulmasından hiç hoşlanmadığı evler de otomatik olarak gündeme geliyor tabii. Her haber iki ev kıyaslanarak veriliyor doğal refleks olarak.
Mesela dün Sözcü iki evin fotoğrafını yan yana basmıştı, fark epey belirgin.
En büyük Erdoğan yandaşı bile iki fotoğrafı görünce kararını net bir şekilde verir ve Kılıçdaroğlu’nun bu mütevazı yazlık tarafından vurulmayacağını anlar.
Maalesef AKP’liler Kemal Kılıçdaroğlu’nu vurmak için daha akılcı bir strateji uygulamalı. Ne villayı ortaya atmaktan, ne de memur diye lakap takmaktan bir şey çıkacak gibi görünmüyor.
* Oray Eğin / Akşam
++++++
Gecikmeli bir yanıt
Şamil Tayyar diye bir “Ümraniye canavarı” var. Güya “darbeci avcısı”... Oysa 28 Şubat’ta postmodern darbenin işbirlikçisi DSP’den milletvekilliği adaylığı için yırtınıp durmuştu. En küçük bir özeleştiri vermeden, hiçbir şey olmamış gibi bugün çıkmış “darbe avcısı” pozları takınmakta bir beis görmüyor. Neyse... İşte bu Şamil, Habertürk Gazetesi’nde Helin Avşar’a verdiği röportajda benim köşemi “kadın tavlamak” maksadıyla kullandığımı ima eden bir lakırdı etmiş. Kendisine yanıtım şudur: Köşemi “başbakan ya da bakan tavlamak” için kullanacağıma “kadın tavlamak” için kullanmayı çok daha onurlu bir iş kabul ederim.
* Ahmet Hakan / Hürriyet
++++++
Arınç samimi mi?
Ümraniye davasının uzatmalı tutukluları Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay’ın isyanı, boşa atıp doluya vurmak deyimine “cuk” oturuyor! Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Bu feryatlara kulak vermek lâzım” dedi. İktidara muhalif oldukları halde bu iki gazeteci nasıl oldu da Arınç’ın merhametini kazandılar? Doğru cevabı almak için Arınç’ın tutuklu gazetecilerin “feryat”larını ne şekilde tercüme ettiğine bakmak lâzım. Arınç konuşmasında aradığımız cevabı net olarak veriyor: “Diyorlar ki ’Böyle bir olayı düşünen ve planlayan kişiler serbest bırakılıyor. Onların silâhı, topu, tüfeği var, bizim yok da onun için mi hâlâ içerde kalmaya devam ediyoruz?’ Bence bu feryada kulak vermek lâzım!” İnsanların ızdırabı üstünden siyaset yapmak herhalde buna denir. Arınç, iki gazetecinin isyanını asker sanıkları serbest bırakan mahkemeye mesaj göndermek için mi kullanmıştır? Onları Balyoz ihbarcısı gibi kullanmak mı istemiştir?
Kolay ağlamasının sebebi duygulu bir insan olduğundan değil de göz rahatsızlığı çeken biri olmasından mı yoksa?
* Güngör Mengi / Vatan
++++++
Başbakan’ın seçim kozu
Her seçimin, her siyasi yarışın başat sloganı vardır.. Onlarca sloganla yola çıkılır, ama biri başattır.. Dominanttır.. 2007 seçimlerinin başatı, Müslüman Cumhurbaşkanıydı.. Müslüman Cumhurbaşkanı seçtirmediler sözüydü.. 2010 referandumunun sloganı, 12 Eylül’den hesap soracağız oldu.. Tuttu mu? Tuttu galiba.. 12 Eylül’den hesap sorulamayacak bile olsa, hukuken mümkün olmasa bile, ana amaç bu olmasa bile, tuttu.. Referandumdan sonra yapılacak genel seçimin sloganı ne olacak? O günler ne gösterir bilinmez, ama Başbakan açısından biri belli.. Başbakan son kez oy isteyecek!.. Meydanlara çıkıp son kez diyecek.. Seçimin başat sloganı yapacak.. Demirel’in ödünç oyu gibi Erdoğan da son kez oy isteyecek.. Hadi son kez verelim diyecekleri hedef alacak. Sonra ne yapacak derseniz.. Genel seçimden memnun kalırsa, 2012 Cumhurbaşkanı seçimine girecek.. Yaşı genç.. Kimse, köşesine çekilmesini, pasif siyasete geçmesini beklemiyor.. Galiba şöyle olacak.. 2011’de son kez diye oy isteyen Erdoğan, 2012’de ilk kez diye oy isteyecek.. En azından hazırlık bu yönde... Başbakan son kez, son kez diyerek şimdiden hazırlık yapıyor, kulakları alıştırmaya çalışıyor.. Son kez!..
* Mehmet Tezkan / Milliyet
++++++
Markası RTE, İşareti ampul
2011’deki seçimlere son defa katılacağını açıklamıştı.
Sonrası.. Çankaya..
