İki sütun sekiz santimlik Hürriyet
PKK’lı teröristler başköşede, bayrak dalgalansın diye şehit olanların aileleri 25. sayfanın dip köşesinde... Madem dalgalandıramayacaksınız, kaldırın Türk bayrağını o logodan!
Meğer nelere kadirmiş şu PKK’nın dağdan “şefkatli kollara” yuvarladığı teröristler. Baksanıza epeydir gündemden kaçmak için magazin gelişmeleri veya üçüncü sayfa haberlerini manşete çeken Hürriyet bile bu vesile ile “günün haberi”ni, kedinin ciğere baktığı gibi uzaktan izlemekten kurtuldu. Aldı dağdan inen canilerin zafer işaretleri yaptıkları fotoğrafı, koydu birinci sayfanın göbeğine. Bir de başlık:
“Umut verici ve sevindirici”
Sembolik bir “sorgu” faslından sonra “koşulsuz, sınırsız özgürlük”lerine kavuşan PKK’lıları, dokuz sekizlik attırarak karşılayan Hürriyet, İzmir Şehit Aileleri İnsan Hakları ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Nurettin Yeşilbağ’ın “Teröristlere bir de madalya verin” isyanını ise bakın nasıl haber verdi okuyucusuna?
Gazetenin ‘25. sayfası’nın en dibinde, iki sütuna ölçtük tam sekiz santimlik bir alana; artık sıkıştırarak mı dersiniz, gizleyerek mi, fırlatıp atarak mı size kalmış, lütfedip dolgu malzemesi niyetine kullanıvermiş. Bakın en sağdaki küpürde, yuvarlak içine aldığımız alan. Kocaman ilanın yanında “yok”muş gibi zaten haber. Toplumu, bütün bu olup biteni kabullenmiş, sesini kesmiş, boynunu büküp oturduğu yerde oturmuş gibi göstermek ister gibi.
Şehit ailelerinin, önceki günkü kepazelikten sonra, vatanın bölünmez bütünlüğünün korunması, Türk bayrağının özgürce dalgalanabilmesi, Türkiye’nin Türklerin kalabilmesi için evlatlarının verdiği canı, akıttığı kanı “helal” etmediklerini duyurmak istemez gibi.
O zaman ne işi var o “Türk bayrağı”nın logonuzda? Ne işi var “Atatürk”ün? Niye “Türkiye Türklerindir” felsefesini benimsiyormuş ‘gibi’ yapıyorsunuz?
Üzerinde yaşayanların, onu kuran ve yaşatanlarının ayaklarının altından kayıp giden bir ülkede, ‘en büyük gazete’ olma iddiasındaki gazetenin Genel Yayın Yönetmeni kendi derdine düşmüş. Milletin cayır cayır yanan bağrına değil, ‘Gazete genel yayın yönetmeni eskisi doldu. Koltuğumun altı mı oyuluyor’ diye yakıp kavuran şahsi yangınına su püskürtmekle meşgul. Efendim Sedat Ergin’in yazması ikisinde de komplekse neden olmamış da... Hürriyet bundan böyle daha prestijliymiş de...
Ha bayrağın çöpe atıldığı Bursa’nın valisi, ha şehit ailelerinin teröristlerin ayak altı edildiği Hürriyet’in Yayın yönetmeni. Aralarında ne fark var?
Prestij dediğin saygınlık değil mi? İtibar değil mi? Yolu güvenden geçmiyor mu?
Evladını, eşini, babasını, sevgilisini, arkadaşını, komşusunu, köylüsünü katleden teröristleri baş tacı edip, kendisine iki sütuna sekiz santimlik “hürriyet” tanıyan bir gazeteye mi itibar edecek bu insanlar? Bu milletin tiraj için en kutsal değerlerini kullanan, İmralı’ya yağcılık için ise en temel insani vasıflarını rafa kaldıranlara saygı duyabileceğine inanıyor musunuz?
