'Hasta adam' zihniyeti
Aylardır “Ergenekoncuların kanlı cinayetleri(!)”ni yazan İkinci Cumhuriyetçi Mehmet Altan’dan yeğeni Sanem Altan’a ’operasyon’ itirafı: ABD Türkiye’yi tedavi ediyor
Star gazetesi başyazarı Mehmet Altan, biraderi Taraf gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan’ın biricik kerimeleri Vatan gazetesi röportajcısı Sanem Altan’a “Ergenekon” konusunda bir röportaj vermiş...
“Yeğen” Altan, tabii ki “Amcacığım, amcacığım... Hadi anlat bana...” demeden, gayet formel bir üslupla soruyor:
“AKP gerçekten Ergenekon’un üstüne gidiyor mu sizce?”
“Amca” Altan da “Bak yeğenim... Bu işler şöyle oluyor...” edasına zerre kadar kaymadan yanıtlıyor:
“Bence AKP’ye kalsa Ergenekon kapanır bile. AKP’yi aşan bir irade Ergenekon’un peşinde (...) Dünya sistemi Egenekon’u tasviye ederek Türkiye’yi tedavi ediyor (...) Burası NATO ülkesi. Burada NATO’nun ve Amerika Birleşik Devletleri’nin istemediği hiçbir darbe olmaz. Bu sefer darbeyi yapamadılar çünkü Amerika istemedi.”
Yeğen / amca mülakatının bu bölümünü okuduktan sonra benim durumum şudur:
Şaşkın, hayrete düşmüş, kandırılmış, aldatılmış ve perişan.
Neden mi?
Çünkü ben öyle biliyordum ki:
Ergenekon’a karşı girişilen savaş, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Yetti artık bu derin devlet... Yetti artık bu faili meçhul cinayetler” falan diye haykırışı sonucu başlamıştır.
Çünkü ben öyle biliyordum ki:
AKP, derin devlete savaş açmıştır...
Çünkü ben öyle biliyordum ki:
Başta “Türkiye’nin Di Pietro’su” olarak selamlanan Savcı Zekeriya Öz olmak üzere bir avuç korkusuz savcı, hukuksuzluğa dur demek için kelle koltukta savaşmaktadır.
Çünkü ben öyle biliyordum ki:
Taraf gazetesi büyük risk almaktadır.
Çünkü ben öyle biliyorudm ki:
Şamil Tayyar falan gibiler yazdıkları yazılarla çeteye aman vermemektedirler...
Fakat... Heyhat...
Mehmet Altan, işin aslını ifşa ederek beni derin bir hayal kırıklığına uğrattı.
Meğer bu işin arkasında “dünya sistemi” var imiş...
Meğer bu işin arkasında “ABD” var imiş...
Meğer bu işin arkasında “NATO” var imiş...
Bu gerçeği öğrendiğim andan itibaren...
Şaşkın, kandırılmış, hayrete düşmüş, aldatılmış, perişan ve küskün bir edayla haykırmak istiyorum:
Mehmet Abi... Mehmet Abi...
Madem olay senin dediğin gibiydi.
Madem işi “Dünya sistemi”, “ABD” ve “NATO” bitirmekteydi...
O zaman ne diye aylardır...
“Çeteleri temzliyoruz”, “Gözümüzü budaktan sakınmıyoruz”, “Paşaları tutukluyoruz”, “Kimsenin yapamadığını yapıyoruz”, “Büyük risk alıyoruz”, “En kahraman biziz”, “Demokrasiyi kurtarıyoruz”, “Dokunulmazlara dokunuyoruz” falan diyerek...
Hava attınız ki?
Niye kahramanlık tasladınız?
Niye hayallerimizle oynadınız?
Yazık değil mi bize Mehmet Abi...
* Ahmet Hakan / Hürriyet
Altan’ın yeğenine verdiği röportaj, Osmanlı’yı ‘paylaşana kadar’ ayakta tutmak isteyen Rus Çarı Nikola’nın İngilizlerle pazarlığını hatırlattı
++++++
Fehmi Koru’nun gözyaşları...
Ya bizi aptal sanıyorlar ya daha önce söylediklerini, yazdıklarını hatırlamıyorlar ya da acayip kıvrak belleri var.. Düne kadar.. ‘Usule takılmayın, işin özüne bakın’ diyenler.. Köşesinden isimler vererek adres gösterenler.. Bu iş bitmedi, sırada ‘bilinen çok isimler var’ diye ahkâm kesenler.. Operasyonun ucu ilgili ilgisiz herkese değsin diye ellerini ovuşturanlar.. İşin ucu kaçınca ‘bizim de içimize sinmedi, vicdanımız rahat’ değil demezler mi?
Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru demiş ki; “Savcıların yerinde ben olsam ‘bu iki ismi (Saylan ve Mergen) listeye kim ekledi’ sorusunu ciddi biçimde sorardım. ” Sanki.. Demokrasi dümeniyle, demokrasi dışı güç kullanımını savunan başkasıymış gibi.. Pes!
