Kabusumda gördüm seni...
Parmaklarındaki bıçakları yaklaştırıp “Artık demokrasi zamanı” diyordun... Kaçtım; dişlerini gösterdin: Bitaraf olan bertaraf olur... Kurtuldum derken “geniş ailen” çıktı karşıma: Bizim çocuklar yine başaracak!
Televizyonda Nihal Bengisu Karaca ve Serdar Turgut’un sunduğu komedi programını izliyordum. Kapı çalındı. Açtım. Karşımda Freddy Krueger duruyordu. Kafasında Amerikan bayraklı bir şapka vardı. Şaşırdım. “Buyrun beyefendi” diyebilmişim. Parmaklarındaki bıçakları yüzüme yaklaştırdı ve “Artık demokrasi zamanı” dedi. Korktuğumu belli etmeden gülümsemeye çalıştım. “Evet, hepimiz için uygun olan demokrasidir” dedim. “Hepimiz değil, senin için” dedi. “Teşekkür ederim” dedim. “Teşekkür etme, evet de” diye karşılık verdi.
Çok korkmuştum.
Kapı aralığından sıyrılıp caddeye doğru koşmaya başladım.
Freddy Krueger arkamdan “Demokrasi! Demokrasi!” diye sesleniyordu.
Koşmaya devam ettim.
O sırada birisi çelme taktı ve yere kapaklandım. Kafamı kaldırdığımda tepemde dikilen uzun boylu adamı tanımıştım. Dişlerini göstererek güldü ve “Taraf olmayan bertaraf olur” dedi.
Arkasında duran şişman ve sakallı kardeşi eskimiş TSK’yı kırpıp kırpıp yıldız yapacaklarını söyledi.
Uzun boylu ağabey “Mustafa’nın dönemi bitti. Liberalizm onu sevmiyor” dedi.
Henze ve Soros da orada
Hemen yanlarından uzaklaştım. Arkamdan Freddy Krueger’ın hala “Demokrasi! Demokrasi!” diye bağırdığını duyuyordum. On dakika kadar daha koştuktan sonra yaşlı ağaçların olduğu bir parka gelmiştim. CIA’nın eski Ankara Bürosu şefi Paul B. Henze ile ABD’li finans spekülatörü George Soros bir kahvehanede çay içiyorlardı.
El ettiler.
Yaşlı ve iyi giyimli olmaları beni biraz sakinleştirdi. Gidip yanlarına oturdum.
O sırada bazı siyasetçilerin, gazetecilerin, üniversite hocalarının ve iş adamlarının
yolun kıyısındaki ağaçların arkasına saklanmış olduklarını fark ettim. Buna bir anlam veremedim.
Bir çay da bana söylediler. Kısa bir sohbetten sonra George Soros sırtımı sıvazladı ve
“Evet diyeceksin” dedi.
Şaşırmış bir halde “Ne için?” dedim.
Kahkahayla güldü ve “Bizim için” dedi. Konuya vakıf olamadığımı ifade ettim. Paul Henze kendi iyiliğim için konuya vakıf olmamam gerektiğini söyledi ve “Bizim çocuklar yine başaracak” dedi. Darbeyi kastettiğini düşünerek 12 Eylül döneminin sona erdiğini, artık o çocukların olmadığını söyledim. Mr. Henze elini elime koydu ve “Bizim aile geniştir kardeşim, sen tasalanma” dedi.
Evetçi figüranlar korosu
Ağaçların arkasındaki tanıdık simalar “Evet! Evet!” diye bağırmaya başladılar. “Niçin evet demeliyim?” diye ürkerek tekrar sordum. Eski büro şefi iki kez ellerini çırptı ve ağaçların arkasındaki gruptan sarışın bir kadın öne çıkıp “Demokrasi için” diye seslendi. Sanırım onu tanımıştım. Bir gazeteciydi. Şişman ve sakallı bir üniversite hocası “İnsan hakları için” diye bağırdı. Neden ağacın arkasına saklandıklarını hala anlamamıştım. “Demokrasi ve insan hakları için elbette evet derim. Ama uygulamada bazı sorunlar var. Kafam biraz karışık.” deyiverdim. O sırada enseme birisinin dokunduğunu fark ettim. Arkamı dönünce tekrar Freddy Krueger ile karşılaştım. Gözlerini kısmış gülüyordu. “Evet diyeceksin” dedi.
Yoksa bir film mi çekiliyordu?
Gayrıihtiyari “Ben hangi roldeyim?” deyiverdim.
George Soros “Sen oyuncu değil seyircisin” dedi. “Öyleyse benim fikrimin ne önemi var?” diye sordum. Paul Henze filmin iş yapması için filme bilet almam gerektiğini söyledi.