Öyleyse hiç farkınız yok üçüncü sayfa yazarınızın maskelerini düşürdüğü “kara propagandacılar”dan... Öyleyse siz bu milleti gerçekten hiç tanımamışsınız! Öyleyse indirin o bayrağı, gölgeniz vurmasın üzerine!
++++++
GÜNÜN SÖZÜ
PKK’yı, Ergenekon’a bağlamaya çalışıyorlar! Doğru olsa “PKK’lıyım” diyenin 10 dakikada serbest bırakıldığı bir zamanda Ergenekon sanıkları içerde olur muydu?
* Gülhan Elmas
++++++
Kara propaganda
Kimmiş bu gelen teröristler?
“Barış” grubu.
Sen kimsin bu durumda?
“Savaş” grubu.
“Demokrasi, özgürlük, barış, empati, uzlaşı, kültür, hoşgörü, etik, insan hakları” gibi saygın kavramları, seni susturmak için, sana karşı kullanıyorlar. “Kara propaganda”dır bu.
Terörün silahsız olanı. Cephanesi, hile, iftira, entrika, fitne, nifak, dedikodu ve rivayettir... Maske takar. Yalanı, gerçek gibi anlatır. Ajanı, aydın diye ambalajlar. Yorum üfler, manşet pompalar. Biat edeni yüceltir, itaat edeni alkışlar. Varolmayanı, varmış gibi gösterir. Saptırır... “Bu açılımın içinde ne var?” diye sor mesela... “Analar ağlasın mı istiyorsun?” diye kontra sorar. Dağa çıkan sendin çünkü! Hayatında kırmızı ışıkta bile geçmediğin halde, anaları ağlatan sanki senmişsin gibi suçlanırsın, utanırsın, susarsın.
Ve, muhtemelen... Endişelisin bu yüzden. Irkçı filan diye yaftalanmaktan korktuğun için, fikirlerini özgürce ifade edemiyorsun. Kendini yalnız hissediyorsun. Son zamanlarda sık sık “Acaba ben mi yanlış düşünüyorum” duygusuna kapılıyorsun. Ramak kaldı... Sürüye katılmak üzeresin. Çünkü... Bir türlü açamadıkları açılımın önünde tek engel var. Sana PKK’lıların teslim olduğunu söylüyorlar ama, aslında senin tıpış tıpış teslim olmanı bekliyorlar.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
++++++
Ne hallere düştük!..
AKP gazetelerinin manşetleri muhteşemdi. Kalemlerinden ve sayfalarından yağ ve bal akıyordu. İşte bazı manşetler:
“Eve dönüş bayramı.”
“Habur’da barış için ilk adım. Gelenleri pişman etmeyelim.”
“Cumhuriyet’in barış miladı.”
“Açılıma dağ dayanmaz.”
Yağcılığın, yalancılığın bu kadarı olur mu demeyin. Eğer bu medya patronları AKP’nin yanaşması ise her şey olur. Ülkemizde gazetecilik çoktaaan bitti. Onlar gazeteci falan değil, medya baronları. Bugünkü iktidardan beslenen, milyarlarca dolarlık ihaleler alan, beklentileri olan, işleri bozulmasın diye yatıp kalkan Tayyip’e dualar eden, karşısında el pençe divan duran, bazıları da korkutulmuş ve sindirilmiş para babaları. Onlar gazeteci falan değil, bugünkü AKP iktidarının emir kulları. Meslek onurumuzu da kendi çıkarları için ayaklar altına almaktan utanmayan, gazetecilik kisvesi altında yağcılık yapıp milletimizi kandırmaya yeltenen çıkarcılar.
