"Hayırlar olur inşallah"
AKP Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan’ın Parti Grubunda konuşması, Kuzey Irak’a operasyon konusunda, PKK’ya ve de Barzani’ye karşı, kararlılık ifadelerine rağmen, bence -inşallah yanılıyorumdur- operasyonu savsaklamanın, zeminini teşkil ediyor. Zaten bir bakıma iş şirazesinden çıktı. Hem ABD’ye, hem de Barzani ve Talabani’ye kafaları karıştırmaları için, zaman bırakıldı... Türkiye, ise kıymetli zaman kaybetti. Başbakan Güneydoğu konusunda gerçekleri dile getirdi. Ancak bunlar, hiç de yeni değil, hatta yılların ve son zamanlarda da, AKP hükümetlerinin AB ve ABD’ye uyum politikalarının ürünü! Erdoğan bunları biliyordu ise, bırakınız “tedbirli bir tüccar” olmayı, öngörüşlü bir devlet adanı olarak, şimdiye kadar gerekenleri neden yapmadı, Washington’dan icazet bekledi. Ve şimdi de, bıçak kemiğe dayanınca, artık kaybedilecek iki gün bile olmadığı halde, günler boyunca, önce ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice hanımdan, haber bekliyor Bush’tan icazet almak için, Washington’a “onun” ayağına neden gidiyor? . MHP Genel Başkanı Devlet Bey’in dediği doğru; “Sen Bush’un ayağına gideceğine, onu ayağına getirmeli idin.”
Biliyorum, “koca ABD’nin Başkanı Türkiye Başbakanının ayağına gelir mi?” diyecekler. Bu, kendi gücümüzü bilmemek ve kararlılığımızı hâlâ gösterememenin ifadesi! Başbakana göre sözde “stratejik ortağımız” Amerika’dan, ordusundan ve yaptırımlarından korkmak da acz ifadesi. Zaten bu aczimiz ve edilgen politikalarımızın -ateşimizin- “saman alevi” gibi sönmesi değil midir düşmanlarımıza ve PKK’ya cüret veren?
Böyle hallerde, milli çıkarlarımız söz konusu olduğunda; Atatürk ve İnönü kimsenin “ayağına gitmediler” onlar geldiler. Zaman değişti, ama düşmanlar değişmedi ve “milli onurun” anlamı değişmedi!
Süngünün ucu
Bakın; süngünün ucunu gösterdik, önce nasıl yalvar yakar oldular. Ama süngüyü geri çekince, gene nasıl palazlanıyor ve operasyon yapılmaması için afaki vaatlerle bizi, gene oyalamaya başladılar!
Matematikte olduğu gibi siyasette, dış siyasette denklemler -Güneydoğu denkleminde- değişmeyen, sabit faktörler ve değişebilir faktörler var. Mesela ABD’nin, Kürt Kartını asla elinden bırakamayacağı, Bölücü Kürtlerin asla Bağımsızlık ve Büyük Kürdistan amacından vazgeçmeyecekleri gibi. Bakın, TBMM’ye “siyasi çözüm” diye indirilmiş, PKK “vekili” DTP, şu bağlamda dahi -pervasızca- “Türk olarak değil, Kürt olarak özerklik, APO’ya af” istiyor! Bu cüreti nereden alıyor?
Sorunu NATO’ya BM Güvenlik Konseyi’ne taşıyıp “uluslararası platforma” getirmek de, abesten öte felaket. Acaba bizim allameler, böyle olunca hudutlarımıza, hatta içerimize “BM Barış Gücünün” yerleşeceğini ve bunun neticelerini, işin “plebisite” kadar varacağını fark etmiyorlar mı?
Diyorlar ki; Eğer Türkiye ekonomisi güçlü olursa, bölgede Kürtlere “ağabey” ve “çekim merkezi” olur. Belki, “kırmızı çizgilerimiz” en önemlisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin “Türklükte gönüllü aidiyet” tılsımı korunabilseydi, daha önce bu olabilirdi, ama artık, bu hayal. “Çekim merkezi” artık başka yerlerde! Erdoğan’ın dış politika dehasını, Rice ve Bush’la görüşmesinden sonra göreceğiz... “Oval ofisinde” karşılıklı ayak ayak üstüne atıldıktan sonra, Bush’un boş, savsaklama vaatlerinde bulunması üzerine, Başbakan bunlara kanıp, Ankara’da uçaktan “zafer işareti” verip, “Artık Barış” diye inerse hiç şaşmam. Ama “bu barış”, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne son verecek bir “barış” olur!
* * *
ACI
Çocukluk arkadaşım, Ankara’da beraber oynadığımız Erdal İnönü vefat etti. Efendi bir insan, politikacı olmayan bir siyasetçi idi. Ben çocukluk arkadaşıma Allah’tan rahmet ve kardeşi sevgili Özden Toker’e sabırlar diliyorum!