Hoşgeldin Tanzimat...
Batılı yazarların, birden bire “İslamist demokrasi” havarisi kesilip hukuka karşı salvo atışlarına başlamaları ilginç değil mi?
Osmanlı’nın Ondokuzuncu Yüzyılı, neredeyse baştan başa, içle dışın, iç durumla dış politikanın, dış tehditle iç gelişmenin birbirine karıştığı bir tarih kesitidir. Aslında Tanzimat Fermanı’yla başlamaz ve o dönemin sona ermesiyle bitmez ama 1839 tarihli Ferman bütün yüzyılın genel niteliğine adını vermiştir.
Nedir o nitelik?
Aslında, can çekişen koca bir imparatorluk vardır. İçteki düzen çökmüş, Rumeli ve Anadolu “âyan” ı ayaklanmış, padişah yönetimi yeni bir derebeyliğin tehdidi altına girmiştir. Mısır Valisi Arnavut kökenli Mehmet Ali Paşa kolay kabul edilmez isteklerle ortaya çıkmıştır. Öte yandan, “Hasta Adam” ın terekesini paylaşmak isteyen Batılı sömürgeciler ve Rus Çarlığı, “gayrimüslim azınlıkların haklarına sahip çıkmak” gibi etkili bir bahane bulmuşlardır. Zayıflamış Osmanlı ayakta kalmak için hem bu istekleri genel olarak karşılamak, hem de durumlara göre şu ya da bu büyük devletin korumasına sığınmak çabasındadır.
Çabalar, ekonomik teslimiyetçilikten reformcu girişimlere kadar çeşitli yöntemlerle yürütülür. Baltalimanı Antlaşması gümrük kapılarını önce İngilizlere ve ardından Batı Avrupa devletlerine açmanın başlangıcıdır; bir yıl sonra Mustafa Reşit Paşa’nın okuduğu Gülhane Hatt-ı Hümayun’u azınlıkların işine de yarayacak olan bir hukuk reformunun... Mısır Valisi’nin oğlu İbrahim Paşa’nın Nizip’ten sonra payitahta yürümesini önleyen de İngiltere olacaktır.
Birinci Meşrutiyet bile aynı zincirin halkalarından biri sayılır. Ahmet Midhat Paşa Kasımpaşa’daki Tersane Konferansı’nda başının etini yiyen o zamanki Batılı “insan hakları”cılarını susturmak için ilan edilmiş ilk anayasa şerefine atılan topların sesini dinletir onlara.
İ ddianame üzerine önce efelenen, durumun “vahamet”ini anlayınca da telaşa kapılan Sayın Başbakan’ın “Avrupai reform paketi” ni anımsaması ilginç değil mi?
Peki, ünlü dergi The Economist ile Londra’daki sermaye çevrelerinin gazetesi The Financial Times yazarlarının birden bire “İslamist demokrasi” havarisi kesilip hukuka karşı salvo atışlarına başlamaları daha mı az ilginç?
Genişlemeci Olli Rehn apar topar Ankara’ya koştuğuna göre, Türkiye Başbakanı’nın da İsveç’te konuşurken tam üyelik kartını oynaması akıllıca bir “diplomasi” sayılmaz mı?
Onlar Batı uygarlığının şanlı bayrağını taşıyan 26 üyeli büyük Avrupa Birliği’nin temsilcileri ise bizler de deneyimsiz devletlerin birkaç yılda haritadan silindiği Ondokuzuncu Yüzyıl boyunca hastalığını ustaca manevralarla sürdürüp Yirminci Yüzyıl’a kadar yaşamayı başarmış koca Osmanlı’nın becerikli torunları değil miyiz? Tarihten yanlış dersler çıkarıyor olsak da.
+++++
The Economist...
