İzne tabi düşünce ve onlar...

"İzne tabi düşünce" olur mu? Sorsan onlar da "olmaz" derler ama bu olmazın ardından düşünce olmazlarını sıralamaya koyulurlar: "O inancımıza aykırı, yanlış anlaşılır, onu yazma. Bu, teşkilat terbiyesine zıt, ağzına da, kalemine de alma... Bizim okurlar henüz bunu algılayacak düzeyde değiller (Ne zaman olurlar acaba?)"

Yalnız bunlar mı? Kimi örgütsel oluşumların kutsal değerlerini sömürüp başka karanlık mahfillere pazarlayan ya da kendi ikbal ve istikbaline aykırı laflar edenlere ağzı dolusu şurada burada söven bazı ünlü kimselerin ölüsüne nasıl tavır alacağınızı da size öğretmeye kalkışırlar. Sert tepki görünce de "Sağlığında konuşsaydın, yazsaydın ya..." diyerek açık düşürmeye çalışırlar sizi. Oysa konuşmuş ve yazmışsınızdır, o yazmanıza yanıt da verilememiştir.

"Düşüncenin donduğu yerde söylence başlar" der Emin Özdemir. Bunlarda güncel söylenceler de pek boldur... Onlardır bütün dünyaları... O söylencelerden sahte efsaneler yaratır, medet umarlar yapay kurtarıcılardan...

Bunların dergilerine bakınız, 50 yıldır "İzne tabi düşünceleri" temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp yazı ederler. Bellediklerinin burgacında döner dururlar, işin kötüsü bu dönmeyi ayrımsayamaz, çok yol aldıklarını sanırlar.

Kendileri fikir ve bilgi üretemezler, bu bağlamda tam anlamıyla aşağılık duygusu içindedirler. Veee düşünsel açıdan "yok hükmünde" olan şehirlerinin dışından, genellikle de İstanbul ve Ankara gibi illerden "konferansçılar" getirtirler. Getirttikleri genellikle bunların o müzminleşmiş saplantılarını bunlara satar dururlar, bunlar da alkış vururlar. Konferansçılarla hatıra fotoğrafı çektirir, sosyal medyaya servis ederler "ne önemli adam olduklarını" göstermek için. Haa olsa ki, o gelen konferansçı aykırı bir iki laf etse, bunların bellediklerini sarsmaya kalksa... Hemen ayağa fırlar, 1968 model takıntılarını soru haline getirerek sıkıştırmaya çalışırlar o çağrılı kişiyi, ayar ve akıl vermeye kalkışırlar.

Bunlar karşı ve aykırı düşünceleri içeren kitapları okutmazlar yandaşlarına, kendileri okurlar, o kitap hakkındaki kalıp yargılarını emirname haline getirirler. O yandaşlar da papağanlaşıp yayarlar bu yargıları, kitabı okumuş havalarında. Örnekleyeyim: "Düşünce izni yetkisine" sahip bir büyüklerine benim bir kitabım için şöyle diyorlardı bunlar sosyal medyada: "Hocam, siz okuyun da deyin bize açıklarını, boşuna para vermeyelim..." O hocaları okudu o kitabımı, yanlış bir şey bulamadı, tüm yazdıklarımın kaynağını, hem de dinsel kaynaklarını göstermiştim. Vahim (!) bir tarih hatası (!) buldu mal bulmuş mağribi gibi. Ben Rumi tarihi, Miladi sanmışım... O hocalarına "Sen Rumi olduğuna emin misin? Yahu sen güya bir bilim insanısın, 135 sayfalık kitapta bula bula bunu mu buldun?" dedim. Yanıt vermek yerine engel koydu bana. Ve şimdi bakıyorum, bazı cühela troller bu büyük hatamı (!) yazıp duruyorlar sosyal medyada...

Ya da bir kitabım çıkıyor, internete koyuyor yayınevi; altına hemen ukalalık ve hakaret içerikli yorumlar... Peki okumuşlar mı kitabı? Hayır... Okumaya ne gerek var, onlar ki "Okumadan âlim, yazmadan kâtiptirler."

Adnan Adıvar "Osmanlıda bilimsel ve özgür düşünce, ilahiyat ve fıkhın setlerine çarpıp dağılmıştır" diyordu... "Bugün öyle değildir" diyebilir misiniz?

Yazarın Diğer Yazıları