İstanbul’dan bir Biden geçti
Yazınca, sanki saldırgan benmişim gibi hissediyorum. Ama gerçekleri başka türlü ifade yolu yok ki. Siyasetçin, cahil ve çıkarcıysa. Onları izleyen gazetecin, en az onun kadar cahil ve çıkarcıysa. Halkın yüzde 51’i de bu sınıftan yetişiyorsa. Yapılacak bir şey yok. Derdimi bu kadar depreştiren, ABD Başkan Yardımcısı Biden’ın, İstanbul temasları. İngilizce bildikleri için onu izlemekle görevlendirilen kişiler, korkudan mı, cehaletten mi, böyle konuşuyor. Anlamakta zorlanıyorum.
Ders olsun, öğrensinler diye yazıyorum. ABD siyasetinde, başkan yardımcısının, pek kıymeti harbiyesi yoktur. Bu kişiler, ya siyasi denge veya başkana zarar vermeden ikinci planda olmaları için seçilir. Genelde, Başkanlar meşgulken, yetişemedikleri bazı yerlerde hazır bulunurlar. Bunu ilk kez Reagan döneminde, Başkan Yardımcısı Bush ile Amerikan basınının dalga geçişi sırasında öğrenmiş ve de hayret etmiştim. Baba Bush’u, dünya adam yerine koymazken, Özal giderayak ona uğramış, elini sıkmıştı. Bu işlem daha sonra, Baba Bush ile Özal arasındaki dostluğun temeli oldu ve Türkiye’yi bataklığa sürükledi.
Baba Bush, etkisiz başkan yardımcısı kuralına uydu ve herkesin dalga geçtiği Quayle’i başkan yardımcısı seçti. Herkes, kendisinden daha az zekiyi seçiyor tabii. Başkan yardımcıları arasında, en etkini, daha sonra gölge başkan olarak tanımlanan, oğul Bush’un yardımcısı Dick Cheney’di. İstisnaydı. Obama da seçilirken, kendisine engel olmayacak, silik, Bush gibi bir başkan yardımcısı seçti. Biden’ı. Kaderimiz, bir Rum ve Yunan dostu olan Biden’ın, amansız bir Türk düşmanı da olması. NATO müttefiki Türkiye’ye, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası uygulanan silah ambargosunu koyduran, genç senatörlerden biriydi. Bu yüzden, şu anda, bizde iş başında olan politikacılarla iyi anlaşması, beni hiç mi hiç, şaşırtmadı.
Gelelim Türkiye temaslarına. Görüştüğü liderlerden biri, hatırlarsanız, “Biden benim için tarih olmuştur” demişti. Tarihi bilmediği, son günlerde yaptığı veciz açıklamalar ile kanıtlanırken, hızla her yaptığı gibi, tutumunu değiştirdi. Adamı övüp, neredeyse gidip yanağından öpücük alacaktı. Öteki de Harvard’da yalancılıkla suçladığı ev sahibine, övgü yazdı. Özür dilemedim dedi. Beyaz Saray açıklama yaptı, özür dilemedi dedi. Sonra da İstanbul ortak basın toplantısında, münasebetsiz bir gazetecinin çıkıp soru sormasını önlemek için, soru sormak yasaklandı.
Peki, İstanbul ziyaretinin amacı neydi? Türkiye, Irak, Rusya ve Ukrayna mı? Hayır, bunlar perde konular. Asıl konu, Kıbrıs ve Rum gazı. ABD, bir süredir petrol fiyatlarını düşürerek, Rusların en büyük gelir kaynağını azaltıp, zarar vermek istiyor. Putin, salak değil, İran ambargosu sırasında Türkiye’nin, altın ticareti ile Batı ambargosunu nasıl deldiğini bildiklerinden, Türkiye’ye gelip aynı oyunu oynamak istiyor. Karşılığı malum; bir 17 Aralık daha.
Batı, Avrupa’yı besleyen enerjideki açığı, Akdeniz’in doğusundaki, yeni gaz alanları ile aşmayı planlıyor. Bu konu için de Akdeniz’in doğusunda, Mısır, İsrail, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan ittifak kurdu. Dikkatinizi çekerim, bu ittifakta Türkiye yok ve oyunbozan rolünde. İşte Kıbrıs gaz ve enerji konusu, Biden’ın ikinci önemli konusu. Belki de esas konu. Erdoğan’la uzun konuşmada, Kürt konusu konuştuklarını sanmıyorum. Belki Kıbrıs’tan nasıl asker çekileceği konuşuldu. Yakında, Rum basını yazar.
Peki, bizimkilerin, Arap’ın yalellisi gibi söyledikleri türkü, Irak ve Suriye’de silahtan arındırılmış bölgeler, Suriye’de uçuşa yasaklanmış bölge ne oldu? Yandı, bitti, kül oldu. Onlar kendileri için önemli olan PKK’nın yasallaşması ve IŞİD belasını dile getirdi. Bizimkilere de kendi topraklarımızda, düşmanlarımızı yetiştirme gibi ulvi bir görev verdiler. Sıra bizi parçalama hamlesinde. Daha önce söylediğimiz gibi, bayrağa, askere sahip çıkmayan, memleketin parçalanmasına da ses çıkarmaz.
Herkesin gözünden kaçan, ekonomik çöküşteki hızlanma ve uyarıların artık ima yoluyla değil, açık seçik yapılması. Kredi notları düşürülürken, en sonunda, hani kredi verdiğimiz IMF var ya, o da Türk ekonomisi konusunda uyardı. Geçmişten bilirim, IMF uyarıları hiç hayra alamet değildir. Adamın elinden sarayı, altından arabasını falan da alır giderler. Diktatörler sonra da kaybolur gider.