Hıh, şimdi tamam oldu!
‘Sado-mazoşist Ahmet’ten sonra nurtopu gibi ‘Neşter Yasemin’imiz de oldu. İddia ediyorum,
Çongar’ın “ameliyat masası” ve “temizlik harekatı” fantazilerini okuyan, Hitler’e ‘faşist’ demeye utanır
Yasemin Çongar’ın elinde neşter, ameliyat masasının başında önünde uzanan bedene derin kesikler atarken, onun ifadesiyle “Ergenekoncuları temizlerken” canlandırmaya çalışırken önce Karındeşen Jack’e kaydı aklım.
Hani 1800’lü yılların sonlarına doğru - bu kısmı 18 yaşından küçükler okumasın- kurbanlarını boğazladıktan sonra iç organlarını çıkaran, bazı uzuvlarını kesen o “meçhul katil”!
Olayın İngiliz Merkezi Haberalma Servisi’ne gönderilen “ihbar mektupları” ile ortaya çıkması çağrışım yaptı herhalde; bilemiyorum. Meçhul subay gibi meçhul katil de işin içinden bildiriyordu ya. Ondan sebep olmalı.
Ve tabii göndereni hiçbir zaman bulunamasa da, o mektuplar da yayımlandığında İngilizlere “korku” pompalamıştı.
Karındeşen’in “Jack” değil, “Jackie” olduğunu iddia eden Scotland Yard dedektifinden etkilendim belki. Onun “Katil bir kadın” tezi, amirleri “kadın dediğin elinin hamuruyla cinayet işlemez” dediği için sümenaltı edilmişti.
Sonra yarın ne olacağımızın belli olmadığı fani dünyada uzun soluklu koşuların riskini düşündüm. Yüzyıllar geçmesine rağmen, o ünlü İngiliz ajanlarının hala aydınlatamadığı “Karındeşen” senaryosu bütün çekiciliğini kaybetti. Taraf’ın sırrına ermeden göçüp gitmek istemem.
Çongar’ı yerine ikame edebileceğim daha “gerçek” bir “rol model”e ihtiyacım vardı. ‘DNA’larının bozuk olduğunu düşündüğü Ergenekoncuları tek tek bulup, ameliyathanelere toplama ve kökten, bir daha ürememecesine temizleme’ planı epey yol gösterici oldu. Hatta yeni bir “vahşi” bulmakta hiç zorlanmadım
diyebilirim.
Yahudileri ’saklandıkları deliklerden bulup çıkararak’ toplama kamplarını oluşturan, sonra da sömürebileceklerini ayrı tutarak, kalanları gaz odaları ve fırınlarda ’temizleyen’, Yasemin gibi ’DNA’larının bozulduğunu’ düşündüğü kimseleri ameliyat masalarına yatırarak, ırkını iyileştirmeye çalışan Hitler, işte orada yeniden sahneye çıkma arzusuyla beni bekliyordu.
Kimsenin kavramsal düzeyde “hayır” diyemeyeceği bir dil kullanarak, ülkenin “gocunmaya müsait” kesimlerine ümit verdi. “Yeniden inşa” vaadetti. Tek istediği “kendinden olanların yaşam alanını genişletmek”ti. Bunun için de en pratik yolu seçti: kendinden olmayanları yok etmek! Kısa zamanda “taraf”ları oluştu. Finans devlerinin maddi desteği ile bir propaganda bülteni çıkarmaya başladı. Sert, beklenmedik, mücadeleciydi. Militan ruhluydu. Tanımak, anlamak, birlikte yaşamaya çabalamakla zaman kaybedemezdi, ayağına dolaşan, dolaşma potansiyeli olan herşeyi, milyonlarca insan bile olsa “temizlemek” istedi. Dış destek ona özgüven aşıladı. Kendi tarafındakilerden de emin olmak, biatlarının tescillenmiş olması haz vericiydi. Zaten halk dediğin kitle özel yaşamına kadar didiklemek hakkının bulunduğu bir tür meşgaleydi. Onu “öteki”lerden korkup, ürküp, nefret edip, kaçıp sana dönmesi için sürekli kışkırtman gerekiyordu. “Taraf” olmak yasal bir zorunluluk haline gelmeliydi. Asıl olan patron iktidarıydı...
Efendim, anlayamadım?!
İşçisi maaş alamazken patronun kendisine özel aşçı tuttuğu, CIA ajanı eş durumundan gizli servis gelini olmanın cesaretiyle esip gürleyen, Kandil’i estetikleştirip, analar ağlamasın gibi hayır denilemeyecek bir dil ile, duygu sömürüsü yaparak geniş kesimlerin desteğinin peşinde koşan, yeni bir devlet inşaasını vaad eden, kendisi gibi düşünmeyenleri hedef göstermekten, lincine alkış tutmaktan çekinmeyen Taraf’ı pek mi güzel tasvir ettim?
Yoo, siz yanlış anladınız; ben Hitler’den bahsediyordum.
Hem haksızlık değil mi şimdi bu benzetme?
