Hayıyırlı olsun...
Bugün yapılacak olan referandum köşe yazarlarının ana konusu oldu. İşte üç yazar ve referandumla ilgili üç görüş
Türkiye’miz, yeryüzünün en komik hukuk ve siyaset olayına sahne olacak:
Referandum...
Biliyorsunuz Başbakan seçim öncesi Abdullah Gül’ü, “11’inci cumhurbaşkanı” seçtiremeyeceğini anladığı gün efelenerek buna karar vermişti.
Bu yüzden bunun asıl adı şöyledir:
Eferandum...
Eferandum enteresan bir girişimdi. Çünkü arkadaşlar hukuktan, yasadan, devlet yönetiminden çok iyi anladıkları için, bir “11’inci Cumhurbaşkanı” varken, bir tane daha “11’inci Cumhurbaşkanı” seçmeye kalktılar.
Seçilseydi...
10 ile 11 arasında başka rakam olmadığı için, Abdullah Gül 10.5’uncu cumhurbaşkanı olacaktı.
Ne yaptılar?
Eferandum oylanmaya başladıktan sonra içini değiştirdiler.
Böylece eferandum bittiğinde, seçmenin bir kısmı “11’inci Cumhurbaşkanı” için, bir kısmı “12’inci Cumhurbaşkanı” için oy kullanmış olacak.
Yüksek Seçim Kurulu ise eferanduma “devam” kararı aldığı gibi, dün de 7.5 YTL olan sandığa gitmeme cezasını 17 YTL’ye çıkarttı. Akşam da 19 YTL olarak düzeltti.
Dünya gülüyor bize.
Saygın hukuk adamı Prof. Ahmet Mumcu dün Melih Aşık’ın köşesinde şöyle diyordu:
“Hukuk, en yüksek yargıçlarca katledildi (....) Naçiz bir hukukçu olarak utanç içindeyim...”
Olsun...
Eferandum yapılıyor.
CHP sandığa gitmeme kararında, MHP gidip “hayır” oyu verme çağrısı yaptı taraftarına.
AKP ile DTP el ele “evet”
istiyorlar.
***
Elbette aziz halkımızın çoğunluğu, eminim neye oy verdiğini bilmeden gidip “evet” diyecektir.
Tıpkı nereye sürüklendiğinin, kendi çocuklarının dünyasını nasıl kararttığının, başına nelerin geldiğinin, uygar dünyadan nasıl koptuğunun hálá farkında olmadığı gibi.
Ben ise...
Tüm çağdaş ülkelerde bir “demokratik hak” olarak kabul edilen “sandığa gitmeme” hakkımı kullanacağım.
Oy vermeyeceğim.
Eferandumda ben yokum.
Ya siz?..
* Bekir Coşkun / Hürriyet
+++++
AKP usulü teşekkür!
Adamlar dört buçuk yıl iktidarda kaldılar memura ne verdiler? Ne verecekler, gıdım gıdım zam verdiler! Peki, memur milleti ne yaptı? Yine götürdü oyunu AKP’ye verdi değil mi? AKP’nin memur takımına karşı tavrı belli iken oylar götürülüp tekrar bu partiye veriliyorsa şimdi “Bu nasıl zam?” diye niye şikayet edilir anlamak mümkün değil! Arkadaşlar bu da AKP usulü teşekkürdür! Ben AKP’lilerin yerinde olsam, bu kadar da zam vermezdim! Dört buçuk yıl gıdım gıdım zam verdiğim bir kitle yine oylarını getirip bana veriyorsa onlara niye fazlasını vereyim ki!
* Zeki Ceyhan / Milli Gazete
+++++
Cümleten hayırlı referandumlar
Haber kanalında izliyorum.
Muhabir, vatandaşa soruyor...
- Cumhurbaşkanı’nı kim seçmeli?
- Meclis seçmeli.
- Referanduma katılacak mısınız?
- Evet.
- Ne oy vereceksiniz?
- Evet vereceğim.
Bana göre, hadiseyi kavramak için, anayasa profesörlerinin katılımıyla uzuuun uzun programlar yapmanın manası yok...
Seyret bu diyaloğu, hadise ortada.
***
Zaten, “evet” oylarının rengi, bu nedenle “beyaz” sanırım... Vatandaş beyaz boş káğıda imzasını atıyor, sen sonra nasıl istersen öyle doldur. Razı.
***
Bir başkasına soruyorlar...
- Neleri oyluyoruz?
- Bilmiyorum.
- Ne oy vereceksiniz?
- Evet vereceğim.
- Niye?
- Öyle...
