Herkes suç ortağı!

Türkiye'nin son 10 yılına damgasını vuran davaların nasıl yorumlanacağı kafaları karıştırıyor. Dış güçler bağlamında komplo teorileriyle izah edenlere saygım var ancak iç dinamikler hesaba katılmadan yapılacak izahlar eksik kalır. "Her şeyi dış güçler ayarladı" biçimindeki bir yorum yüzlerce yıllık devlet geleneği bulunan milletimize haksızlık olur.

Akıllı davranan başkasının hem aklını hem de gücünü kullanır. Dünyayı yöneten süper güçlerin en bariz özelliği kendi akıllarına değil ortak akla güvenmesidir. Bizim bencillik ederek küçümsediğimiz "istişare" büyük devletlerde rutin işleyiş arasına girmiştir. Farklı düşünceyi ve eleştiriyi ihanet sayan megaloman cahiller yüzünden devlet bugünkü bataklığa sürüklendi.

Bir örnekle anlatayım. 90'lı yıllarda üsteğmen olan arkadaşımı komutanı yanına çağırır. Sivil plakalı kamyona yüklenmiş patlayıcıları derhal Boğaz'ın Avrupa yakasına götürmesini ister. Milliyetçiliğinden ve vatanseverliğinden kimsenin şüphe duymadığı arkadaşım "Emredersiniz komutanım" der. İlgili sivil makamlara haber vermeden, çevre güvenliği almadan, köprü boşaltılmadan, eskort beklemeden subay kimliğini göstererek Boğaziçi Köprüsü'nden bir kamyon dolusu cephaneliği geçirir. Görev başarıyla tamamlanmış, kargo belirtilen adrese teslim edilmiştir.

Operasyon millî çıkarlara uygun olsa da işleyiş 'bana göre' yanlıştır. Çünkü az bir ihtimal dahi olsa komutan art niyetli olabilirdi. Yahut teröristler haber alıp kamyonu kaçırabilir veya köprüde patlatabilirdi. En masum ihtimalle kamyon kaza yapar ve köprüyü havaya uçurabilirdi. Bir şekilde durdurulmuş olsa bizim arkadaş hapiste çürüyebilirdi.

Ümraniye (Ergenekon) ve Balyoz davalarında emir gereği görev yapanların durumları da buna benziyor. Normalde Türk Silahlı Kuvvetleri yasaların kendisine verdiği görevi yani "devleti koruma ve kollama" vazifesini yerine getiriyor. Olası tehlikelere karşı tedbir alıyor. Subaylar toplantı salonuna çağırılıyor ve irticai tehditlere karşı alacakları tedbirler soruluyor. Sonuçta devletin selameti için "Olasılığı En Yüksek Tehdit Senaryo" oynanıyor.

Bu noktaya kadar süreç askeri geleneklere uygun ilerliyor. İktidarın irticaya yönelme veya ülkeyi yabancı devletlerin işgaline açma ihtimali var mıdır? Teorik olarak böyle bir ihtimale yok diyemezsiniz. Eskilerin ifadesiyle muhal farz olabilir! Lakin bu durum aynı zamanda hükümeti devirmeye teşebbüs kapsamında da değerlendirilebilir...

Demokrasilerin çoğunluk rejimine yahut lider diktasına yönelişi engelleyememek gibi zaafları vardır. Askerliğin de emirlere ve amirlere mutlak itaat gibi bir geleneği bulunmaktadır. Bu durumda askeri ve sivil bürokrasi, amiri ve vicdanı arasında kumpasa girer. Hukuka uymayan emirleri yerine getirmezse ihanetle suçlanabilir, işten atılabilir, sürülebilir veya dışlanabilir. 28 Şubat sürecinde kanunlara açıkça aykırı emir ve talimatlarla tüm bürokrasi suç işlenmeye zorlanmış ve kimse itiraz edememişti.

Öte yandan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, İzmir'deki Casusluk Davası nedeniyle meslekten ihraç edilen 30 askeri personelin göreve iadesine karar verdi. Devlet kurumları susturulup, yargı baskı altına alınınca, insan güzel haberlere bile sevinemiyor. Yargı hukuksuz şekilde insanları içeri atar veya hapisten çıkartabilir konumdayken insanların gerçekten suçlu mu yoksa kurban mı olduğuna nasıl inanacağız?

Geçmişte iyi kötü kurum ve kurullar eliyle yönetilen devlet bile nice hatalar işledi. Bugün sistem eleştirilemeyen "tek adam" yönetimine dönüşünce dış güçler daha rahat at koşturabilir. Rusya korkusunu kullanarak, sorgusuz sualsiz tüm üslerinizi kullanabilir ve terör örgütü ilan ettiğiniz PYD ile gözünüzün önünde askeri ve siyasi ilişki kurabilir. Hep birlikte öylece seyrederiz!

Zamanında konuşması gerekenler bugün hem iktidar hem de muhalefet kanadında günah çıkartıyor. Türkiye'yi bugünkü hale dış güçler değil oturduğu koltuğun veya yazdığı köşenin hakkını vermeyen korkak siyasetçi ve aydınlar getirdi. Hala susacak mısınız?

Yazarın Diğer Yazıları