Hitler yaşasaydı ve Yasemin Çongar’ın DNA’ları bozulan Türkleri temizlemek üzerine kurulu “ameliyat teorisi”ni okusaydı kalıbımı basarım utancından insan içine çıkamazdı. Kendisini kalemden kılıçlar arenasında, “yumoş kutusuna düşmüş Enis Berberoğlu” gibi hissededi...
++++++
Karındeşen Jack gibi!..
Devlet hasta. Devletin DNA’sı bozulmuş.
Teşhis: Ergenekon.
Tedavi: Ameliyat, yani Ergenekon’un içine girmiş memurların tek tek saptanması, yagılanması, suçluların cezalandırılması. Ardından, Başbakan’ın deyişiyle “lekeli olanların artık kurumlarda barındırılmamasını” sağlayacak şekilde, ışın ya da ilaç tedavisine benzer bir temizlik harekatı.
Bakım: Bu tür suç faaliyetlerinin, demokrasiye ve hukuka karşı komploların, darbe planlarının tekrarlanmaması, Ergenekon zihniyetinin yeniden devletin kurumlarına sızıp örgütlenmeye başlamaması için köklü değişiklikler... Mesela; yargıdaki kast sistemini kıracak bir reform; askeri okullarda eğitim reformu; Avrupa Birliği anayasısıyla uyumlu sivil bir anayasa....
Bu topraklarda “devlet” dediğimiz şeyin, 86 yıl sonra yeniden bir “hasta adam” özelliği gösterdiğini düşünmek gerçekten de mümkün. Bu tabloda beni iyimser kılan ise, bir yandan ameliyatın başlamış olması...
* Yasemin Çongar / Taraf
++++++
Sapıklıktan taraf olanlar kulübü
Çongar’ın ameliyathane fantazisini okuyunca insan Ahmet Altan’ın 1985 yılında Kadınca dergisinde yayımlanan röportajında cinayetin çekiciliğine düzdüğü övgüleri hatırlamadan edemiyor. Sadece o da değil; unuttunuz mu bakın nasıl anlatıyordu sado-mazoşist
eğilimlerini Altan:
- Sevişmede vahşet olabilir, kardeşlik olabilir, öfke olabilir... Sado mazohist eğilimler ortaya çıkabilir. Bu bana çok aykırı gelmiyor...
- Tabular, yasaklar kalkmalı.
Birbirini bu kadar seven iki insanın mesela bir erkek kardeşle kız kardeşin, bir anne ile oğlun, bir baba ile kızın sevginin son noktası olan sevişmeye ulaşmamalarında bir yanlışlık olduğunu iddia ediyorlar.
Doğru olabilir...
Sekste sınıra inanmıyorum.
- İnsan istiyorsa hayvanlarla da seks doğal...
- Kadında fahişelik eğilimi olması gerektiğine inanıyorum.
- Ben yaşlı kadınlardan hoşlanırım.
- Günde 8 - 10 kişiyi öldürmek isteyebilirim. Benim de vahşete bir yakınlığım var. Silahı tercih ederdim. Zehir işin dehşetine
pek uygun düşmüyor.
Ne dersiniz gününün büyük bölümünü sapıklıktan taraf bir zihniyetin egemenliği altında geçirmek Çongar’ın da bilinçaltında neşterlemenin çekiciliğine inanan bir sado-mazoşist yerleştirmiş olabilir mi?
++++++
TRT’ye gaipten haber getirenler mi var?
Beşiktaş Adliyesi’nde o gece neler oldu?
Albay Dursun Çiçek’in avukatı Mustafa Çevik’in anlattıklarını özetliyorum:
“Odada dört savcı vardı. Belgenin bize gösterilmesini istedik. Mühürlü bir çuval getirdiler ve bizim yanımızda açtılar. Kağıdı müvekkilime uzattılar. Müvekkillim hazırlıklı gelmişti, yanında eldivenleri vardı. Eldiven kullanma nedeni, belgenin üzerine parmak izi geçer ve ileride derler ki ’İşte Dursun Çiçek’in parmak izi belgede var.’
Bu belgeyi bizim önümüzde aynen çuvala koyup bizim önümüzde çuvalı mühürlemelerini istedik. Bunu da kabul etmediler.
Biz ifade verirken odada TRT-2 kanalı açıktı. ’Albay Dursun Çiçek tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edildi’ diye haber verdi. Oysa biz o sırada tutanakları okuyup imzalıyorduk. Müvekkilim bu haberi duyunca bana hitaben ’Acaba TRT, bu konuda savcılara tutuklama isteyin mesajı mı veriyor?’diye sordu. Savcılar da ’Görüyorsunuz işte, burada hep birlikteyiz. Bizim bu konuda hiçbir rolümüz yok. Biz sadece suç duyurusunda bulunabiliyoruz’dediler. ”
Mustafa Çevik mahkemede neler olduğunu da anlattı: “...hakim bizim söylediklerimizi tutanaklara ya hiç geçirmiyor ya da eksik geçiriyordu. Reddi hakim istedik ve dışarı çıktık. Biraz sonra içeriye çağrıldığımızda hakim bize ’Tutuklama kararı verdim, tutanakları imzalayın’ dedi. Mahkeme kalemine gidip zabıt katibine itiraz dilekçesi vermek istedik. ’Hakim Bey’in emri olmadan alamam’dedi. Dilekçeyi hakime verdik, kabul etmedi. Biraz sonra baktık ki, Hakim Bey servis aracı ile adliyeden gidiyor.”
