İçimize bir kurt düştü...
Değer yargıları güvensizlik üzerine oturmuş bir toplumun tehlikede olduğunu söylemek için dahi olmaya gerek yok. Kimse unutmasın, ülke ayağımızın altından kaydığında altında ilk kalan da biz oluruz
İktidar, ordusuna güvenmiyor, ordusu iktidara...
İktidar, üniversitelere güvenmiyor, üniversiteler iktidara...
İktidar, hukukun bir bölümüne güvenmiyor, hukukun bir bölümü, iktidara...
Askeri yargı, sivil yargıya güvenmiyor, sivil yargı da askeri yargıya...
Öğrenciler YÖK’e güvenmiyor, YÖK ise, ne öğrencilere güven verebiliyor, ne de öğretim üyelerine.
Hükümet, kendi yandaşı dışındaki medyaya güvenmiyor, medyanın bir bölümü de hükümete güvenmiyor. Medya, kendi içinde de güvensizlik içinde...
Hükümet, yapmayı planladığı “açılımın” taraftarlarına güvenmiyor, “açılım” taraftarları hükümete güvenmiyor.
Ülkenin güvenliğinden sorumlu kurumları birbirine güvenmiyor...
Cumhuriyetin bakanı, kendi elemanlarına güvenmiyor, bakanlığın elemanları kendi bakanına güvenmiyor!...
Başbakan bakanına güvenmiyor, onunla aynı fikirde olmadığını söyleyebiliyor!...
Parlamenter, kendi meclisinin başkanına güvenmiyor...
Sonunda bu kadarı da olamaz dedirtecek durum da gerçekleşiyor; sivil hukukun da birbirine güvenmediği ortaya çıkıyor!
Devleti devlet yapan, güçler ayrılığının üç faktörü, yasama, yürütme ve hukuk arasındaki bu onulmaz güvensizlik bir çığ gibi büyüyerek halka yansıyor.
Gelecekten kuşku duyulan bir kaos ortamında, her birey “kendi gemisini kurtaran kaptan” olmak için her yolu mübah saymaz da ne yapar?
Değer yargıları güvensizlik üzerine oturmuş bir toplumun tehlikede olduğunu söylemek için beş kilogramlık bir beyine ihtiyaç yok.
Aklımızı başımıza toplayalım. Göz göre göre, ülke ayaklarımızın altından kaymakta. Kimler altında kalır iyi düşünelim. Kimlerin işine yarar iyi bilelim.
* Mehmet Halil Arık / Denizli
++++++
Bizden başka unutan yok
İngiltere’de insanlar savaş kahramanlarını unutturmamak için yıllardır 11 Kasım günü yakalarına “poppy”, Türkçesi “gelincik’’olan karton çiçekler takıyorlar.
Bu gelenek, 1. Dünya Savaşı’ndan bu yana sürüyor.
Adına ”rememberance “ diyorlar.
Afganistan’da verdikleri kayıp asker sayısının artması sonucu son dönemde, özellikle bu sene şimdiye dek görmediği kadar yoğun bir ilgi görüyor “rememberance”.
Bizde ise ”Kore nere “ bilmeden gidip gazi olan yaşlı kahramanın acı sonunu hep birlikte gazetelerden okuduk...
İngiliz sokaklarında günler öncesinden binlerce insan yakalarından gelinciklerini eksik etmiyorlar!
Sokaklarda, lüks alışveriş merkezlerinde 7’den 70’e hemen her yaştan insan bu küçük karton çiçekleri gönüllü olarak satarak gazilere ve savaşta ölen askerlerin yakınlarına yardım amaçlı para topluyorlar.
Biz de ise 18 Mart Şehitler Günü ve 19 Eylül Gaziler Günü’nün tarihini sokağa çıkıp sorsanız acaba kaç kişi bilir?
Yeni Zelandalılar’ın dedelerini anmak için taa okyanuslar ötesinden Çanakkale’ye geldiklerini düşünürsek, şehit ve gazilerimize karşı biz vatandaşlara daha çok görev düştüğünü anlamış oluruz.
TSK’nın bu konudaki hassasiyetini ve çalışmalarını unutmamak gerek.
Ancak sadece devlet dairelerine bayrak asarak ve resmi protokollerle şehitliklere çelenk bırakarak, gazilere ve şehit ailelerine yemek vererek bu işi yürütemeyiz.
Halkımızı ve gençlerimizi içinden geçtiğimiz son dönemde bilinçlendirmek için Mehmetçik Vakfı biçilmiş kaftandır.
Kurban derilerini kaçak yollardan toplayan şer odaklarına karşı Mehmetçik Vakfı gönüllü vatandaşlar aracılığıyla ülkenin her yerinde kırmızı kurdeleler dağıtabilir.
* Engin Balım / İngiltere
++++++
Utansam da, dinle beni Gazi Paşam!
