Herşey aslına döner
Ortadoğu kamplarında, emperyalizme karşı Filistin direnişinde görev alan eski gerilla Cengiz Çandar, provokatör ortağı Hasan Cemal ile birlikte Amerikan çıkarlarının gücü adına Erdoğan’a “başarı” diledi!
Yıl 1971.
Maalule... Golan... Reşadiye... Bekaa... Trablusşam... Beyrut...Bourj al Barajne...
Zekeriya Cengiz Çandar isimli, kendisini emperyalizme karşı “Flistin direnişi”ne adayan “Türkiyeli” genç kamp kamp gezmektedir; Suriye, Filistin, Lübnan...
Bu “onurlu mücadele” sırasında Nahr El Bared kampına düzenlenen İsrail saldırısında 9 Türk “devrimci” ölmüş, kimileri de yaralanmış, kimileri de hapse düşmüştür. Çandar her seferinde çizik almadan kurtulur. Ne hikmetse, “O hangi kampta ise garip bir ilahi sözleşme gibi oradan ayrıldıktan birkaç gün sonra bombalardı İsrail oraları.”
Sonra ver elini Cenevre, Paris, Amsterdam...
Evrim haritasına dayanamadı
Rivayet odur ki İsmail Gülgeç bir gün bir karikatür çizer;
İlk karede elinde “Marx” yazılı bir pankartla yürüyen bir adam...
İkinci karede pankarttaki yazı değişir “Mao” olur...
Finalde pankartlar fora, alnı secdedir adamın...
Yine rivayet odur ki, bu karikatür Çandar üzerine alındığı için Cumhuriyet gazetesinde yayınlanamaz...
Gülgeç şimdi çizmeye kalksa Humeyni, Özal, Talabani, Arafat, Fuller, Karen, Soros, Bush, Obama... derken karikatür değil çizgi roman olur Çandar’ın evrim haritası.
Erdoğan ABD yolcusu ya, birkaç gündür yine, Hasan Cemal ile birlikte tecrübelerini konuşturup, Adli Tıp’ta inceletsen “aynı elin mahsülü” diye tescillenmeye mahkum yazılar yazıyorlar. Örnekleri sayfanın hemen solunda.
Hayatının rolünü oynadı
Hadi Cemal “Kimse kızmasın kendimi yazdım” deyip, darbe zemini için mısır patlatır gibi bomba patlatılan, “Made in Hollywood” mühürlü bir aksiyon filminde rol aldığını itiraf ettikten sonra, ha Sıhhıye, ha Afganistan umursamazlığında...
Çandar’a ne oluyor?
Ne oldu 1968’de “Kahrolsun Amerikan emperyalizmi” diyen “dış münasebetler” öğrencisine?
Çandar’ın hayatının rolünü kestiği sahne de o muydu yoksa?
Ve Özal’a verdiği akıllar, CIA ajanı Graham Fuller ile yazdıkları satırlar, AB diplomatı Karen Fogg ile “AB ve ABD ile uyumlu iktidar yaratmak” çalışmaları “aslına rücunun” meşakkatli yolundaki kilometre taşları mıydı?
“ABD Çevik Kuvvet karargâhına girebilen tek Türk gazeteci” için hala soru ekleri kullandığım için kimbilir kaç kişi kıs kıs gülüyordur şimdi bana.
Tribün liderleri
Tarsus Amerikan Koleji’nde başlayan eğitimini “Amerikan bursiyeri” olarak tamamlayan ve “Amerika’yı anti- Amerikan duyguların zerresi kalmayacak ölçüde kavrayan” birinden söz ettiğimin ben de farkındayım.
“Katışıksız Türk görüşünü” benimsemese de, hiçbir bünye ekmeğini yediği yere ihanete meyledemez gibi geliyor bana.
Hani Trabzon’da doğup büyümüşsünüzdür de, Beşiktaş’ı tutuyorsunuzdur.
Her maçta “Kartal gol, gol, gol...” diye bağırırken, Trabzon’a karşı şöyle bir yutkunursunuz, içiniz el vermez, “Yahu bu maçı da Trabzon kazansın” deyiverirsiniz ya öyle bir şey...
Amerikan tribünlerinde otursalar da, Türkiye gole giderken “yuh” çekemezler gibi geliyor bana...
Tabii yedikleri ekmeği “tirbün liderliği” yaparak kazanmıyorlarsa...
İktidar ABD himayesinde mi yaşıyor?
Aslı Aydıntaşbaş, ABD ’nin eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman ile konuştu...