Aşağısı ise..
Kasımpaşa değil elbet..
Hayat devam edecek!
Evde oturup torunlarla oynayacak..
Villa havuzunda kâğıttan kayık yüzdürecek değil ya..
En iyi bildiği şeyi yapacak!
En iyi yaptığı şeyi kendisi açıklamıştı:
- Pazarlama...
4 yıl İstanbul’u pazarlamıştı. 9 yıldır da Türkiye’yi pazarlıyor. 2011’den sonra yeniden bisküvi işine dönecek değil ya..
En iyi yaptığı işi yapacak. Pazarlayacak. Pazarlamak için “marka” gerekiyor.
Marka için karar vermiş.
Ve tescil ettirmek için Türk Patent Enstitüsü’ne başvurmuş.
Artık bir markamız var:
- RTE
Dünyanın ilk ve tek markalı Başbakanı...
Türkiye Cumhuriyeti’ne helal olsun! Adının harflerinden marka çıkarmak, sinekten yağ çıkarmaktan daha büyük bir marifet. RTE’yi kutlamak...
* Ahmet Tan / Hürriyet
++++++
Referandumun suyu çıkıyor
Türkiye Komünist Partisi (TKP) İstanbul İl Örgütü referandum kampanyası çerçevesinde kentin belli noktalarında stant açmak için valiliğe başvurdu. İstanbul Valiliği, “vatandaşın oyu etkileneceği” gerekçesiyle talebe izin vermedi.
Aynı şekilde İşçi Partisi’nin stant kurma talebi de reddedildi. Önceki akşam Üsküdar Vapur İskelesi civarından geçerken baktık... AKP’nin otobüsü iskelenin çıkışına yerleştirilmiş... Gelip geçene AKP’nin “EVET” broşürleri dağıtılıyor. Televizyonlarda her gün naklen yayımlanan konuşmalarda fonda “EVET” ibaresi insanların gözüne sokarcasına veriliyor. İstanbul Valisi demokrasi karşısında kötü, AKP nezdinde iyi sınav veriyor. Akepe ise her türlü centilmenliği ve yasallığı bir kenara bıraktı... Örnek: Eyüp Belediyesi Eski Galata Köprüsü üzerinde 20 bin kişiye iftar yemeği veriyor. İftara AKP’li Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Burhan Kuzu da katılıyor... Bir konuşma yaparak sözü “12 Eylül’de Evet ” diye bitiriyor. Türbelerin kapısında bile AKP’lilerce “Evet” kampanyası yapılıyor. Referandumun şimdiden suyu çıktı...
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Yeter artık, yüreğinizi dinleyin!..
Mustafa Balbay, 526 gündür, Tuncay Özkan tam iki yıldır yatıyorlar. Onların çığlıklarını en iyi bedenleri zindanlarda çürüyenler bilir. Tüm meslektaşlarımızın Silivri’de yatan gazetecileri “insani duygular”la savunmaları, onların tutuksuz yargılanmaları için mücadele etmeleri gerekmez mi? Balyoz’dan bir kişi bile tutuklu değil... Ümraniye’de tutuklu bir orgeneral yok... Peki bu darbeyi Mustafa ve Tuncay, ellerindeki kalemleriyle 21 yaşındaki teğmenlerle mi yapacaktı, söyleyin ey yargıçlar? Ben burada Silivri’deki yargıçların, savcıların yüreklerini dinlemelerini, insani duygularını göstermelerini istiyorum sadece.
* Hikmet Çetinkaya / Cumhuriyet
++++++
Darbe yapacağı varsayılanların salınması... Ama darbe yapacaklarla görüştüğü varsayılan gazetecilerinyazarların hapishane demirlerinin arkasında tutulması rastlantı mıdır?..
Ya da; haklarında mahkeme kararları olmasına karşın; laik devlete karşı suç işleyenler. Türkiye’yi yönetirken...
Toplumun yüreğine taht kurmuş gazetecilerin-aydınların-bilim adamlarının, mahkûmiyet kararları olmadan hapishanelerde çürümeleri reva mıdır?..
Yanıldı Tuncay Özkan...
Bizler kurbanlık koyunlarız...
* Bekir Coşkun / Habertürk
++++++
MİNİ YORUM
Dikkat kaset çıkabilir....
Ve siyasi hayatınız bitirilebilir... Ve ticari hayatınız bitirilebilir... Ve aile kurumunuz çökertilebilir... Ve toplumun gözünden ayak altına hızlı düşüşünüzün düğmesine basılabilir... İnsan olur, duygu olur, statü olur; sahip olduklarınızı böyle trajik bir sonla yitirmek istemiyorsanız tez elden ev ve ofis içi telekulak ve telegöz!leri arama kurtulma seferberliğini başlatın; yoksa maazallah kaset çıkabilir... Eski defterler mi? Olmuşla ölmüşe çare yok; en azından 12 Eylül’de “hayır”lısıyla hukuku koruyun, belki o bir hak kurtarma reçetesi yazar....