Türkiye’de bir çok şey değişti. Bir çok köyün öğretmensiz olsa da okulu, doktorsuz sağlık ocağı var. Demir yolları yerine ülkemizi, Marshal Antlaşması ile söz verdiğimiz üzere, binlerce kilometrelik kara yolları ve otobanlar örümcek ağı gibi sarmakta. Demir ağlar paslandı.
Türk ordusu Atlantik ötesi dostumuz (!), sınır komşumuz ABD’nin verdiği ”anlık istihbarat bilgileri“ sayesinde önceden ilan edilmiş, teröristlerin bu nedenle içini boşalttığı binaları bombalayabiliyor.
Çok sayıda siyasi partimiz var. Namusları ve şerefleri üzerine ettikleri yemini ertesi gün unutan milletvekillerimiz var.
İhale peşinde koşan, iktidar yandaşı basınımız var. İşbirlikçi köşe yazarlarımız, Cumhuriyet’i inkar etmeyi, Anadolu’da Türklüğü yok etmeyi görev bilen, kimliksizleşmiş ceplerini avro ve dolarlarla dolduran bilim adamlarımız var. SOROS’un, AB’in fonları ile beslenen, beyinleri ’sivil örümcek’in ağına teslim olmuş, çağdaş sivil toplum örgütlerimiz , “Kemalizm gericiliktir” diyen, üniversite rektörlerimiz var.
Bir de Gazi Paşam; ABD patentli bir iktidar partimiz var. Yönetilerek yönetiyorlar Türkiye’yi... Üstelik “Ne mutlu Türk’üm diyene sözünü her yere yazmak ilkelliktir” diyen bir Cumhurbaşkanı var Çankaya’da, senin makamında.
Evlerimizde renkli televizyonlar, çocuklarımızın cebinde bile cep telefonları var. G3’lerimiz, internetimiz var.. Kısacası Gazi Paşam; Türkiye çok ama çok ilerledi senden sonra...(!)
Batılılaştık Gazi Paşam..Artık Washington’dan, Brüksel’den aldığımız tavsiyelerle yönetilir olduk.
19-Ekim’de bir kısım teröristler “ önderlerinin emriyle” eve dönüş yaptılar. Mobil mahkeme kurup serbest bıraktık onları.
Şimdi sen “Bütün bunlar olurken yurt severler nerede?” diye soracaksın değil mi? Silivri Ceza Evi Kampüsü’nde..
Laikler mi?
Onlar dışarıda Paşam; Hatta laik, Atatürkçü (!) bir rektörümüz tutuklanmıştı da, “Ben laik bir Atatürkçüyüm, ama ABD ve AB karşıtı değilim.Hatta Amerikancıyım” dediği gün serbest bırakıldı.
* Figen Özen
++++++
‘Dersim Soykırımı’ yolu döşeniyor
Onur Öymen’in maksadının ne olduğu açık... Bu sözleri çarpıtmaya kararlı bay ve bayanlar, “Dersim” konusunda madem bu kadar hassassınız dün nerdeydiniz?
Hangi dün mü? Geçen yıl tam da bugünlerde (13 Kasım) Avrupa Parlamentosu’nun ortasında “Dersim Soykırım” iftirası konulu toplantı düzenlendiğinde.
O toplantıyı kimler düzenlemişti hatırlıyor musunuz? PKK-DTP faaliyetlerinin baş misafiri AP Milletvekili Feleknas Uca, Adalet ve Demokrasi için Avrupa Ermeni Federasyonu Başkanı Hilda Çobanyan, AB tarafından beslenip, büyütülen Dersim Yeniden İnşa Derneği ve Demokratik Aleviler Federasyonu, bazı yerli ve yabancı malum aydınlar, bazı Avrupa milletvekilleri...
Konferansla ilgili çağrıda, Tunceli’de 1937 ve 1938 yıllarında “soykırım” yapıldığı iddia edildikten sonra şöyle deniliyordu:
“Dersim katliamı, ‘Dersim bir çıbanbaşıdır’ sözleriyle Türkiye Cumhuriyeti rejiminin Dersim’i hedef göstermesiyle başladı. 4 Mayıs 1937 günü Bakanlar Kurulu toplandı ve ’Gayet Gizlidir’ ibareli yarım sayfadan oluşan kararla Dersim’in katliam fermanı imzalandı.”
Yine bu ihanet toplantısının davetiyesinde şu iftiralar yer alıyordu:
“1937 ilkbaharında Türk ordusu, Dersim bölgesinde köyleri yaktı, on binlerce sivili, erkek, kadın, çocuk demeden öldürdü. Bu merhametsiz faaliyetlerin sebebi Kürt, Alevi ve Kızılbaş olmalarıydı. Üzerinden 70 yıl geçmesine rağmen, Türkiye bu soykırımı tanımada da isteksiz. ”
Anladınız mı Öymen’in sözlerinin üzerine mal bulmuş mağribi gibi atlamalarının gerçek sebebini?