Bundan sonra öyle çünkü.
Bundan sonra öyle de...
1995 genel seçimine bakıyoruz:
Resmi seçmen sayısı 34 milyon.
1999 genel seçimi: 37.5 milyon.
2002 genel seçimi: 41.3 milyon.
2004 belediye seçimi: 43.5 milyon.
2007 genel seçimi: 42.5 milyon!
21 Ekim referandumu: 42.6 milyon!
Bu nasıl “öyle?”
***
95’ten beri her seçimde 3.5 milyon civarında artan seçmen sayısı... 2002’den 2004’e kadar, sadece 2 senede, 2.2 milyon artan seçmen sayısı... 2007’de nasıl “öyle” oldu da, “eksi” ye düşüverdi?
Nasıl “öyle” oldu da, aradan 3 sene geçmesine rağmen, hálá 2004’teki kadar seçmenimiz yok?
***
Soruyorum ama, aslında fazla takılmamak lazım böyle şeylere... İşsiz sayısının arttığı bir ülkede, işsizlik azalıyorsa... Elbette, nüfus artarken, seçmen sayısı da “öyle” azabilir pekálá. Cümleten hayırlı referandumlar.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++++
Hukuk istatistik değil mantıktır...
Sonunda onu da komikleştirdik.
Yarın bu ülkede bir referandum var. Demokrasinin en önemli eylemi. Seçimden de önemli. Çünkü halk bu defa “Benim yerime karar ver” diye temsilci seçmiyor. Kendi karar verecek doğrudan..
Neye karar verecek?.. Bilmiyor!..
24 saat kalmış, halkın yüzde 80’i referandumun olduğunu bile bilmiyor..
Oysa Anayasa değişecek.. Esas Teşkilat Yasası’nda.. Devletin temelinde değişiklik isteniyor..
Önce değişikliklerin ne olduğunu halka anlatacaksın, tüm iletişim kanallarıyla.. Televizyonlar, radyolar, gazeteler.. Kendiliklerinden yapmayanları, Yüksek Seçim Kurulu zorlayacak. Olmadı sayfa sayfa ilanlar vereceksin..
Sonra tartışmalar başlayacak. Lehinde, aleyhinde olanlar fikirlerini açıklayacak ki, sandığa giden halk, niye “Evet”, ya da niye “Hayır” diyeceğini bilsin..
Yapıldı mı bunlar?.. Oldu mu?..
Yoldan gazeteci çevirip sorun, “Değişiklik varmış, nedir” diye, bakalım kaçı bilecek?..
“Herkes işine baksın” diyor, Recep Tayyip Bey, Anayasa profesörleri işe girince.. Halkın işi mi peki?.. Anayasayı hayatında görmemiş, neyin değişeceğini duymamış halkın işi mi peki?..
Yüksek Seçim Kurulu’nun “Yapılsın” diyen 6 üyesi.. Bu halk bu referandum için hazır mı?.. Hukuk, istatistik, rakam değil, mantıktır. Özdür. Bu referanduma inanıyor musunuz içinizden?.. Siz kendiniz şahsen biliyor musunuz ne için oy vereceğinizi.. Vicdanınız rahat, yüreğiniz emin mi, kararınızdan?. Geçti artık..
* Hıncal Uluç / Sabah
+++++
Ben dinlerken hüzünlendim
Kanaltürk’te Arkadaşım Emin Çölaşan ile Patronum Aydın Doğan’ın karşılaşasında -seyirci olarak- ben de hazır bulundum. Geldikleri noktada iki tarafmış gibi konuştular. Şu 2000’li yılların bence de çok başarılı iki gazetecisidir konuşanlar; biri patron, öbürü köşeyazarı olarak.
Sorabilirsiniz bana, ikisinden de yaşlı bir gazeteci oluşumu dikkate alarak:
- Peki, onları dinlerken ne hissettin, diye.
Tek kelimelik bir cevapla yetinirseniz,
söyleyeyim:
- Hüzünlendim!
Daha fazlasını ısrar etseniz de söylemem, söyleyemem. Bana her zaman gösterdiği ilgi ve anlayış sebebiyle Patronumu, onu eleştirdiğimde bile bana cânüyürekten ağabey demeyi sürdüren Meslektaşımı rencide ederim endişesiyle değil sadece...
Aynı zamanda, gazetenin sahibi ve çalışanı olarak biz gazeteciler, benim yukarıda kısaca değindiğim meseleyi henüz kendi aramızda halledememiş olduğumuz için... Okurlara da söylemenin sırası, bundan sonra gelecektir.