İngiltere’de yayımlanan The Economist dergisi, Anayasa Mahkemesi’nin AKP hakkındaki kapatma davasını kabul etmesini “tehlikeli bir hata” olarak yorumlamış. Demek bizim yasaları Anayasa Mahkemesi’nden iyi biliyorlar. Bu kadarla kalmamış: “Türkiye, demokrasinin laiklikten önemli olduğunu göstermeli” demiş ünlü dergi... Avrupalılar laiklik olmadan demokrasi olmayacağını bilmez mi? Bilirler. Ama bizim bilmediğimizi sanırlar... Demokrasilerde parti kapatılmaz derler. Kendileri bize sormadan kapatırlar. Demokrasilerde parti kapatılmaz ama parti lideri (Doğu Perinçek) tutuklanabilir onlara göre... Her şey işlerine geldiği gibi yürür. PKK’nın terör örgütü olmaktan çıkarılmasında bir tuhaflık görmezler mesela. Kendi ülkelerinde hukukun üstünlüğünden dem vururlar. Türkiye gibi ülkelerde ise hukuk değil kendi çıkarlarının üstünlüğü söz konusudur... Aslında bizim de hatamız büyük... Yabancı basına olağanın üstünde önem atfediyoruz. Genellikle ABD’nin “ılımlı İslam” projesinin maşası olduklarını unutuyoruz... Eli kalem tutanlarımız bu dergi ve gazetelere birkaç satır yazı yazmalı... Cehalet ve ikiyüzlülüklerini suratlarına vurmalı... Sahtekârlıklarını yutmadığımızı onlara sık sık hatırlatmalıyız.
+++++
AKP’nin suçu!
AKP iktidara geldiği günden bu yana ince bir taktik izledi:
Önce demokrasi, laiklik, cumhuriyet, sosyal devlet, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, özgürlükler gibi bütün Anayasal kavramları bir şekilde “tartışma” konusu yaptı...
Sonra yandaş siyasetçileri, bilim adamlarını, hukukçuları ve besleme basını kullanarak, yukarıdaki tüm kavramların “evrensel tanımları” na karşı savaş açtı... Diğer bir deyişle; önce tüm kavramların “içini boşalttı”, sonra aynı kavramları kendi dünya görüşüne göre tanımlayarak dolaşıma çıkardı!
LAİKLİK
Lütfen hatırlayın; AKP iktidarına kadar laikliği tüm dünyayla birlikte nasıl tanımlıyorduk?
“Devlet ile din işlerinin ayrılığı... Devletin, din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından yansız olması.”
Peki AKP nasıl bir “laiklik” tanımı koydu önümüze ve şiddetle onu savunmaya başladı:
“Devletin, din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından yansız olması...”
Gördüğünüz gibi; “Devlet ile din işlerinin ayrılığı” bölümünü ham yaptılar...
Çünkü asıl amaçları, devleti dini esaslara göre yönetebilmekti!
AKP, böylece laikliğin içini boşalttı...
KUVVETLER AYRILIĞI
Bu parti, tüm demokratik ülkelerde yüz yıl önce tartışılmış ve bitmiş “kuvvetler ayrılığı” ve “hukukun üstünlüğü” gibi kavramları da yozlaştırdı!
“Biz halkı temsil ediyoruz, atanmışlardan üstünüz” diyerek hükümeti ve Meclis’i; yargı organlarına göre ayrıcalıklı bir konuma oturtmaya çalıştı!
Başta yüksek mahkemeler olmak üzere, yargı kurumlarının her kararını tartışma konusu yaptı ve onlara duyulan güveni sarstı. Kuvvetler ayrılığının ve hukukun üstünlüğünün içini boşalttı...
SOSYAL DEVLET
Anayasamızdaki “sosyal devlet” in işlevini, “siyasi rüşvet ve sadaka” dağıtmaya dönüştürdü...
Sosyal devletin, Ekonomik ve sosyal alanlarda bireylere sosyal güvenlik ve adalet sağlayıcı politikalar üreten devlet modeli “ olan tanımını umursamadı!
Sosyal devlet tanımının içini boşalttı...
DEMOKRASİ
Büyük bir oy üstünlüğüyle iktidara geldiği için demokrasiyi sadece, Çoğunluğun egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi” olarak sundu...
“Toplumun kişileri ve kurumlarıyla geniş katılımının sağlandığı demokratik yapılanma” olarak tanımlanan “katılımcı demokrasi” yi; elinin tersiyle itti...
