İvan Denisoviç'le Stalin'in gölgesinde
Simdi çok uzak bir geçmiş gibi geliyor bana. Beyoğlu’ndaki Fitaş sinemasının önünde uzun kuyruklar oluşmuştu. Çamurla karışmış kirli bir kar kaplamıştı her yanı. Cebimdeki paranın hemen hepsini verip güç-bela bulabildiğim karaborsa biletimle uzun uğraşlaradan sonra, içeri girip son sıralarda bir koltuğa oturabilmiştim.
Filmi izleyip dışarı çıktığımda, gizemli bir kargaşanın savurduğu renkler, insanlar ve hayatın akışı bile değişmiş, kalabalıklar kül rengiyle beyaz içinde donmuşlardı. Üzerimdeki giysiler de değişmiş, onun ve sayısız Gulag mahkûmunun çubuk desenli tek tip üniformalarına dönüşmüşlerdi.
Doğru: Ben de bir İvan Denisoviç olmuştum o filmi görüp daha sonra da romanını okuduktan sonra. Eski Gulag tutsağı Aleksandr Soljenitsin’in ilk romanı “İvan Denisoviç’in Hayatında Bir Gün” , yalnız yazarın vatanı Sovyetler Birliği’ni değil bütün dünyayı derinden etkilemişti. SSCB’de buzların çözüldüğü, Krusçev’in, Stalin’i lanetlediği yıllardı. Batılı ve Sovyet eleştirmenler ağız birliği etmişcesine “Yeni bir Dostoyevsky ya da Tolstoy ile karşı karşıyayız” diye yazıyorlardı.
Ne var ki, Stalin’i, Alman cephesinden karısına gönderdiği mektuplarla ağır biçimde eleştirdiğinden yirmi yıl Sibirya’da ağır kürek cezasına mahkûm edilen ve Stalin’in ölümüyle salıverilen Soljenitsin’in kendi ülkesinde yayınlanan ilk ve son kitabı olacaktı İvan Denisoviç. Krusçev’le diktatörün politbürodaki ardılları Stalin’le ancak ideolojik düzeyde hesaplaşabilmiştiler; insani bağlamda hesaplaşma denemesi ise büyük riskler, hatta komünist sistemin içeriden sorgulanması gibi tehlikeleri içeriyordu. Hem de İvan Denisoviç gibi, sıradan bir Gulag mahkûmunun (Aslında Soljenitsin’in kendisiydi) Sovyet ölüm kamplarında geçen binlerce ve birbirinin benzeri gri günlerin yalnızca birini sade, klasik bir dille anlatan eser, insani acının, trajedinin sıradanlığıyla etkilemişti okurları. Soljenitsin’in değer romanları İlk Çember, Kanserliler Pavyonu artık yurtdışında yayınlanacaktı. KGB, çevresindeki çemberi giderek daraltıyordu. Sokakta bile rahatça gezemiyordu artık. Yıllarca onun dönüşünü bekleyen karısından bile kuşkulanır olmuştu. Sonunda beklenen darbe indi: O Gulag’ı anlatan eserlerinden yıllar sonra ikibin sayfalık Gulag Takımadamları adlı incelemesini yurtdışına çıkartarak Batı’da yayınlattı. KGB Başkanı Yury Andropov, Brejnev’in başkanlığındaki Politbüro toplantısına sunduğu raporunda, “Soljenitsin’in bu kitap yüzünden tutuklanmasının kapitalist dünyada SSCB aleyhine başlayan kampanyayı daha da güçlendireceğini, bu nedenle sürgüne yollanmasının uygun olacağını söyledi.” Böylece yazar Politbüro’nun kararıyla ülkesinden kovuldu. Soğuk bir Moskova gecesinde Soljenitsin tek bavuluyla uçağa bindirilip Almanya’ya postalandı.
O günden bu günlere İvan Denisoviç yazarının değiştiği pek söylenmese de dünya çok değişti. Onu kovan Sovyet İmparatorluğu tarihe karıştı. Yeni Rusya’da Gulag edebiyatı adeta sektör haline dönüştü. Soljenitsin oturduğu ABD’den yine (Ağustos 1914, Kızıl Tekerlek, Lenin Zürih’te) büyük romanlar yazdı ama en çok dikkat çeken Politbüro’ya seslendiği ve komünizmi lanetlediği açık mektuplarıydı.
Sonunda kendisi için kolay olmayan bir karar vererek artık komünizmin tarihe karıştığı Rusya’ya döndü. Yeltsin ve yönetimi onu “Rusya’nın vicdanı” olarak karşıladılar. O dönemlerde yazdığı Rusya’nın geleceğiyle ilgili iki kitap Yeltsin’in ve yeni Rus liberallerinin başucu klitabı haline gelmişti. Soljenitsin, Rusya’nın Slavik çekirdeğinin korunup daha da güçlendirilerek yeni Rus devletinin Rusluk ve Slavyan ideallerini gerçekleştireceğini söylüyor, “Biz yalnızca Ukrayna, Beyaz Rusya ve Kuzey Kazakistan’ı kapsayan tek bir Rus-Slav devleti olmalıyız. Orta Asya, Kafkaslar ve eski Cumhuriyetleri artık kendi kaderlerine bırakmalıyız” diyordu. Yeltsin, BDT modelini işte onun bu düşünceleinden çıkarmıştı. (Sürecek)