Hasat zamanı

Türkiye aleyhinde davacı üretimine para yatıran Batı, iktidarın milli duyarlılıktan yoksun oluşunu fırsat bilip, ektiğini biçmeye çalışıyor.

Siirt’te yaşayan Berzan Boti, “yalnızca özür yetmez” diye düşünmüş. Köyünde sahip olduğu toprakların, 1915 yılında Süryanilerden gaspedildiğini bildirerek, bu toprağı, “Süryani soykırımının tanınması” için çalışan Seyfo Center’a bağışlamış.
Bu girişim, Türkiye’yi soykırımcı ilan etme çabasındaki çevrelerde yeni bir heyecan yarattı. Nisan ayında İsveç’te aydınların da katılacağı geniş bir basın toplantısı yapılarak, bu toprak iade jesti ve Süryani soykırımı dile getirilecekmiş... Keldaniler ile Yezidiler de sıradaymış.
Batı ülkeleri Portekiz’i, İspanya’sı, İngiltere’si, Almanya’sı Fransa’sı, Hollanda’sı, Belçika’sı ile geçtiğimiz yüzyıllarda Afrika’nın, Çin’in, Asya’nın tozunu atmış. Tüm zenginliklerini yağmalamış. Halkları katletmiş. Köleleştirmiş. Bırakın geçmiş yüzyılları. Daha dün burnumuzun dibindeki Irak’ı ABD türlü yalanlarla işgal etti, kütüphanelerini, müzelerini yağmaladı, neredeyse haritadan sildi. Bunlar hiç söz konusu olmuyor.
Tarihteki tüm sömürünün, katliamların, soykırımların üzerine sünger çekiliyor. Dünya tarihinde tek bir vahşi ve soykırımcı ülke varcasına... O geçmişi yıkıp yeni bir cumhuriyet kurmuş olsa da... Türkiye ve Türk halkı mahkûm edilmeye çalışılıyor. Batı bu işe para yatırıyor. Türkiye aleyhinde davacı üretiyor. İktidardaki AKP ulusal duyarlıktan yoksun bir parti, bu kuşatmaya karşı ciddi bir mücadele vermiyor. Sıkışıyoruz...
* Melih Aşık / Milliyet

+++++

Liberal de olamadılar ki
’Liberal’i en çok çileden çıkaran devlet kurumudur. Devleti baskı aracı olarak görür, toplumsal potansiyellerin gelişmesine engel olduğuna inanır.
Batı ülkelerindeki liberalizm anlayışına göre devlet, vatandaşın özel yaşamına müdahale etmemeli, iyi bir neden ve mahkeme kararı olmadan konuşmalarını dinlememelidir.
Ergenekon Davası açıldığından beri bizim liberaller devletin özel yaşama müdahalesinden pek memnun. İnsanların özel yaşamları, evlerinde yaptıkları sohbetler, her şey kamuya açık hale geldi.
Hani devlet baskısına kaşı bireyi ve özel yaşamın özerkliğini savunacaklardı? Bunlardan hiç haber yok!
“Devlet benden yana olduğu sürece özel yaşamımıza burnunu sokabilir, telefonları dinleyebilir” diye mi düşünüyorlar?
“Devlet, yaşlı, hasta kişileri ciddi nedenler olmadan aylarca tutuklayabilir, bize dokunmadığı sürece aldırmayız” mı diyorlar?
Nerde kaldı liberallikleri?
* Türker Alkan / Radikal