* Mehmet Tezkan / Vatan
++++++
Kişilik hakları ayaklar altında
Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’a ait olduğu ileri sürülen bir ses kaydı internette yayınlandı.
Ses kaydının “ortam dinlemesi” ile elde edildiği belirtiliyor. Ortam dinlemek o kadar kolay iş değil.
Bunu yapabilecek olanlar belli: İstihbarat teşkilatı, polis ya da jandarma.
O aletleri kullanma yetkisinin o kuruluşlarda kimlere ait olduğu da amirlerince biliniyor
olmalı. Ve bu yasadışı uygulama, büyük bir fütursuzlukla sürüp gidiyor.
Türkiye çok ciddi bir insan hakları ihlali ile karşı karşıya. Haklarımız herkesin gözü önünde çiğneniyor.
Türkiye giderek bir korku ülkesine dönüşüyor. Kimsenin yasalara ve yasaları ugulayanlara güvenemeyeceği bir korku ülkesi!
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
++++++
TÜRKİYE İLE HESAPLAŞMAK İSTEYENLERLE İKTİDARI KORUMAYA ÇALIŞANLARI BULUŞTURAN DAVA İTTİFAKININ İTİCİ GÜCÜ:
Devrilme paranoyası
2002 seçimlerinde AKP, kendisinin bile beklemediği bir biçimde, tek başına iktidara geldi. İktidara geldiklerine inanamayan AKP’lileri “peki iktidarda nasıl kalacağız?” korkusu sarmıştı. Bu zihniyet o güne kadar hep mağduru oynamış “gizli güçlerin” kendisini asla iktidara getirmeyeceğine inanmıştı.
Liberaller devrede
Bu aşamada AKP’nin yardımına iki kesim koştu. Biri büyük sermaye çevreleri diğeri de her fırsatta Türkiye’den hesap sormak isteyen sözde liberallerdi. Sermaye çevreleri ekonominin bozulmasını istemiyordu, Türkiye karşıtı liberaller ise tıpkı İran’daki gibi “düşmanlarının düşmanlarıyla” işbirliğini çıkarlarına uygun bulmuştu.
Önce ABD’nin Derviş’le gönderdiği talimatla IMF’ye bağlı serbest piyasa ekonomisi aynen sürecekti. İkincisi ise AB üyeliği için büyük güç harcanacaktı. AKP bu desteği görünce iki isteğe sarıldı. Ama korkusu hiç bitmedi.
2003 yılının 30 Ağustos’unda komutanların çok sert bir bildiri yayınlayacakları ileri sürülüyordu. “Darbe yapılacaktı” iddialarının kaynağı budur.
Düğmeye basılıyor
Şimdilerde darbe günlükleri adı altında Türkiye’nin bir darbe tehdidini atlattığı söyleniyor. Bu, doğru değil. Hükümet de bunu biliyordu.
İktidar şöyle düşünüyordu: “Askerin darbe yapması artık mümkün değil, ama şimdi üste çıkma zamanıdır.” Devlet içinde kadrolaşma tüm hızıyla sürüyordu. Teknolojiyi de iyi kullanan bu ekibe operasyon için düğmeye basma talimatı verildi. Bu dönemde sessiz sedasız biçimde MİT ve Emniyet İstihbaratı’na “genel izleme yetkisi” verildi. İstihbarat birimleri mahkemeden izin almaya gerek duymaksızın iktidara karşı tehlikeli gördüğü kişileri dinlemeye başladı. Durumu fark eden jandarma aynı yetkiyi kendisi de istedi ve aldı. Konu mahkemelik oldu ve jandarmanın yetkisi elinden alındı. Emniyet ve MİT’in yetkisine dokunulmadı.
Kanaat oluşturuluyor
İzleme ve dinlemeler potansiyel olarak iktidara karşı olduğu bilinen kişilere yöneltilmişti. Bu kişiler konuşmalarında iktidardan rahatsızlıklarını açık biçimde dile getiriyordu. Bu kayıtlar tutuldu, dosyalar hazırlandı. İşe önce çıkar amacıyla çeteleşen, daha önce içinde bulundukları devlet kurumlarının gücünü kullanmaya devam eden kişilerden başlandı. (...) el bombaları bulunmasına kadar. Aranan fırsat bulunmuştu. Artık darbe teşebbüsü fikri ortaya atılabilir ve o ana kadar elde edilen kayıtlar ortalığa saçılabilirdi.
AKP 2007’de yüzde 47’ye çıkmıştı. Geçen beş yıl içinde devlet içindeki kadrolaşma her yeri kontrol edebilecek hale gelmişti. İslamcı bir sermaye oluşturulmuş, klasik sermaye grupları sindirilmiş, medyanın önemli bir bölümüne bizzat sahip olunmuş, kalanı da baskı altında bırakılmıştı. İktidar artık çok güçlü olduğuna inanmıştı, mağdurluk bitmiş mağrurluk dönemi başlamıştı. Kısacası korkulacak bir şey yoktu ve başta 28 Şubat olmak üzere geçmişin intikamı alınabilirdi artık.
