"İFŞA" oldular; ya sonra?

Kendisini gazeteci, araştırmacı yahut yazar olarak tanımlayanların kaleminden çıkan ve miladı 15 Temmuz 2016 olan, hatta miladı 17-25 Aralık 2013 bile olan hiçbir "FETÖ ifşası" bir "kıymet"e karşılık gelmiyor benim değerler sisteminde. İşimin bir parçası olduğu için okuyorum ama hiçbirine sırf o "örtülü itiraf" da olan paçayı kurtarma külliyatlarını yazdılar diye saygı duymuyorum, alkış tutmuyorum.

15 Temmuz 2016 gecesi Boğaziçi köprüsünde, Gölbaşı'ndaki Polis Özel Harekat Merkezi'nde ve daha sayısız "devlet" kapısının önünde maskelerini zaten en hunhar biçimde fırlatıp atmış olan bir yapılanmanın nesini "ifşa" edeceksiniz o saatten sonra!

Ha ama iş 2013'ten önce pozisyonlarını kaybetmemek, fişlenmemek, hedef gösterilmemek, kumpaslar silsilesinin bir halkasına dahil edilmemek gibi kaygılar yahut daha çok tanınmak, daha çok kazanmak gibi arzularla "deve kuşu" taklidi yapmamış olanlara gelince; onların yıllardır biriktirdikleri tecrübelerinden damıtarak yazdıkları bugünlerin yüz akları.

Son örneği, yıllardır, yaygın medyada açabildiği kadar alanda özellikle kumpas mağdurlarının sessiz çığlıklarının sesli hale gelmesinde kritik katkıları bulunan gazeteci Toyun Atilla'nın "İfşa"sı; "FETÖ" ihanetine, sadece 2016'dan sonra oluşan "güvenli alan(!)"dan bakmadığı, öncesinde ve sonrasındaki riyakarlığı da kapsadığı, FETÖ'yle mücadeleye dair ezberlerin dışına çıkıp okuru sorgulamaya da zorladığı için adının hakkını veriyor onun "İfşa"sı.

***

Kitap kurtları muhtemelen hakimdir; yayınlandığı günden bu yana birçok meslektaşı övgüyle tavsiye etti zaten Atilla'nın kitabını.

Kitapta, az buçuk tahmin edebileceğiniz üzere;

- "MİT'teki köstebeklerden", "FETÖ'yle Mücadele Birimi"nde görevlendirilen FETÖ'cü polislerden, Necip Hablemitoğlu suikastı soruşturmasının teslim edildiği FETÖ'cü polislere kadar uzanan sayısız garabetin de…

- Tıpkı FETÖ'cü olmayan askerler, polisler, medya mensupları, sermaye sahipleri, akademisyenler, siyasiler gibi FETÖ'cü olmayan "büyük yetenek" futbolcuların tasfiye süreçlerinin de…

- Yapının, "etkin pişmanlığı" mahkemeler nezdinde değil 17-25 Aralık ve 15 Temmuz kırılmalarından çok önce kendi vicdanında yaşayan mensuplarına uyguladığı zulme varan uygulamalarının da…

- Vatan hainlerinin de, Fatih Eryılmaz gibi çocuk yaştan itibaren bu yapıya bedel ödemek pahasına direnmiş kahraman vatan evlatlarının da…

- Fetullah Gülen'in, Türk polisince ilk yakalandığı tarihten bugüne kadar nasıl korunup kollandığının da, onunla aynı araçta yakalananların "önlenemez" yükselişlerinin de…

- "Katalog kadınlar"ın da…

Hikayeleri, daha neleeeer nelerle birlikte hayli ayrıntılı biçimde anlatılıyor.

Ama "Sende bıraktığı iz" diye sorarsanız bana;

Sahiden de Türkiye'nin bir daha bu nevi bir tehlikeyle karşı karşıya kalmaması isteniyorsa, FETÖ'yle mücadelenin belki de omurgasını teşkil etmesi gereken ama her nedense ısrarla teğet geçilen "psikolojik, sosyolojik rehabilitasyon/savaş" derim anında.

***

Yüzlerce belki binlerce emsal olaydan birinin "asıl mağduru"nu da konu etmiş Atilla kitabında; 13 yaşında bir kız çocuğu.

"FETÖ"nün medya karargâhlarında üst düzey görevlerde de bulunmuş, aileden FETÖ'cü, ağabeyi darbe gecenin sembol isimlerinden olan örgüt üyesi, 15 Temmuz gecesi, kendisi gibi "FETÖ'cü olan karısı"nı ve 13 yaşındaki kız çocuğunu bırakarak kayıplara karışıyor. Sonradan yurtdışına kaçtığı anlaşılıyor. Polis karısını gözaltına alıyor, kadın tutuklanıyor. Devlet bütün mal varlıklarına da el koyunca, 13 yaşındaki kız, 80 yaşındaki ninesiyle birlikte bir zamanlar sahibi oldukları apartmanın kapıcı dairesine sığınıyor; kimsesiz ve hiçbir şeysiz!

Annesi suçlu, babası suçlu…

Atilla soruyor:

- Toplum olarak 13 yaşındaki bir kız çocuğuna da soy isminin bedelini mi ödetiyoruz?

- FETÖ ile mücadelenin sosyolojik veya psikolojik bir stratejisi yok mu?

- Onu yokmuş gibi varsaymak, ötelemek onu FETÖ'cülerin yanına itmez mi?

- Neden devlet devletliğini göstermez ve babası firari, annesi cezaevinde olan bu çocuğa psikologlar eşliğinde destek olup onun da benzer kaderi yaşamasına engel olmaz?

Benzeri bir yaklaşımın var olup olmadığı cezaevlerinde tutuklu yahut hükümlü halde FETÖ'cülere dair de geçerli; bu insanlar cezaevinden "hatasını anlamış, cezasını da çekmiş olarak temiz birer sayfa açmak üzere" mi çıkacaklar, yoksa "intikam" düşleriyle mi?

Cemaat aidiyetini pekiştirebilecek etkilen/etkenlerle ilgili sistemli bir tedbir politikası oluşturuldu mu, uygulanıyor mu cezaevlerinde? Yoksa saldım çayıra artık hangi yapı kaparsa mı?

Yazarın Diğer Yazıları