İslam’da faiz anlayışı değişmelidir

İslam ülkelerinin kalkınmasında faiz anlayışının önemli etkisi vardır. Petrol zengini olmakla, kalkınmak ve gelişmek farklıdır. Kalkınmak, bir ülkenin hem refahının artması, hem de eğitim ve kültür düzeyinin artması demektir.
Bir ülkenin kalkınması için, doğanın sunduğu kaynaklar, yer altı zenginlikleri yetmiyor... Ayrıca mevcut kaynakları, ulusal ve uluslararası düzeyde, etkin bir şekilde kullanacak insana ihtiyaç var. Yine bu kaynakların refaha dönüşmesi için, ulusal politikalara ihtiyaç var.
Bütün bu doğrular için ise, oyunu kuralına göre oynamak gerekir. İktisat politikasında faiz önemli bir enstrümandır. Oysa ki İslami kurallara göre faiz haramdır. Bu şartlarda, İslam ülkeleri, İslami fonlara ulaşmak için, her türlü dolambaçlı yolları deniyor.
Doğrusu İslam’da faizi yeniden yorumlamaktır. Örneğin, makul bir reel faiz, paranın kirasıdır... Ancak, yüksek spekülatif, tefeci faizi etik açıdan da doğru değildir... Piyasa düzenini de bozar. Bu nedenle aslında yasak olması gereken bu tefeci faizidir. Örneğin Türkiye’de banka ve kredi kartlarından alınan ve yüzde 70’e varan faiz tefeci faizidir. Etik açıdan doğru değil... Günahtır... Ancak bu günahı bizzat Merkez Bankası işliyor... Bankaları tefeciliğe itiyor. Çünkü banka ve kredi kartı faizlerini MB tayin ediyor.
Faizi yeniden yorumlamak yerine, İslam ülkeleri, faizin arkasından dolanıyor. İki günah birden işliyorlar... Çünkü, faiz yerine kâr payı vermenin bir hülle olduğunu herkes bilir ve kanmaz.
Faize karşı hülle konusunda rekor Türkiye’dedir. Şimdi hükümet geçen yıllarda, “Kira Sertifikası ve Gayrimenkul Ortaklığı Senetlerine İlişkin” bir yasa çıkardı.
Amaç bir sukuku icaradır.
Sukuk, genel olarak İslami prensiplere uygun, faizsiz tahvil olarak tanımlanır.
Bu anlayışa göre “Bakanlık binaları, KİT arsaları, otoyollar, limanlar, büyük barajlar, hastaneler ve lojmanlar gibi kamu varlıkları geri alım taahhüdüyle satışa çıkarılacak.” Ancak Cumhurbaşkanlığı, TBMM, yargı organları, MİT’e ait arsalar ve tabiat varlıkları kapsam dışında tutulacaktır. Kurumlar, bu varlıklar için kira sertifikası ve yatırım ortaklığı senetleri çıkaracak. Bu senetler özellikle Körfez ülkelerine satılacak. Satış karşılığı elde edilecek gelir Hazine’ye aktarılacak. Uluslararası yatırımcılar, aldıkları senetler karşılığında Hazine ile ayrı bir kiralama anlaşması yapacak. Hazine de kamu kurumunun o güne kadarki kullanıcısıyla ayrı bir kiralama anlaşması yapacak.
Örneğin bir bakanlık binası için çıkarılacak sertifika ve senetler Arap sermayesine 100 milyon dolardan satılacak. Aynı anda ilgili varlığın belli bir süre sonunda geri alınacağına ilişkin sözleşme imzalanacak. Senetleri alan yatırımcı Hazine ile kira sözleşmesi yapacak. Hazine de ilgili bakanlıkla ayrı bir sözleşme imzalayacak.
Bu sözleşme sonucunda; örneğin, 10 yıl sonunda satış fiyatının üzerinde bir rakam yatırımcıya ödenecek. Yani ilgili bakanlık yıllardır kullandığı kendi binasında kiracı olacak.
Sukuk pazarının boyutu 50 milyar dolardır. Buradan bize en fazla üç- beş milyar gelir. Türkiye’nin AKP döneminde 310 milyar cari açık yoluyla döviz kaybı oldu. 3-5 milyar dolar için Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlık binasının Araplara satılması doğru mu?

Yazarın Diğer Yazıları