Hep tek başına!..
Kamer Genç, tek başına bir parti, tek başına, kendisine, “yaratık” diyen şaşkınlara Demokrasi’yi öğretmeye çalışan!..
Hiç yakıştıramadım! Yıllardır TV’deki programlarıyla beğendiğim bir kişinin geçen akşamki davranışını !..
Bir milletvekili, Kamer Genç , TBMM toplantısında otuz AKP’li milletvekilinin saldırısına uğradı... Bir çeşit linç eylemiydi! Neyseki sağduyu sahibi CHP’li, MHP’li milletvekillerinin korumasıyla dayak yemekten, belki de öldürülmekten kurtulabildi.
Utanç veren bir görüntü!.. TV’ler de açık açık gördük. AKP’nin, en başta Başbakanlık görevindeki Tayyip adlı kişinin bu konudaki tutumunu!.. “Benim milletvekillerim şiddete başvurmaz, şiddeti yapan, o zatın kendisidir” diyebilmesini...
Bir yurttaş olarak utandım! Hem Tayyib Bey adlı kişi adına, hem de Meclis’i dolduran yüzlerce AKP’li adına.. utanmak az gelir, yetmez! Cebinde çakı taşıyan bir kişiden başka ne beklenir diyeceksiniz! Çakı deyip geçmeyin, gerektiğinde çok işe yarayan bir araçtır o. Yetmiyorsa sayısız koruma, sayısız militan...
...
Kamer Genç’i, 12 Eylül’ün Danışma Meclisi’nde Tunceli temsilcisi olduğundan beri tanırım. Tek başınaydı o günlerde de... Cuntanın getirdiği yasalara, uygulamalara karşı çıkarken... 81 Anayasası’nı, YÖK’ün kurulmasını, Dil ve Tarih kurumlarının kapatılmasını, Atatürk vasiyetinin ayaklar altında çiğnemesini ve daha nice yanlış kararları, uygulamaları hep tek başına eleştirmişti...
TBMM’nin en deneyimli, en kıdemli milletvekili... Onun bunun desteğiyle oraya gelmiş değil, halkının sevgisiyle seçilmiş... Değişik iktidarlara karşı tek başına savaşım vermekten çekinmeyen bir insan... Kürsüye her çıkışında ele aldığı konular, hepimizin yazdığı, konuştuğu ülke sorunları...
Daha da çok AKP iktidarının bile bile yaptığı yanlışlıklar, ülkeyi onursuzluk çizgisine sürükleyen ayıplar!..
Hiç yakıştıramadım diye başlamıştım. TV önünde Kamer Genç’le konuşma yapan yılların yorumcusu Uğur Dündar’dı. Başbakan’ın ’Asıl saldırgan kendisidir’sözlerini destekleyen bir kişi, bir iktidar yandaşı... Gazeteciliğini, yıllardır kazandığı saygınlığı hiçe indirircesine!..
Olur şeyler bunlar deyip geçelim mi! Kimler kimler, şu bu kazançlar, çıkarlar uğruna değişimlere uğradı! Hangi birini sayayım? Böyleleri belki günün birinde ’Ben neler yaptım’diye dövüneceklerdir, diye umuyorum...
...
Kamer Genç, tek başına bir parti, tek başına, kendisine, “yaratık” diyen şaşkınlara Demokrasi’yi öğretmeye çalışan!..
* Oktay Akbal / Cumhuriyet
++++++
Bir de görüntüler olmasaydı!
Tamam, Kamer Genç’in konuşması tahrik ediciydi!
Tamam, Kamer Genç’in üslubu hiç de şık değildi!
Tamam, Kamer Genç, AKP’lilerin özellikle nasırına basıyordu!
Ama televizyon ekranlarında seyrettiğimiz görüntüler de AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın “Benim partimin milletvekilleri şiddet uygulamaz” sözlerini doğrulayacak nitelikte değildi!
Bu konuda TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın olaya yaklaşımını AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın yaklaşımından daha sağlıklı ve daha doğru bulduğumuzu söyleyebiliriz!
Keşke AKP Genel Başkanı Erdoğan da bu konuda Toptan gibi bir tavır koymuş olsaydı!