34 kişi PKK tarafından Kuzey Irak’ta seçiliyor. Bu isimler, ya da nitelikleri, İmralı Adası’ndan örgütü yönetmekte olan Apo’ya bildiriliyor. Onay alındıktan sonra Türkiye’ye “Barış elçisi” yutturmacası ile gönderiliyor. Ellerinde bir mektup: “Önderimiz Abdullah Öcalan’ın yol planı kamuoyuna açıklansın. Askeri operasyonlar durdurulsun. Kürt halkının özgür iradesi esas alınsın. Kürt kimliği anayasaya girsin. Kürtçe her alanda kullanılsın. Sivil demokratik bir anayasa hazırlansın.”
Bu işin tam Türkçe tercümesi şu:
Kürdistan artık kurulsun.
İkinci aşama ise şöyle gelecek:
Hadi bize eyvallah abiler, biz Kürdistan’ı kurduk, sizden ayrılıyoruz.
Bu tezgahı milyonlarca insanımız görüyor da, Tayyip mayyip görmüyor mu? Elbet görüyor ama ABD ve AB’den gelen direktifleri uygulamak zorunda. Emir geldi: Ermeni sınırını aç. Kürtlere özgürlük ver!
Tek tip üniformalarıyla pazartesi günü Türkiye’ye gelip şimdi hepsi de serbest kalanlar ne dediler: “Eve dönüş, etkin pişmanlık gibi yasalardan yararlanmayacağız. Biz teslim olmaya gelmedik.”
Adamlar haklı. Teslim olmaya değil, teslim almaya geldiler.
Bu kez aceleye geldi, bundan sonraki kafileleri mutlaka resmi törenle karşılamak gerekecek! Taksit taksit gelecekler, yeni mektuplar getirecekler, mitingler yapacaklar, ayaklı propaganda makineleri hızla faaliyete geçecek, dünya ayağa kaldırılacak. Örgütünü İmralı’dan özgürce yöneten Apo’ya belki basın toplantısı yapma hakkı verilecek.
Belki o zaman “Bu konuya Milli Güvenlik Kurulu el koymuştur” gibi açıklamalar yapmak zorunda kalacaklar.
MGK geçmişte işlevi olan ve önemsenen bir kuruldu. AKP, AB’den gelen emir doğrultusunda yasayı değiştirdi. Şimdi o kurul, beş komutanın katılması dışında Tayyip’in Bakanlar Kurulu’nun benzeridir.
Neyse yeni kafileleri hep birlikte bekleyelim. Onları bu kez bando mızıka ile karşılayıp güzelce ağırlayalım. Çankaya’dan Başbakanlık’tan randevuları önceden ayarlayalım. Böylece ABD, AB ve utanç verici koşullarda bile suskun kalmayı yeğleyen Türk Milleti’ni mutlu etmeyi başaralım.
Günün birinde bakarsınız sıra Türk açılımına gelmiş!
* Emin Çölaşan / Sözcü
++++++
Caniye ‘fırsat’ı verdiler
Bir söz vardır, “Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niçin öptü?” derler.
Bunlar da niye geldiler?
Birdenbire yüreklerine ateş mi düştü, memleketlerini mi özlediler de kalkıp geldiler?
Sınır kapısı, sanki bayram, zafer bayramı.... Zaferin galibi belli de mağlubunu merak ediyor musunuz?
Öcalan, “ilk sorgusu”ndan sonra, kendi isteğiyle bir daha sorgulanmak ister.
Savcı Talat Şalk’ın yazdığına göre “manevra” yaparak “Cumhuriyetin demokratikleşmesi, demokrasi için birlikte yaşamak” tezini ortaya atar.
Öcalan’ı İmralı’da sorgulayan savcı Şalk şöyle der:
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin iki uluslu, iki dilli bir devlet olduğu benimsenmeliydi. Bugün DTP’nin kongrelerinde dile getirilen talepler de Öcalan’ın talepleriyle aynı...”
Kenya’dan kaçırılıp uçakta uyutulan Öcalan, uyandıktan sonra ne demişti: “Fırsat verilirse, devlete en büyük hizmeti yapacağım!”
İşte bu gün “fırsat günü”dür!
Tam on yıl geçti, Öcalan, bu fırsatı bekledi.