Edelman bu konuşmada:
“2004 kışı ve 2005 baharında AK Parti liderliğine yakın isimler birkaç defa darbe olabileceği kaygısını iletti. Ancak kaygının ötesinde ne olduğuna dair somut bir veri ya da kanıt yoktu” diyor...
Demek AKP’liler darbeden kaygılandıkları anda Amerikan Büyükelçiliği’nin kapısını çalıyorlar...
Neden?
Bu iktidar ABD himayesinde mi yaşıyor?
Nasıl iş bu dostlar?
Melih Aşık / Milliyet
+++
Ne de olsa
çıkarları ortak
ABD ile ilişkilerde diplomasinin bir “altın kuralı” vardır ki, o da, Beyaz Saray’da hiçbir görüşme “başarısızlıkla sonuçlandı”diye ilân edilmez. Kaldı ki, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun birkaç kez vurguladığına bakılırsa, Türkiye ile Washington’un çıkarlarının hiç bu kadar örtüştüğü bir dönem pek yaşanmamışken, Erdoğan’ın Obama’ya kavga etmeye gittiğini veya Beyaz Saray’dan elleri boş çıkacağını düşünmek de yersiz olur.
Türk ve Amerikan liderleri arasında yapılacak olan Beyaz Saray görüşmeleri Türkiye ile ABD arasında yaygın algılamayla- bir “al-ver” ya da “karşılıklı taviz koparma” ilişkisi kalıbından çıkıp, artık iki müttefik ülkenin ortak çıkar alanlarında aralarındaki işbirliğini tanımlamalarına ve bir “beyin fırtınası” na dönüşüyor.
Galiba, her şeyden önce Türkiye-ABD ilişkilerinde “normalleşme” başladı.
Cengiz Çandar / Radikal
+++
Daha çok iş
yapacaklar
Ankara’dan Washington’a cumhurbaşkanı, başbakan düzeyinde yapılan ziyaretleri 1970’lerin sonundan itibaren yakından izledim. Bir çoğuna gazeteci olarak katıldım.
Bu ziyaretlerin ilginç ortak yanları vardır.
İlki şudur:
Bu ziyaretler hep ‘başarılı’ geçer.
Türkiye’yle Amerika’nın bazı konularda, örneğin Afganistan’da, İran’da farklı bakış açıları vardır.
Ancak iki ülkenin ortak çıkarları, anlaşmazlık noktalarını aşabilecek ve bardağın dolu tarafını görebilecek kadar ağır basıyor, derine ve eskiye gidiyor.
Bunu anlayabilmek için dünya haritasına şöyle bir göz atmak dahi yeterlidir.
Türkiye, “Amerika’nın sorunlar coğrafyası” nın çok kritik bir yerindedir.
...İki ülkenin birlikte yapacakları daha
çok iş var.
Türk-Amerikan ilişkileri öyle kolay kolay rayından çıkmaz diye düşünüyorum.
Hasan Cemal / Milliyet
+++
Şimdiden, Allah
rahmet eylesin
Tansiyon hastasına ilaç yazmış doktor. Hasta, en yüksek risk grubunda, ilacın dozu en yüksek doz, raporunda yazıyor. Hasta eczaneye geliyor, sistemi açıyor eczacı, bakıyor, o ilacı alırsa hasta, 61 lira fark ödemek zorunda... Ödeyemiyor. Tekrar sistemi açıyor eczacı, en ucuz eşdeğerini tıklıyor. En ucuzu alırsa hasta, hiç fark ödemeyecek ama, o en ucuz ilaç, en düşük doz... Demem o ki... Sen, ilaç fiyatları ucuzladığı için eczacının isyan ettiğini sanıyorsun ama, o eczacı, aslında senin için kavga veriyor, senin için çırpınıyor. Mecbur kalırsa, gözlük satacak, vitamin satacak, bi şekilde hayatını devam ettirecek elbet... Sana şimdiden Allah rahmet eylesin.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++
Sorguda asıl paşa yok
Ortada bir gariplik var. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek bu günlüklerin “kendine ait olmadığını, üzerinde bazı kurgular yapıldığını” ileri sürüyor ilk günden beri.
Bugün de bunu söyleyebilir.
Yandaş medya bunun tedbirini şimdiden almış bile, diyorlar ki “Paşa günlükleri inkâr edecek, ama günlüklerden daha önemli belgeler var.”
Her zamanki gibi “olacaklar konusunda” bu yandaş medyaya inanırım. Çünkü ne yapılacağı önceden onlara haber veriliyor.
Demek ki günlükler dışında yine hepimizi “hayrete düşürecek” iddialar fışkıracak bugün.