Genç’in konuşmasını, üslubunu ne kadar yerden yere vursa kendisine hak verirdik. Ancak partili arkadaşlarını böylesine sahiplenmesini doğru bulmadığımızı da ifade etmeliyiz.
Z.Ceyhan / Milli Gazete
++++++
Başbakan’ın katmerli nikâhı
Başbakan’ın üç günlük gaybubetine dair açıklamasını Yeni Şafak’ta okudum. Uzun uzun anlatmış. Yanıbaşında da Fehmi Koru’nun onu sahiplenenen bir yorumu vardı:
“Dinlenmeye hakkı ve ihtiyacı var” Başbakan Erdoğan’ın, diyor; daha da önemlisi, kafasını dinlerken düşünmesi de gerekiyor... Yani karşıt anlamıyla, seçim yorgunluğundan beri hep göz önünde olan Tayyip Bey’in, doğru dürüst düşünecek vakti bile olmamıştır, demeye getiriyor. Blair’in, Bush’un haftalar süren tatiller yaptığını hatırlatıyor (19 nisan).
Keşke herkesin, Fehmi Koru gibi onu her yerde ve her zaman koruyacak, izahı güç sözlerine ve davranışlarına yakışıklı esvap giydirecek böyle vefalı ve bilge dostları olsa!
* * *
Kendisinin ne dediğini; gaybubeti hakkında, aynı gazeteden öğreniyoruz. Doğrudan gazetecilere söylemiş:
- Biz nereye adım atsak size hep haber vermemiz lazım, bunu anladım. Ama benim yaşamımın da bir insanî yanı olması lazım. Yani vatandaş olarak haklarım var. Bunları kullanmam lazım. Kaldı ki bu arada yapmam gereken çalışmalarım da var. Sakin bir köşede, çocuklarımla beraber, onlar bir kenarda oturup dinlenirken ben de kendi dersimi çalışayım istedim. Ama sağ olun, bize bu fırsatı vermediniz.
Sonra şikâyet ve ders verme faslına geçiyor:
- Bir başbakanın dinlenmesi bile ülkesi içindir, milleti içindir. Kaldı ki iki gün fazla bir şey de değil.
Anlaşılan Tayyip Bey hâlâ, sadece Emine Hanımefendi’yle evli olduğu hayaliyle yaşıyor. Milletlerin, tıpkı kumalar gibi, başbakan ailelerinde devamlı (ve doğrusu biraz da müziç, yani -iz’aç eden, rahatsızlık veren, bunaltıcı, hatta bıktırıcı-) bir şekilde var olageldiklerini bilmezden geliyor.
Bir başbakan, evet eşine ve aynı zamanda milletine çifte nikâhla bağlanmış olan kimse demektir. Durumu, tıpkı bekâr ve evli iki erkek arasında olduğu gibi farklılık arzeder. Bekâr iken bırakın gecikmeyi, akşam eve hiç gitmediğiniz de olur. Ana baba farkına varsalar da bu hali yadırgamaz.
Evli erkeğin durumu öyle midir? Hele üstelik müesseseye çifte nikâhla bağlanmış ise...
* Hakkı Devrim / Radikal
++++++
Çocuk Mustafa
Bilgisayarı olmadı.
Mustafa Kemal’in...
İnternete giremedi.
iPod’u olmadı.
Televizyon görmedi.
Çizgi film seyredemedi hiç.
Spider Man’i tanımadı mesela.
Legosu olmadı.
Futbol topu olmadı.
Basketbol oynayamadı.
Spor ayakkabı bile giyemedi.
Cep telefonu yoktu.
Kısa mesaj atamadı.
Hesap makinesi kullanamadı.
Anaokuluna gidemedi.
Okul servisine binemedi.
Atlıkarıncaya da...
Tommiks okuyamadı.
Kokulu silgisi yoktu.
Halbuki o da çocuktu...
Cola tadamadı.
Cips yiyemedi.
Beslenme çantası olmadı.
*
Çocukluk fotoğrafı yok.
İçime hicrandır...
Yaş günü bile yok.