Toplumsal ve siyasal muhalefeti dışladı; demokratik yöntemle geldiği iktidarı “tek parti diktatörlüğü” ne alet etti!
Demokrasinin içini boşalttı...
ÖZGÜRLÜKLER
Çıkardığı yasalarla ve bütün uygulamalarla, sadece “inanç ve örtünme özgürlüğü”nü öne aldı... Bunun dışında kalan örgütlenme, düşünce ve ifade özgürlüklerine karşı sert tepki koydu.
Gerektiğinde kolluk güçlerini devreye soktu. Göstericilerin yerlerde sürünmesine, üzerlerine göz yaşartıcı bomba atılmasına seyirci kaldı!
Tek suçları düşüncelerini ifade etmek olan binlerce gazeteci, yazar, karikatürist, aydın, sanatçı hakkında dava açtı...
Kendisi gibi düşünmeyen kitleleri susturmak için sansür müessesesini hortlattı!
Özgürlüklerin içini boşalttı...
***
Bu yazıyı haklarında açılan kapatma davasının nedenini anlamayan ya da anlamazdan gelen AKP’liler için yazdım!
Doğru; belki Refah ve Fazilet gibi doğrudan kapatılmaya gerek olacak “sivrilikler” yapmadınız beyler...
Ama Anayasa’nın olmazsa olmaz değerlerinin içini boşalttınız, sonra da kafanıza göre tanımlamalar yaparak farklı bir devlet modeli yaratmaya soyundunuz...
Şimdi bunun hesabını vereceksiniz...
Bunda anlaşılmayacak ne var?
+++++
Hürriyet
Yılmaz Özdil
Oli Ren geyiği...
Bağırıp duruyor...
“Olamaz!”
“Kapatılamaz!”
Zannedersin, adam AB komiseri değil, AKP Üsküdar İlçe Başkanı.
**
Peki hiç merak ettiniz mi, Allah’ın Finlandiyalısı niye bağırıyor bu kadar?
Anlatayım...
**
Cumhuriyet ne gün ilan edildi?
29 Ekim.
Atatürk, Cumhurbaşkanı oldu.
Necmettin Erbakan doğdu.
Abdullah Gül doğdu.
Hep 29 Ekim.
Tarihimiz böyle enteresan kesişmelerle dolu... Mesela, Tayyip Erdoğan’ın doğum günü de, cumhuriyetin doğum günü... Ama bizimkinin değil... 26 Şubat, Fransa’da İkinci Cumhuriyet’in ilan edildiği gün.
Laiklik ilkesinin Anayasa’ya girdiği günle, türbanın Anayasa’ya girdiği gün de, aynı.
6 Şubat.
Eski köye yeni icat çıkaran ampulcülerin, Çankaya referandumu hangi gün yapıldı?
21 Ekim.
Edison’un ampulü icat ettiği gün?
O da 21 Ekim.
**
Diyeceksiniz ki, “hani Oli Ren?”
Geliyoruz, az sabır...
**
Sezer’in Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterildiği gün hangisi? 24 Nisan.
Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterildiği gün hangisi? Gene 24 Nisan.
Nedir 24 Nisan?
Rumi takvimle, kurmay başkanı Mustafa Kemal olan Hareket Ordusu’nun şeriatçı 31 Mart ayaklanmasını bastırdığı gün...
31 Mart nedir?
Anayasa Mahkemesi’nin AKP kapatma davasını kabul ettiği gün!
Başka?
Zurnanın zırt dediği yer...
Oli Ren’in doğum günü ne?
31 Mart!
**
Onu da kapatacaklar sanmıştır...
Telaşı ondan!
**
Sen bütün siyasi kariyerini, Abdullah Gül’ün bir zamanlar dediği gibi, “Türkiye’yi bahçedeki köpek kulübesine bağlamaya” adayacaksın... Tam doğum günü pastasını keserken, Cumhuriyet Hukuku, senin takım arkadaşın Tayyip Erdoğan’ın partisini kapatmaya kalkacak... Böyle hediye olur mu kardeşim?
Bağırmakta haklı.
**
Özetle...
Uzattım, yordum sizi.
Ama adı üstünde, Oli “Ren!”
Geyik yapıyoruz işte.