Her şeyin başı yönetim

Sosyo ekonomik sistem olarak, sosyalizmden dünya umudunu kesti. Sovyetlerin dağılması ve Çin'in piyasaya dönük reform yapması, sosyalist ekonomik modelin tutmadığını gösterdi. Halen devam eden Kuzey Kore'de ise halk perişan durumdadır.

Piyasa ekonomisinde zaman içinde, daralma ve genişleme dönemlerinde farklı teoriler, farklı yaklaşımlar ortaya çıktı. Herşeyi piyasaya bırakan yaklaşımlar ile devlet müdahalesini şart gören yaklaşımlar oldu. Ancak uygulama farklı zamanlarda, farklı ülklerde farklı sonuçlar verdi.

1930 buhranından önce genel olarak piyasanın dengeleyici ve düzenleyici gücünün her sorunu çözeceğine inanılırdı. Mamafih 1930 dünya buhranından sonra da, bu anlayışta olan bazı iktisatçılar "Hiçbir şey yapmayın. Sadece Bekleyin. Ekonomi kendi iç dinamikleri ile hızlı bir şekilde toparlanacaktır" diyorlardı.

Bunun yanında, piyasaların kısa sürede kendi kendini düzeltemeyeceği ve ABD'de yüzde 25'lere yükselen işsizliğin çözümü eğer piyasaya bırakılırsa ne az 20 yıl geçmesi gerektiğini söyleyenler vardı.

Ne var ki dünya buhranı yalnızca ekonomiyi değil, siyaseti de vurdu. Söz gelimi Almanya'da hiper enflasyon, faşist rejimi getirdi. Devleti tamamıyla dışlamanın da etkili olduğu 1930 buhranının dünyaya maliyeti daha yüksek oldu.

Türkiye 1933 te devletçilik uygulamasına geçti. Birinci beş yıllık sanayi planı ile kamu yatırımları arttı. Böylece buhranın sonraki yıllarında en hızlı toparlanan ülke Türkiye oldu.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, dünyada deflasyon sorunu vardı. Keynes'in; Kamu harcamaları artırılmalı ve işsizlikle mücadeleye, enflasyonla mücadeleden daha çok önem verilmeli şeklindeki önerisi, talep yaratarak ekonomilerin durgunluktan çıkışını hızlandırdı. Ne var ki 1970 sonrası, bu politikalar 1970 ve 1974 petrol krizleri ile bütçe açıklarına neden oldu ve enflasyon yarattı.

Keynesgil politikalar piyasaya kısmen müdahele ve düzenlemeye imkan veren politikalardı. Ancak bu müdahale, farklı ülkelerde farklı müdahaleler şeklinde yönetiminde tercihlerine bağlı olarak etkili oldu.

Türkiye, 1963 sonrasında 1980 yılına kadar, karma ekonomi modeli ve ithal ikamesine dayalı politikalar uyguladı. Yarı dışa kapalı bir modelden enflasyon ve döviz krizleri çıkınca, vazgeçilmesi gerekirken, devam edildi. 1980 ve öncesi enflasyon oranları yüzde 60'lara çıktı, 1977 yılında Türkiye de muhalafet lideri Süleyman Demirel, Bülent Ecevit Başkanlığındaki hükümet için; "Türkiye 70 cent'e muhtaçtır" demişti.

1980 sonrasında, Milton Friedman'ın başı çektiği parasalcı yaklaşım küreselleşmenin önünü açtı. Bu yaklaşım Özellikle finans sektörü tarafından, mucize çözüm olarak savunuluyordu.

Monetaristler, serbest piyasa ekonomisinin kendi iç dinamiği sayesinde istikrarlı bir model olduğunu savundular. Bunlar o günlerin temel sorunu enflasyonun nedeni olarak para arzının hükümetlerce gereksiz yere ve aşırı ölçüde artırılmasını görüyorlardı. Ekonomik sorunların temel nedeninin parasal olduğunu savunuyorlardı.

2008-2009 finansal kriz ve öncekiler gösterdi ki; herşey kağıt üstünde kalıyor. Buna rağmen neoklasik iktisatçıların bir kısmı krizi düzeltme olarak gördüler.

Piyasaların rasyonel olduğunu her sorunu kendi dinamizmi ile çözeceğini beklediler. Gerçekte ise bu tezlerin uygulama temeli yoktu. Şöyle veya böyle, sonunda devlet ve Merkez Bankaları müdahale etmek zorun da kalıyorlardı. Neoklasikler halen de bu müdahalelerin geçici olduğunu savunuyorlar.

Piyasa kar maksimizasyonunu hedefler. Ne kadar rekabetçi olursa olsun, spekülatörler bir açık kapı buluyorlar. Devlet ise yönetenlere bağlı olarak başarılı veya başarısız oluyor.

ABD'de ve gelişmiş ülkelerde olduğu gibi eğer devlet kurumsallaşmış ise siyasilerin tasallutuna alet edilemiyor. İslam ülkelerinde ve bizde olduğu gibi devleti siyasi partiler kendi malı gibi görüp ve kullanıyorsa devletin kendisi krize giriyor ve aynı devlet elbetteki piyasayı da düzene koyamıyor.

Özet olarak; iktisatta her şey yönetenlerin yeteneğine ve iyiniyetine bağlıdır.

Yazarın Diğer Yazıları