Hocalı'yı unutanın kanı kurusun
Çocukluk-gençlik yıllarımızdaki "Türkistan" bir başka deyimle "Turan" hayalimiz başkaydı. "Kayıp" ya da "Yitik kuşak" olarak bilinen "78 kuşağı" için "Esir Türkleri Kurtarma Haftası" etkinlikleri bir yana; kendi adıma "SSCB'nin yakın sürede yıkılabileceğini tahmin dahi etmiyor" ancak umudumuzu yitirmeyerek "Biz görmesek de çocuklarımız, torunlarımız yaşayacak" ideali ile mücadeleyi elden bırakmıyorduk. Günlük yaşamaktansa bizim kuşağın "Ülkücülük", "İdealizm" anlayışı böyle bir şeydi. Topal karınca misali uğrunda ölmeyi göze aldığımız günlerdi. Ne de güzelmiş...
Sıcak denizlere inmeyi hedeflemiş Deli Petro'nun Rusya'sını hiç küçümsemediğimiz gibi 89 sonu 90'ların başında gittiğimizde bir hayli aşağıladığımızı da ifade etmeliyim. Yazarkasa yerine boncuklu hesap makinesi (abaküs)'ne gülmüştük. Kimilerinin aşağıladığı Yeltsin, SSCB'nin dağılmasından itibaren idareyi Putin'e bırakana kadar çok önemli işler yaparak "Anılmayı" hak ediyor. 20 Ocak 1990, Bakü Katliamından sonra (bileylenen) bizim kuşak, "Can Azerbaycan"a ulaşmanın yollarını ararken; gazeteciliğin avantajı ile ilk gidenlerdenim. Dönüp; tam da "Azatlık" üzerine "Yazı dizisi" hazırlama aşamasındayken "Hocalı Katliamı" patladı. Kelimenin tam anlamı ile "Nevrimiz döndü..." Katliamın görüntüleri Türkiye ve dünya basınına yansıdığında kendi adıma çıldırmıştım. Bir milyon ayrı senaryom vardı. Ve hepsi "Kavgaya-savaşa-intikama" yönelikti. 4 Mayıs 1993 günü görev yaptığım gazete Ortadoğu'da "Gidiyoruz" başlıklı yazım ile "Gönüllü idealist gençlere" bir nevi gaz verdim. Maksadım "Türk Dünyasına açılan kapı olan Azerbaycan'a" dikkat çekmekti. Ne kadarını yerine getirdim bilemem ama "Gazeteci" kimliği ile gittiğim Azerbaycan'da bir süre sayıları hiç 40'ı geçmeyen gençlerin organizasyonunda rol almakta buldum kendimi. Bakü gecelerinde müzikhollerde raks edilirken vatan topraklarının kaybına arak içerek seyredenlere isyan ediyordum. Halk Cephesi, Ebulfeyz Elçibey'in Cumhurbaşkanı seçilmesi ile iktidara gelmişti. Biz "Kapı açıldı" sanırken "Tarihin treninden düşme" anını hesaplayamamıştık.
Bir taraftan Azerbaycan petrollerinin işletiminin uluslararası pazarlıkları sürerken diğer yandan Ermeniler Karabağ'ın yanında Azerbaycan topraklarına saldırıyordu. Birinci Dünya Savaşı koşullarında kurulan Azerbaycan Devleti bir yıl bile yaşamışken SSCB'ye rağmen ilk bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan'ın M.Emin Resulzade'den sonraki Cumhurbaşkanı Elçibey: "Ben belki de bir yıl bile kalamayacağım. Ancak bu bayrak Resulzade ile yükseldi, Hazar yükseliyor, Bütov Azerbaycan'a ulaşacağız" mesajını veriyordu ama ülkeyi koruyacak "Ordu" yoktu. Genciz, idealistiz... Çareler ararken "Radikal çözümler"in peşindeyiz. Teknoloji 60'lı, 70'li yılların teknolojisi; çevirmeli telefon ile Türkiye ile 15-20 saat bekleme ile ancak görüşebiliyoruz. İnturist Hoteli 14'üncü katında merak ile beklerken Azerbaycan lehçesi ile "Telifon zengeyledi..." çaldı yani. 12 Eylül'den hemen sonra "Ülkü"müzün ölmediğine dair ilk haberi verip, bizi toparlamaya çalışan Seyfi Demiray; "Koçum! benden habersiz mi gittin?" sorusunu yönelttiğinde utandım. Seyfi Ağabeyimle ilk gözaltına alındığımız Orhaniye Kışlası'nın tutukevinin lavabosundaki aynalarda gözlerimizle anlaşmıştık. Ben Kara Harp Okulu'ndan çoktan atılmışım. Gazeteciliği seçmişim, Seyfi Ağabey peşimi bırakmamış "Yeni Düşünce Gazetesi"nin İstanbul Temsilciliğini yüklendiğimde kiraladığımız dairenin temizliği ve teşrifatını bile yapmıştı. Hiç kopmamıştık ki O'ndan. Ağabeyliğin tüm şartlarını yerine getirirken "Cahil cüretkarlığına dikkat et" derdi... 1980'in Tankçı sınıfının derecesinde olmasına rağmen "Kurmay"lık tercihi yerine yine bizi tercih etti... Söz konusu "Hocalı Katliamı" yıldönümünde Seyfi Abi yetişti... Sahte bir pasaport adı ya "Metin" ya da "Sedat"... Bakü'de buluştuk. Sonra vurduk kendimizi dağlara... Kendi adıma her şeyi gizledim. O gün orada kaldı. Tek bir fotoğraf bile paylaşmadım. 1994'te yayınladığım "Turan Tutuldu" kitabında Azerbaycan ve Kafkasya üzerine analizlerimi paylaştım. Hayal kırıklıklarımız, ihanetlerimizin yanında her şeyi sineye çekerek geri döndük. Seyfi Ağabeyimin benden sonraki kardeşi Osman Gazi Kandemir sanırım O'nun yakın akrabalarından derlediği bilgiler ile müthiş bir romanı "Karanfil"i kaleme almış. Osman Gazi Paşam, emekli Tuğgeneral, Seyfi Ağabeyimin Teğmenliğinde evinde kalmış. Rahmetli yengemi, çocuklarını kayınbiraderlerini tanıyor. Öyle bir roman yazmış ki "Aşkolsun" diyebildim. Seyfi Ağabeyimin hep yanında olmama rağmen bu romanda ben yokum. Lakin "Nuri Paşa" var... Karanfil'i bir sonraki yazıya bırakacağım. Ama "Hocalı'yı unutanın kanı kurusun" demekten de kendimi alıkoyamıyorum.
Bir sonraki yazıda "Karanfil"e devam edeceğiz...