* Hasan Vasfi Altay / Odatv.com
+++++
Benim aklım, “bitaraf” olanların yani tarafsız kalanların “bertaraf” olacağını söyleyen bir Başbakan’ın yönettiği bu ülkede muhalif “taraf” olanların başlarına neler gelebileceğini almıyor...
* Emre Kongar / Cumhuriyet
+++++
PKK itirafçılarının lafıyla doldurmadınız mı Silivri’yi
“PKK itirafçısı” gazetelere konuştu, o albay 8 kişiyi öldürüp gömdü dedi, o albaya “anında” 8 defa müebbetle dava açıldı; PKK’yla çatışırken vurulup tekerlekli sandalyeye mahkûm olan onur madalyalı o albay, onuruna yediremedi, kendi canına kıydı...
“PKK itirafçısı” Kızıltepe’de öldürülen albayı aslında öbür albay öldürttü dedi, cinayetle suçlanan albaya “anında” 9 defa müebbet istendi...
“PKK itirafçısı” kitabevine bombayı atanlar şunlar şunlardır dedi, şunlar şunlar denilen astsubaylar “anında” hapse tıkıldı...
“PKK itirafçısı” o albay bizi koruyor dedi, o albay “anında” tutuklandı...
“İtirafçı gizli tanık” her şey onun başının altından çıkıyor dedi, Başsavcı “anında” içeri atıldı...
“İtirafçı gizli tanık” orgeneral darbe yapacak dedi, orgeneral “anında” sanık oldu...
“İtirafçı gizli tanık” bunlar çete dedi, gazeteciler profesörler rektörler sendikacılar generaller doooğru Silivri’ye... Hava Kuvvetleri Komutanı’na “İtirafçı ol, kurtul” teklifi yapıldı...
“PKK itirafçısı” Genelkurmay Başkanı’nın oğluyla kankayım, tayinlerde bize kıyak yapıyor dedi, vaaaayyy diye 9 sütuna manşet yapıldı, sonra aynı itirafçı çıkıp, yazılanların hepsi yalan dedi, tek sütun haber bile yapılmadı... “İtirafçı gizli tanık” mektup yazdı, bunlar aslında PKK’lı, amirallere suikast yapacaklar dedi, yarbay kendi kafasına sıktı, Karşıyaka Mezarlığı’na, teğmenler “anında” demir parmaklıkların arkasına, Hasdal Cezaevi’ne...
“PKK itirafçısı” tuğgenerali bi asker öldürdü, öldüren askeri de bi başka asker öldürdü, neden öldürdüklerini öğrenemedim, araştırıyorum dedi, o dönemin bütün subayları “anında” sorguya alındı.
* * *
“PKK elebaşısı” Murat Karayılan, “Öcalan’la konuştular, ateşkes ilan ettik. Aslında Öcalan aradan çekilmişti, karşı taraftan diyalog talebi gelince, önderimiz bir fırsat daha verdi” dedi.
AKP “anında” açıklama yaptı.
“Külliyen yalan” dedi.
“Provokatör bu” dedi.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++++
Masal değil; bu dava 30 yıl sürer
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın tutukluluğunu eleştiren Bülent Arınç ve M.Ali Şahin’e tepki gösteriyor: Binlerce sayfalık iddianame var, ekler var. Bunların içeriğini bilmeden sanıkların salıverilmesini istemek yargılamaya etkidir...
Balbay ve Tuncay Özkan’ın tutukluluğuna itiraz sadece dışardan gelmiyor. Mahkeme Başkanı Köksal Şengün de haftalardır tahliye yönünde oy kullanıyor...
Ergenekon avukatlarından Hüseyin Ersöz’le davaların geleceğini konuşuyoruz...
Henüz tutuklu sanıkların savunmaları bitmedi. Onlar bitince sıra tutuksuz sanıklara gelecek. Tüm savunmaların alınması ne kadar sürer... Hüseyin Ersöz: Muhtemelen 2 yılı bulur diyor...
Sonra sıra kanıtların hukuka uygunluğunun incelenmesine gelecek. Sonra tanıklar dinlenecek.
Peki sonra karar aşamasına gelinecek mi?
- Sonra çok muhtemelen birinci dava ile ikinci ve üçüncü davalar birleştirilecek, diyor avukat Ersöz...
Köksal Şengün bir defasında bu dava 30 yıl sürer demişti...
Anlaşılan o tahminde abartma yok. Peki ne olacak? Sanıklar bu yılları içerde kararı beklemekle mi geçirecek?