Bilmiyoruz ne gün doğduğunu.
*
Bugün çocuklarımızın sahip olduğu hiçbir şeye sahip değildi, çocuk Mustafa Kemal...
Ama, hayalleri vardı.
Dünyada başka hiçbir milletin çocuklarında olmayan bir hediyeyi verdi, bizim çocuklarımıza... Yarın, 23 Nisan.
*
Boşverin, basmakalıp törenleri, bayat mesajları, ruhsuz konuşmaları, boşverin...
Hayalleri var mı çocuklarımızın?
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
++++++
Teksesli bizimkiler korosu...
Demokrasiyi, çoksesliliği içine sindirenler, başka seslere bu kadar sağır, bu kadar tahammülsüz olabilir mi?
Kendisi gibi düşünmeyen, en sıradan eleştiri hakkını kullanan bir medyayı ortadan kaldırmaya tam teşebbüs edebilir mi?
O medyanın gazetecileri üzerinde cadı avı düzenler, hoşuna gitmeyen gazeteciler için “Beğenmiyorsan çek git” diye konuşabilir mi?
Çoksesliliği içine sindirmiş bir Başbakan ve partisi, basının neredeyse üçte ikisi, şartsız şurtsuz, hiç “ama” sız, birinci sayfasından spor sayfasına kadar kendine tam biat etmişken, gözünü geriye kalan üçte bire dikip, “Onları da istiyorum” diye bağırıp çağırır mı?
Kiralık kalemlerine, “Bekleyin şimdi sıra size geliyor, kellenizin gitmesi yakındır” diye tehdit mektupları yazdırabilir mi?
Var mı Kopenhag’ın orijinal metninde böyle bir “çokseslilik” tarifi.
Çoksesli dediğimiz zaman, sadece “bizim çocukların” kelle sayısından mı söz ediyoruz?
Teksesli bizim çocuklar korosu...
Yoksa onu tek maddeden ibaret bir deklarasyon mu sanıyoruz?
Madde 1: Benim partimin kapatılması yasaktır.
Madde 2 yok...
Yani çağdaş demokrasi bu oluyor, öyle mi?
* * *
Keyfi yönetim olmaz, diyoruz değil mi?
Hadi öyleyse biraz da Maastricht sokaklarında dolaşalım.
Avrupa demokrasisinin hangi ekonomi mahallesinde, tek kişilik, sipariş ihaleler nedense hep yakın akrabalara, damatlara, bizim oğlana, dayı çocuğuna gidiyor?
Hangisinde ülkenin sanayi gelişmesine yıllarca katkıda bulunmuş, markalar yaratmış işadamları tam biat etmedi diye “ötekiler” diye etiketlenip, gözler ve nimetler yine “bizim çocuklara” dönüyor?
Hangi ülkesinde yabancı işadamları çağırılıp, onu bırak, bizimkiyle ortak ol diye “masum” telkinlerde bulunuluyor?
Ülkenin en büyük işadamları örgütüne üye şirketlere baskı uygulanıp, ötekilere her türlü müsamaha gösteriliyor, “En ziyade müsaadeye mazhar” şirket kategorileri oluşturuluyor?
* Ertuğrul Özkök / Hürriyet
++++++
Parti kapama
Haberi geçen hafta (17 Nisan’da) Anadolu Ajansı geçti... Birlikte okuyalım:
“Almanya’nın Bad Saarow kentinde bir araya gelen eyalet icişleri bakanları, aşırı sağcı Milliyetçi Demokrat Partisi’nin (NPD) kapatılması konusunda anlaşamıyor.
Hıristiyan Birlik (CDU/CSU) içişleri bakanları, NPD’nin kapatılması yerine, devlet tarafIndan bu partiye sağlanan para yardımın kesilmesini isterken, Sosyal Demokrat (SPD) bakanlar, NPD’nin kapatılmasını istiyor...”
Türkiye’ye gelip gidip “Demokrasilerde parti kapatılmaz” diyen Lagendijk, Rehn, Barroso gibiler acaba bu haberleri okumuyor mu? Yoksa bizi dünyadan habersiz mi sanıyorlar?
* Melih Aşık / Milliyet