Çevik’in anlattıklarında çok ama çok önemli iki ayrıntı var. İlki Albay Çiçek’in ifadesini eldivenle vermiş olması. İkincisi ise TRT’nin henüz ifade devam ederken “Tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi” diye gaipten haber alarak(!) haber okuması!... Ne ilginç rastlantı ki, ifade alınırken savcıların odasında televizyon açık, hem de TRT! Acaba o haber okunurken savcılara “Tutuklama isteyin” mesajı mı veriliyordu?
* Emin Çölaşan / Sözcü
++++++
Bir fişleme de yandaş Star’dan
Star gazetesinin manşetinde İnternet’ten gönderilen andıç içinde yer alan İnternet siteleriyle ilgili bilgiler vardı. Filtreden geçirmeden yaptığı spekülatif haberlerle tanıdığımız gazete yine bu politikasından hiç şaşmamış. Bu vesileyle kendisi de bir fişlemeye imza atmış... Bu sitelerin kullandığı haberlerin ve yazarların listesini vererek. Tabii asıl amaç bir şekilde adını andığı bu gazetecileri bu irtica planıyla ve hatta Ergenekon’la ilişkili göstermek...
Bu isimlerin ortak tek özelliği herhalde “İkinci Cumhuriyetçi”ya da “liberal” olmamaları olabilir. Listenin içindeki birkaç kişi böylesi bir iddiayı bile güçleştiriyor gerçi. Nasıl bir mantık Nuray Mert’le Mine Kırıkkanat’ı aynı potada gösterebilir ki? Ahmet Hakan’la Bekir Coşkun arasında dağlar kadar fark yok mu?
Ama maksat basit bir fişleme olsun... İleriye kanıt olsun... Yarın öbür gün bu liste başka yayın organlarına da yayılır, başka amaçlarla kullanılır, bir bakmışız hepimiz ifade veriyoruz...
* Oray Eğin / Akşam
++++++
Devletin zirvesi uyum içinde(!)
Sayın Recep, orgenerale güveninin tam olduğunu açıklamış ve fakat orgeneralin “kâğıt parçası” dediği şeyin “ıslak imzalı darbe belgesi” olduğuna kesin karar vermiş ve bu arada Meclis’te muhalefetin açtığı Atatürk’e bağlılık pankartları nedeniyle otoritesini kullanmadığı için Sayın Mehmet’i fena halde fırçalamış. Orgeneral Adli Tıp Kurumu’nun “ıslak raporu”nu dünya gözü ile görememenin sıkıntısını yaşıyor.
Orgeneral, Sayın Recep’in huzuruna çıkıyor. Sayın Recep, Sayın Abdullah’ın huzuruna çıkıyor. Sayın Mehmet, Sayın Abdullah’ın huzuruna çıkıyor. Orgeneral, Sayın Recep’le; Sayın Abdullah, Sayın Recep ve Sayın Mehmet’le görüşüyor.
Ne görüşüyorlar? Demokrasiyi.
Sayın Recep ile askerin zirvesindeki önceki orgeneral şimdiki hür ve ak general Yaşar Büyükanıt’la Dolmabahçe Sarayı’nda baş başa verip neyi görüşmüşlerdi?
Demokrasiyi görüşmüşlerdi!
Yargıtay’ın telefonları da dinleniyormuş. Demokrasi neyi icap ettiriyorsa, devletin zirvesi uyum içinde aynen onu uyguluyor! Merak etme sen!
* Deniz Som / Cumhuriyet
++++++
Aman, eksik kalsın...
Atatürk’ü de tekellerine aldılar türünden “Yakayı ele verdi...” sazanlıklarıyla uğraşmak çok sıkıcı olacak ama yazacağım, çünkü benim ruhunun ızdırap içinde kıvrandığını düşündüğüm Atatürk’e vefa borcum var; bağımsızlığımdan ötürü.
Aman sen sevme Amberin... Eksik kalsın... Bu arada burnun mu büyüdü senin, yazılarından sonra aynada kontrol et istersen... Ödem olabilir vücudunda!
++++++
MİNİ YORUM
Dinleniyorum, öyleyse varım!
Dinlen-iyorum, din-leniyorum, dinle-niyorum... Vak’anın “dinlenme” boyutunun farklı
açılımları var. Mesela buyrun size bir doz “Polyanna iksiri”: Demek ki birileri sizin, kendine bir
kilo bulgur parası kadar değer biçen sürüden ayrı sürmeli koyun olduğunuza kanaat getirmiş. Demek ki siz ‘bir şey’siniz. Gelir gelmesine de, elinizden fazlasının gelmediğini düşünüyorsanız; en azından boşa yaşamadığınızı, bir değer ifade ettiğinizi düşünüp sevinin bari...