Okurumuz Sürmeli Karabulut:
“Yazarlar, ressamlar, müzisyenler yani cümle sanatçılar neden Cumartesi anneleri kadar olamıyor? Neden gazetecilerin haksız tutukluluğuna seslerini çıkartmıyorlar? Oysa Orhan Pamuk değil tutuklanmak savcı tarafından bir zahmet ifadeye çağırıldığında bile ortalığı ayağa kaldırmışlardı” diyor gönderdiği notta.
Doğru ama onlar AB demokratı.. Oradan işaret gelmezse kımıldamazlar ki...
* Melih Aşık / Milliyet
+++++
Çok ayıp!
AK Parti Milletvekili Mustafa Öztürk, Twitter’da şöyle yazmış: “Anayasa değişikliğine Ergenekoncular, darbeciler, silah tüccarları, rantiyeciler, esrar kaçakçıları, teröristler de HAYIR diyor.”
Bu, o kadar ayıp bir cümle ki...
Ancak şöyle bir cümle kurarsam Mustafa Öztürk Bey’e ayıbı tam olarak göstermiş olabilirim:
“Anayasa değişikliğine uyanık müteahhitler, sahtekârlar, dindar olmadıkları halde dindarmış gibi gözükenler, uyuşturucu baronları, feodal ağalar da EVET diyor.”
* Ahmet Hakan / Hürriyet
+++++
Boşuna beklemeyin
Size “devlet” dediler... Siz “devletin” ne anlama geldiğini, ne olduğunu, size ne verdiğini ve sizden ne istediğini düşünmediniz... Sadece umdunuz... Ve beklediniz...
Şimdi size “Demokrasi” diyorlar... Korkuyorsunuz... Ve bekliyorsunuz...
Oysa dönün bir bakın: Kin, nefret, intikam, işgal, istila, ezme, yenme, yutma, yok etme... Tehdit, şantaj... Korku... Söyler misiniz; bunlardan hangisi ile var olabilir demokrasi...
Eğer “demokrasi” kılığına girmiş faşizmin, tehdidini, intikamını, şantajını, nefretini, kinini hoş karşılarsanız...
Daha çok... Daha çok beklersiniz...
* Bekir Coşkun / Habertürk
+++++
Kafa aynı kafa olduktan sonra...
‘Başbakan Erdoğan’ın konuşmalarını birinci haber olarak veren gazetelere ve televizyonlara şaşıyorum doğrusu. Sn. Erdoğan hep aynı şeyleri söyleyip duruyor! Sıkıcı. Hele bir konusu var ki onsuz edemiyor: Yargıya saldırı! Bir yargı kararını otuz dört kez uygulamadığını söylüyor övünçle! Yarın suçlular kalkar da “Başbakan bile yasalara uymuyor, biz neden uyalım” derse ne yanıt vereceğiz? Başbakan’ın yanıtı hazır: “Ben buraya seçime geldim. Milli iradeyi, ulusal egemenliği ben temsil ediyorum, yargı organları değil” diyor. Öyle mi gerçekten? İktidarı ele geçiren her istediğini yapabilir mi? Yürürlükteki Anayasa’nın 6’ncı maddesine göre “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.” Görüldüğü gibi Anayasamız egemenlik yetkisini bir tek organa veya kişiye vermemektedir. Egemenlik bölüşülerek kullanılmaktadır. Anayasa’mız, “Millet, egemenliği, seçilmiş bir organ eliyle kullanır” demiyor. Lafzi bir yorumla, birden fazla kurum eliyle kullanılacağını belirtiyor. Başbakan Erdoğan’ın Anayasanın açık hükmüne karşın sadece yürütme organını egemenliğin temsilcisi sayması, yasama organını ise yetkisiz görmesi, Anayasanın metnine de ruhuna da aykırıdır. Başbakan’ın Anayasa’yı anlayışı otoriter zihniyetinin bir yansımasıdır. Bu zihniyet yerinde durdukça Anayasa’yı nasıl değiştirirsek değiştirelim, demokratik bir açılım zor gözüküyor.
* Türker Alkan / Radikal
+++++
Hasan Cemal’in tatile çıkmasının en kötü yanı, tatilinin bir gün bitip geri gelmesidir.
* Serdar Turgut / Habertürk
+++++
MİNİ YORUM
Asimilasyoncu olmayan çözüm önerisi(!)
“Türklüğün derin anlamı üzerine düşünen” bir zat şöyle yazmış dün:
“Türk demek şarklı demekti. Türk demek Müslüman demekti...”
Yeniden öyle olmasını istiyormuş, formülünü vermiş: “Asimilasyoncu olmayan, “parçaların şahsiyetine sadık bir birliği” ifade eden bir Türklük geliştirmek...”
Mozambikli çocuğa İstiklal Marşı ezberleterek mi?