* Hakkı Devrim / Radikal
+++++
Umar’dan Özdemir’e dava
Cüneyt Özdemir, bayram öncesi Leyla Umar ile özel bir röportaj yapmak istedi. Umar, red cevabı verince bakın başına neler geldi...
Yılların gazetecisi Leyla Umar, hakkını yargı yolu ile aramak için harekete geçti...
Babıali’nin Leyla Ablası’nı kızdıran olaylar şöyle gelişti:
Cüneyt Özdemir, Leyla Umar ile söyleşi yapmak istedi. Umar, “Ne söyleşisi, benle röportajı ne yapacaksın, ölürsem belgesel diye yayınlamak için mi bu?” diye sordu. Özdemir, “Estağfurullah Leyla Abla, biz sizi çok seviyoruz” cevabı verdi.
Bunun üzerine Umar, “Ben seni sevmiyorum” diye çıkıştı.
Cevaba sinirlenen Özdemir, hemen internet sitesine Leyla Umar’ın Ortaköy’deki evinden taşınacağı yolunda bir haber koydu. Gerekçe olarak da camilerin gürültüsünden ve ezan sesinden bıktığını yazdı.
Bu yalan habere çok
sinirlenen Leyla Umar, Cüneyt Özdemir’e karşı yalan haber davası açıyor.
Davayı Vatan gazetesinin hukuk işlerini
yürüten büro üstlendi...
* medyatava.com
+++++
Hürriyet
Tufan Türenç
Aklınız neredeydi?
Mr. Bush’a soralım: PKK mı, Türkiye mi?
BU Bush değil miydi 11 Eylül’den sonra bas bas bağıran:
“Ya bizden yana olursunuz, ya da teröristlerden.”
Şimdi Türkiye de ona sesleniyor:
“Ya bizden yana olursun, ya da PKK’dan.”
Dikkat edin Bush ve Batılı liderlerin tümü kalkıp Türkiye’ye “itidal” tavsiye ediyor.
İnsanda biraz izan olur.
PKK’ya hem terörist diyeceksin, hem de o kanlı örgütü kollayıp destekleyeceksin.
***
Görülüyor ki, “tezkere” yalnız Batılıların değil, herkesin kimyasını bozdu.
Iraklı liderlerde bir telaş bir telaş.
Örneğin Kürt kökenli Dışişleri Bakanı Zebari panikte.
PKK’ya “Irak’ı hemen terk edin. Bizim başımızı belaya sokmayın” diyor.
Tezkere çıkana kadar Bay Zebari’nin aklı neredeydi?
AKP hükümeti de öyle. Ya onların aklı neredeydi?
Tezkere için neden bu kadar beklediler?
Türkiye’nin ne kadar güçlü olduğunu sanırım
anladılar.
+++++
Hürriyet
Yalçın Doğan
Dünya alarmda
ÖNÜMDE İngiliz, Alman ve İsviçre gazeteleri ile dergileri var. Beş siyasi dergi, on iki gazete.
Hepsinin birinci sayfalarında uzun uzun Türkiye’nin sınır ötesi harekat kararına ilişkin haberler ve yorumlar.
En olumsuz olanı, “Türkiye Gürültü Çıkartıyor” başlığı altında The Economist’te. Boşuna dırdır ediyor, nasıl olsa, böyle bir şey yapması mümkün değil, anlamında.
En olumlu yaklaşım, İsviçre Neue Zürcher Zeitung ile Alman Süddeutsche Zeitung’da, “Sabrın Sonu Geldi” başlığı ile.
Yorumlar aynı doğrultuda. 1-Türkiye’ye ilk kez hak veriyorlar. 2-Bush’u suçlayarak, PKK’lı teröristleri altmış yıllık NATO müttefikine tercih etti, diyorlar. 3-Türk-ABD ilişkilerinin daha da kötüleşeceğini tahmin ediyorlar. 4-Böyle bir harekatın, bölgede sonucu ve etkileri bilinmeyen bir savaşa yol açabileceği kaygısını taşıyorlar. Dünyaya alarm verilen nokta, bu sonuncusu.
Bu dört noktanın, dördü de geçerli. Alarmın nedeni ise, beşinci noktada, Türkiye blöf yapmıyor, yorumu.
Madem blöf yapmıyor ve madem haklı, o zaman terörle mücadelede, siyasal destek vermelerini beklemek, bizim hakkımız.
Avrupa basınında yazılanları Bush okusa, sonra aynaya baksa, eminim, ülkelerin kaderleriyle bu kadar sorumsuzca oynamaktan vazgeçer. Okuduğunu anlamak
şartıyla.