“Dersim Soykırımı” iftirasını kabul ettirmenin yollarını döşüyorlar!..
* Müyesser Yıldız
++++++
Doğru Kandil’e...
“Berlin’de 9-10-11 Kasım 1989’da sabaha karşı olduğumuz yerde değiliz. Oraları artık yok bile. 10 Kasım 1938’de hiç kalamayız. İnsan görmediği, yaşamadığı şeyi özleyemez de...” diye asıl amacını yazıvermişsin. Ey Cengiz Çandar, bir yerlere köle olmalarının, kendilerini kurtaracağına mukabil söylemler içerisinde bulunarak, bu asil millete el altından uyuşturucu vermeye çalışma.
Sen git Kandil dağında PKK ile hasbihal etmeye devam et.
* Fikret Şahin
++++++
Yorulmak yok; zıplayıver Çekirge
“Ne olur Kıbrıs’taki askerlerimizi ” güvercin kanatlarına bindirip “ çeksek...
Ne yapar dünya?
Ne der Rum tarafı.
Mesela Fransa ya da İngiltere?”
Niçin yalnız Kıbrıs?
Sıçra Çekirge’m.
İçindekini söyle.
’Mesela’ desen ve haykırsan:
Sevr antlaşmasında emperyalist güçlerin dost Ermenistan’a verdikleri Erzurum, Erzincan, Kars, Iğdır hemen paket teslim.
Hatay ilimizi aynı şekilde Suriye’ye teslim etsek.
Çekirge’m zıpla zıpla ve düşünceni açıkla.
Hemen tüm deniz, hava ve kara çalışmalarını durdurup yeni seçilen Yunan hükümetine seni elçi olarak göndersek.
Onlara desen ki: kardeşlerim ne istiyorsanız eyvallah.
Tabi bu alkışlar sana yetmez Çekirge’m.
Patrik hazretlerine koş. Müjdeni iste.
De ki “ekümenlik kararı çıktı” .
Bahşiş olarak Pontus Rum Devleti’ni de hediye ediyorlar.
Çekirgem şimdi diyeceksin ki peki Kürt açılımında bir görevim yok mu?
Olmaz olur mu?
Kuzey Irak Amerikan devletini pardon Kürt devletini tanıtma şerefi sana ait olsun.
Yoruldum deme sakın. Mesela Mardin ilimizi Süryanilere verme planlarını yap. Ha Çekirge, sınırlarımıza zıpla bak bakalım ne yapabilirsin.
* Kadir Barut / İskenderun
++++++
Meriç ve Kısakürek’ten sufle
Cemil Meriç, Bu Ülke isimli eserinde ”Üzerinde anlaştığımız hiçbir ilke yok. Hristıyanlaşmadık ama içimizde bir ortaçağ keşişi yaşıyor. Elbirliğiyle sarıldığımız tek müessese, afaroz. Sevginin, anlayışın, dayanışmanın kaybolduğu karanlık devirlerde tenkit susar, hiciv konuşur... “
”Avrupayı tanıyan, ülkesinden kopuyor. Bu lanet çemberinden nasıl kurtulacağız? Yığın Avrupalılaşırken,aydınlar Türkleşmeli...“ Meriç’in, Mağaradakiler isimli eserinde aydınımızın nasıl olması gerektiğini ne güzel de resmetmişti!.. ” Bu çağın vicdanı olmak isterdim, bir çağın, daha doğrusu bu ülkenin, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını, Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim. Muhteşem bir maziyi, daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak isterdim, kelimeden, sevgiden bir köprü.. “
Bugün ülkemizde insanlar arasında yeni duvarlar örülmeye çalışılırken bu düşünceler ne kadar da manidar değil mi? ” Kim var? “ diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert ’Ben varım!’cevabını verici, her ferdi ’Benim olmadığım yerde kimse yoktur!’ fikrini besleyici bir dava ahlakına kaynak bir gençlik, diyen Necip Fazıl’ın aksine, bugün sadece liderinin ağzına ve şahsı ikballerine bakan, sadece alkışlayan bir gençlikle nereye kadar? Ben de açılım tartşmalarına Necip Fazıl ve Cemil Meriç ile açılıma sufle vermek istedim.
* Abdurrahman Akın / Çay Haber
++++++
MİNİ YORUM
Kulüp gençleşiyor: Küçük sapık
Dün bir gazetede yayımlanan “alt alta-üst üste” röportajı görünce, “haber” i sadece televizyonlardan alan, “yorum” u yine sadece, her gün beynimizi kemiren ekran farelerinden dinleyen geniş bir toplum kesimi adına üzüldüm. Kavgadan reyting doğar mantığıyla kanal kanal gezdirilen “taze” nin sapıklar kulübünde tutunma nedeni, meğer sadece ahlaksızlıktan taraf olmasıymış...