İşsizlik neden düşmüyor?
2012 Ocak ayı işsizlik oranı yüzde 10.2 olarak açıklandı. Geçen yıl Ocak ayında bu oran yüzde 11.9 idi. Demek ki geçen yıla göre, bu yılın Ocak ayı işsizlik oranı 1.7 puan daha düşük çıktı. Ancak yine de bu işsizlik oranı yüksektir. Geçen sene çok yüksekti. Bu sene yüksek. Seneye de düşme beklenmiyor. Oysa ki 2000 ve öncesinde işsizlik oranı yüzde 7 düzeyinde idi.
İşsizlik oranı neden düşmüyor?
1) Hükümetin işsizlik oranını düşürmek diye bir niyeti yok... Düşmesi için politika üretmiyor. Hükümet üyeleri de istihdam üstündeki yüklerin yüksek olduğunu söylüyor. Ancak bugüne kadar, hiçbir önlem alınmadı. İstihdam yükü , AB ortalamasına çekilmedi.
2) Yatırımlara verilecek teşvikler, istihdamın artmasını ve işsizliğin yüzde10’un altına düşmesini sağlayabilir. Ancak Başbakan ve ilgili bakanlar önce işin reklamını yapıyor. Ortada bir kararname yok. Kararname ve mevzuat yapılmadan önce, gerek Başbakan ve gerekse ilgili bakanlar ortalığı velveleye verdi. Ne var ki kararnamenin henüz çıkmamış olması, işin ciddiyetini bozdu. Yerli ve yabancı yatırımcı da güven sorunu yarattı. Kaldı ki bu teşvikler yalnız iki yıl içinde yapılacak yatırımlar için verilecek ve 2013’te de teşvik oranları düşecek. Yani sürekli değil. Oysa ki bir yatırımın yalnızca planlaması birkaç yıl sürüyor.
3) TL’nin değerli olması nedeniyle, ara malı ve ham madde ithalatı arttı. Sanayide yüzde 70, ihracatta yüzde 80 ithal ara malı kullanılıyor. Ara malını içeride üretmeyince, istihdam da düşüyor. Adeta ithal ettiğimiz ülkelerde istihdam yaratılmasına katkı yapmış oluyoruz. Buna rağmen, hükümet ve MB, kur politikasını değiştirmiyor. Hatta tersine MB, kur artmasın, TL değerli kalsın diye müdahale ediyor.
4) Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, toplumsal refahı artırmak için kalkınma politikaları uygulamak gerekir. Çünkü yalnızca büyüme politikaları, gelir dağılımı ve istihdamı sağlamakta yetersiz kalıyor. Ya da eğer çalışanlara büyümeden pay verilmezse tersine gelir dağılımı bozuluyor. Kalkınmanın yolu, devletin daha aktif rol almasıyla mümkündür. Devlet, piyasanın şeffaf ve rekabetçi olması için önlemler almalıdır. Oligopol yapıları kırmalıdır. Bugün her sektörde oligopol yapı var. Fiyatlar her zaman tüketici aleyhine oluşuyor. Londra’da pamuklu ve sağlam bir gömleği 25 liraya alıyorsunuz, Türkiye’de aynı gömlek yüz lira. Bunun nedeni, TL’nin değerli olması ve piyasanın oligopol yapısıdır.
5) Bankacılık sisteminde, kartelleşme var. Bankalar, yüzde 9’dan mevduat topluyor. Yatırımcıya yüzde 21’den satıyor... 20 banka kredi kartı veriyor. MB kredi kartlarında maksimum oranı belirliyor. Bankaların 20’si de maksimum orandan yüzde 30 dolayında faiz alıyor. Yatırım kredilerinin pahalı olması, bankaların yüksek kar marjlarından ileri geliyor. Amerika’da ve Avrupa’da bankalar bir puanla, yüzde 5 kârla kredi veriyor. Bizimkiler,10-20 puanla, yani yüzde100 ve yüzde 300 kârla kredi veriyor. Bu kredi faizleri ile hiç kimse yatırıma cesaret edemiyor. Sanayici ara malı üretmek yerine, ithal etmeyi daha kârlı buluyor. Bankaların bu şekilde spekülatif kâr peşinde koşmalarını engelleyecek devlet anlayışı olması gerekir. Devletin Anayasanın 167. maddesine göre, kartelleşmeyi önlemesi gerekir. Ancak AKP iktidarı, devleti tu-kaka görüyor. Geçen ay televizyonda röportaj yapan bayan, bir CHP’liye soruyor: Artık devletçilik ve laiklik gibi abes işlerle uğraşmıyorsunuz değil mi? CHP’li kem küm ediyor. İşte AKP’nin yanlış olan devlet anlayışı, ekonomiyi ve kendini bilmez insanları bu düzeylere kadar taşıdı.
6) Bir hükümetin, işsizliği çözmesi için ne kadar işsize iş yaratacağını bilmesi gerekir. Bunun için de önce işsiz sayısını iyi bilmelidir. Oysa ki TÜİK bu işi saptırıyor. Söz gelimi; Ocak ayında 2 milyon 664 bin işsiz var diyor. Oysa ki yarın iş bulsa çalışacak dediği 2 milyon 152 işsiz de ayrıca var. Yani eğer iş bulacaksak, 4 milyon 816 kişiye iş bulmak şeklinde bir planlama içinde olmalıyız. Aksi halde işsizi yarı yarıya göstermek, kafayı kuma sokmak olacaktır.