Cumhuriyetin demokratikleşmesini...
Yol açıldı, yolda kim bilir daha ne fırsatlar çıkar, nasıl olsa elimizde Öcalan’ın “yol haritası” var...
* Hasan Pulur / Milliyet
++++++
TBMM’de ne dediyse o oldu
1999’da PKK’lıların gelişi iki ay sürmüştü; şimdi ise iki gün... Böyle bir organizasyon kolay değildir. Demek ki, bu işler önceden hazırlanmış; iyi pişirilmiş ve ‘servisi’de kamuoyuna gayet biçimli şekilde sunuluyor.
Türkiye’nin ‘asli unsuru’ olan Türkler rencide oluyor.
Dikkat edin, olanlar siyasal bir tepkiye dönüşmüyor. İyi ki Baykal var, Erdoğan’ın oyunlarını bozuyor. ‘Sesiz dalga’yı MHP temsil edemiyor.
İktidar, ABD’nin dikte ettirdiklerini teker teker yerine getiriyor. ABD Başkanı Obama ilk ziyaretini Türkiye’ye yaptığında Meclis’te hangi talimatları verdi:
* Ermenistan meselesini halledeceksiniz.
* Kuzey Irak’ı tanıyacaksınız.
* Kıbrıs’ta limanları açacaksınız.
Meclis, Obama talimatlarını verdikten sonra Amerikan Meclisi’ndeki gibi alkışlamadı mı? Milletvekilleri ayağa kalkmadı mı? Şimdi sıra KKTC’de, bekleyin neler olacak?
* Yalçın Bayer / Hürriyet
++++++
Teslim alma süreci
Hükümete ve bu çizgidekilere göre, PKK’lılar geldiler, teslim oldular. Muhalefete göre ise PKK’lılar Türkiye’yi teslim aldılar.
Bir de DTP var... Onlar ise meydan savaşı kazanmış ordu havasındalar.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da DTP’nin güçlü kalmasının sebebi; çatışma kültürüdür. Çatışma biterse DTP’nin altından siyasi zemin kayacaktır. PKK; bugün DTP’nin can simidi gibi görünüyor. Bu yüzden de DTP rahat durmayacak, eskiden yasadışı örgütün yaptıklarını bu kez yasal görüntü altında yürütecektir.
İşte bu yüzden muhalefet, PKK’lıların önceki gün gelip teslim olmalarını, ‘Türkiye’nin PKK’ya teslim olması’ gibi yorumluyorlar.
* Rıza Zelyut / Güneş
++++++
Çamur at izi kalsın yöntemiyle lekelemeye alışan medyanın terörsit sicili temizleme gayreti inanılır gibi değil. “Vatan” gazetesi “Kurşun sıkmayan serbest” demiş. “Kişi başına 7 dakika” düşen sorguyla mı ortaya çıktı “kurşun sıkmadıkları”? Adamlar piknikten değil terör kampından geliyor beyler. Günlerini mangal yelleyerek değil, atış talimi, bomba yapımıyla geçirdiler. İstanbul’dan Habur’a bakıp, şıp diye tespit yapan balistik uzmanı pozlarına girmeden önce iki dakika mantık bilimine kulak verseniz diyorum...
++++++
MİNİ YORUM
Denktaşlaşma tehdidi
KKTC kamuoyunun Avrupa’dan gelen fonlarla örgütlenerek egemenliklerinden vazgeçmesini destekleyen Hasan Cemal “Yoksa Bakü’de de Denktaş’laşma süreci mi?” diye sordu ve Erdoğan-Gül ikilisinin 2004 politikasını hatırlattı. Aliyev’i de bu konuda düşünmeye çağırdı.Denktaş’ın tasfiyesini içeren bu süreci örnek göstermek, zaten ABD vakıflarının kıskacında olan Azerbaycan’ı tehdit etmek değil mi? Ne cüretle? Neye güvenerek?