‘Hukuk’a hapsetmek
Ergenekon olayında en başarılı nokta, bu davanın bir hukuk davası gibi sunulmasıdır. Türkiye ile hesaplaşıp gerçek amacına ulaşmak isteyenler, bu ülkenin gerçekten demokrasiye ve hukuk devletine bağlı kesimlerini psikolojik baskı altında tutmaya çalışıyor. “Yargı önünde herkes eşittir” gibi karşı çıkılamayacak bir sloganın arkasına sığınıp “Yargıya güvenelim, suçsuzlarsa yargı karar verir” aldatmacası ile büyük bir propaganda sürdürülüyor.
* Can Ataklı / Vatan
++++++
Başbakan kandırılıyor mu?
Nisan 2009’dan itibaren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı C.A.T., yani Özel Operasyon Timleri de korumaya başladı. Erdoğan’ın 287 koruması bulunuyor.
2005 yılında Kütahya’da Erdoğan’a, Mustafa Bağdat isimli bir vatandaşın ekmeğin içine sakladığı kurusıkıdan bozma tabancasıyla suikast teşebbüsünde bulunduğu gazetelerde yer aldı. Bilirkişiler tabancayla 1-2 metreden ateş edilse bile etkisiz olacağını açıkladılar.
2006 yılında Atabey isimli bir örgütün lideri olduğu öne sürülen Murat Eren isimli şahıs yakalandı.
2008 Temmuz ayında “yandaş” medya, Ergenekon’un DHKP-C aracılığıyla Erdoğan’a suikast düzenlemeye çalıştığını iddia etti.
Ekim ayında Tuncay Güney, Ergenekon’un suikast yapmayı düşündüğünü; ancak malum “1 numara”nın suikaste engel olduğunu söyledi.
2009 Ocak ayında Mustafa Dönmez’in evinde yapılan aramalar sonucu, Erdoğan’ın evinin krokisi bulunduğu iddia edildi ve suikast tertiplediği şüphesiyle tutuklandı. Mart ayında, Adana AKP mitinginde suikast yapacakları ile ilgili teknik takibe takılan 4 kişi yakalandı ve adliyeye sevk edildi. Sonrasında böyle bir planın olmadığı anlaşıldı. Aynı ay, Tekirdağ mitinginde ise alana silahla girmeye çalışan Muammer Altıntaş, korumalar tarafından yakalandı. Ergenekon 2. İddianamesi’nde ise, Kemal Aydın, Neriman Aydın ve Durmuş Ali Özoğlu’nun 30 Ağustos’ta yapılan resmi geçitte Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’e suikast yapmayı planladıkları yazıldı. Son olarak Üsküdar’da bulunan tünelden bahsetmek gerekli. Önce suikast için olduğu düşünülen tünelin, Osmanlı’dan kalma bir su galerisi olduğu anlaşıldı.
Bunların hepsini alt alta yazıp topladığımızda, elimizde yalnızca bir avuç kroki ve iddialar ile bir tanesi kurusıkıdan bozma çok yakından ateşlense bile işe yaramayacak bir silah ve polisin arasından cebinde silahla geçmeye çalışacak kadar acemi bir “suikastçi” kalıyor.
Birileri Başbakanı devamlı tehdit altında olduğuna mı ikna eymeye çalışıyor. Her suikast iddiasından sonra Ergenekon’un başbakanı öldürmek istediği iddia ediliyor. “Yoksa birileri suikast iddiaları ile başbakanı Ergenekon’un varlığına ikna mı etmeye çalışıyor?”
* Doruk Cengiz / odatv.com
Bir avuç kroki, kurusıkıdan bozma bir silah ile, polisin arasından cebinde silahla geçmeye çalışacak kadar acemi bir “suikastçi”yi kapsayan suikast iddiaları, Başbakan’ın “Ergenekon”un varlığına ikna edilmeye çalışıldığı şüphesini doğuruyor
++++++
MİNİ YORUM
Adım adım, emekleyerek
Star’ın haberine göre Erdoğan, Shröder’in doğumgününde “Ermenistan Karabağ’da adım atmazsa sınırı açmayız” demiş. Azerbaycan Türkleri’nin beklediği ifade ise şüphesiz “Ermenistan Karabağ’dan çekilmezse sınırı açmayız”netliğinde. “Adım”, “çözüm” gibi yuvarlak ifadeler, Amberin Zaman’ın gündeme getirdiği ‘sembolik jestlerle işi bağlama çabası’nı doğruluyor. Bunun diğer adı kandırmaca. Azerbaycan’ın stratejik öneminin, onu, Ermenistan’ın adım, emekleme, tay tay durmasını bekleyecek kadar uzun müddet ‘yalnızlığa’ mahkum etmeyeceği ortada...