Her şey iyi güzel de, günlüklerin gerçek olup olmadığı konusunda kesin bir bilgi yokken, bir darbe hazırlığı için çok daha önemli olan bir “muhtıra” var ortada.
Üstelik bu muhtıra somut, ıslak imzalı, üzerinde bir kurgu yapılmadığı da ortada. Ne gariptir ki, en önemli belgenin sahibi, ayrıca “Bunu ben yazdım” diye övünmesine rağmen hiçbir soruşturmaya uğramadı.
Ben bunun nedenini çok merak
ediyorum, benden başka merak eden yok mu?
Can Ataklı / Vatan
+++
Çağdaş AKP’linin ağzındaki bakla
Sosyal Demokrat Hareket Platformu’ndan transfer edilmiş olan AKP Grup Başkanvekili Ayşenur Bahçekapılı, anayasada yapmayı düşündükleri değişikliği, “çağdaş hukukçu” kimliğiyle açıklamış bulunuyor:
“Vatandaşlık tanımı da değiştirilecek. Herkes kendi etnik kökenini ifade edebilecek ve üst kimlik olarak ’Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’diyecek.”
Sosyal demokrat ve de çağdaş AKP’linin söylediklerinden çıkan sonuç:
Anayasadaki “Türk” sözcükleri kazınacak, ülke iki, belki de daha çok milletli bir devlet olarak yeniden yapılandırılacak. Ortada egemen bir devlet kalırsa tabii...
Işık Kansu / Cumhuriyet
+++
GÜNÜN SÖZÜ
Obama için hangi orduyu cepheye sürecekler; bunlar orduyu lağvetmeyi düşünmüyorlar mıydı?
Turan Erdoğan
+++
Kan isteyen büyük bölücü yalanı
Dün benim elektronik-posta kutusuna şu bilgi ulaştı: “...Gece Şırnak ili İdil ilçesi Öğretmenevi basıldı. Bir yakınımın (kendisi de doğuda öğretmen) kardeşi yeni atandı bu ilçeye... Tabii feryatlar telefon vasıtası ile bana da ulaştı. Gece geç vakte kadar haber alabilmek için endişeyle bekledim...
Öğretmen atamışsın; adamlar bunu asimilasyon aracı gördüklerinden, kovalamaya başlayacaklar yakında... Zaten birebir duyumlarıma göre, ilköğretim okulu sınıfında, öğretmen ders anlatırken, çocuklar transa geçiyor ve ’gerilla marşı’(!) söylemeye başlıyor, öğretmen sesini çıkaramıyor. Kazara çıkarsa veliler okulun kapısına dayanıp şikâyetçi oluyor. Ve garip öğretmenim, senelerim dolsa da çekip gitsem diye gün sayıyor. Ayıptır. Günahtır. Zulümdür bu...”
Bölücü yalan uyduruyor.
Doğuda halk, polise, askere, jandarmaya, bakana, başbakana değil “yalana” inanıyor.
Bosna-Hersek’leşiyoruz.
İyi yönetici; durumu önceden görüp toplum çığırından çıkmadan müdahale edendir.
Necati Doğru / Vatan
+++
Transfer etsene
Ertuğrul Özkök, Gazeteciler Cemiyeti Sedat Simavi ödülünün Mehmet Baransu’ya verilmesiyle ilgili olarak “Sonuna kadar hak edilmiş bir ödül. Jüri üyesi olsam ben de oyumu verirdim” diye yazdı. Şaşırmadım. Hasan Cemal Kandil ulaklığı yaptığı vakit de, “Bir şans verseler ben de İmralı postacısı olurdum” demişti. Ama öyle uzaktan göz kırpmayla olmaz, Hanry Barkey’in mekanında İhsan Dağı’yla kapışan Sedat Ergin yerine, “yılın gazetecisi Baransu”yu transfer et, bak bir daha sırtın yere geliyor mu?
+++
MİNİ YORUM
‘Cümbüşhane’yi bırak, ticarethaneye bak
Alevi Açılımı, Dersim derken eski defterler açılmaya başlanınca, Milli Gazete’den Mustafa Özcan, Erdoğan’ın dozerler saldığı Karacaahmet Cemevi’ne “Cümbüşhane” benzetmesini hatırlattı. “Hane” lerden gideceksek; ibadetin saz, söz ile coşku ve canlılık içinde yapıldığı yere Cümbüşhane diyen Erdoğan, ibadeti “Müslümanları söğüşleyecek felaket” beklentisi ile yapan “ticarethane” leri, neye dayanarak “kamu yararına” ilan etti açıklasa da öğrensek...