+++++

Masumların kanunları
Ankara Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usulü Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu Cumhuriyet’te, “Ceza kanunları suçlular hakkında uygulanır. Ceza muhakemesi kanunları ise, suçlu ve suçsuz tespitleri yapılmadan önce başvurulan kanunlar olduğu için, aslında masumların kanunlarıdır” diyor ve ekliyor, “Masum biri için, bırakınız cezalandırmayı, yalnızca soruşturulmak veya haksız yere yargılanmak dahi yıpratıcıdır. Ağır gelir, yaşam sevincini elinden alır, yorar, uykularını kaçırır, sağlığını bozar, aile düzenini etkiler, hayatını altüst eder.”
Yargı ve kaygı
Anayasa uzmanı Prof. Dr. Süheyl Batum ise Vatan’daki köşesinde; “Bir kişinin suçlu olup olmadığı, bir hukuk devletinde üç şeye bağlıdır. Önce kuvvetli şüpheyi gösteren somut deliller olmalıdır. Bu delillere dayanan sağlam bir iddianame gereklidir. Dürüst, adil ve makûl sürede bir yargılama sonunda verilecek bir yargı kararı olmalıdır” diyor.
Sadece bu uzman değerlendirmelerinin bile, Ergenekon adı verilen konuyla ilgili hukuk uygulamalarında esas alındığı söylenebilir mi? Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu’nun değerlendirmesiyle, mahkemeler üzerindeki siyasi gölgeden söz edilince kaygılar artmıyor mu?
Ergenekon hukuku
Belirsizlikler içinde 220 gün tutuklu kalan bir komutanın tutuklanmasına sebep olan ’delil’in yıllar önce internette yayımlanmış olduğu anlaşılıp, serbest kalmasına da karar verilebiliyor. Bütün bunlara ’Ergenekon hukuku’ deniyor.
Neyse ki; halen ’Yüksek Yargı’ güvenilirliğini koruyor. Yanlışların oradan döneceğine inanılıyor.
* Mehmet Ali Kışlalı / Radikal

+++++

Sevgilisi cinnet geçirdi!
Bazı gazeteler, Kadir Topbaş’ın İstanbul aşkını anlatan Sevgililer Günü ilanını yayımladı.
Topbaş, İstanbul’u sevmek için şu taktikleri öneriyor: “Trafikte mahsur mu kaldınız süzülen gemileri izleyin”, işe geç kalırsanız patrona manzarayı anlatırsınız. “Sokağınız çöp mü kokuyor, akasya kokusunu çekin içinize.” Ağaç mı yok? Var farzedin. “Suyunuz mu akmıyor, bakımsız şadırvanları seveceksiniz.” Velev ki sebillerden gürül gürül sular akıyor.
İlanın en güzel yanı başlığı:
“Uyku girmez gözüne yari güzel olanın”
Güzey yar, İstanbul.
Hırsız kapıdan mı, bacadan mı girecek? Uyursam yol kayar da, bina üzerime çöker mi? Doğalgaz sızar mı? Çöpü çıkarsam çöp kutusunda bomba patlar mı? Oğlan motorsiklet almış metrobüs bariyeri kafasını biçer mi? Ekmeği ucuza getirmek istesem kuyrukta ömrüm biter mi? Yağmur geliyormuş, ev kapalı yüzme havuzuna döner mi?..
Çok doğru, yari ‘her gün cinnet geçiren / geçirten İstanbul’ olanın gözüne uyku girer mi hiç!

+++++

Başbakan’ın tasarımı:
Ortalığa toz
duman attırmak

Siyasa allak bullak...
Telefonların yanı sıra artık ‘alan dinlemesi’ de piyasada pazarlanıyor, AKP iktidarının ‘Büyük Kulak’ı artık aile içi konuşmaları da izliyor... Teknoloji 1923 laik Cumhuriyetini ‘Ilımlı İslam Devleti’ne dönüştürmek için kullanılıyor; bu yolda ‘polis devleti’ gerçekleşti... Medya eliyle ülke tam bir cadı kazanına dönüştürüldü... Vıdı vıdı artık gazeteciliğin birincil işlevi sayılıyor...
Peki, “Ben bu davanın savcısıyım” diyerek ‘Ergenekon devleti’nin icabına bakmayı düşünen RTE’nin tasarımı ne?..
RTE yerel seçimlere dek dişini sıkıp, AKP’nin oyları artarsa, ortalığa duman attıracakmış...
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet

+++++

Lale değil sü’lale devri
Gariban Başbakan’ın çocuklarına burs vererek ABD’de okutan hayırsever tekstilcinin kayınbiraderi ve ortağı.
Hayırsever bursuyla okuyup, ayda 50 bin dolar taksitle gemi alıp armatör olan Başbakan’ın büyük oğlu ve aynı hayırseverin bursuyla okuyup, Washington’da ev alan küçük oğlunun eşiyle ortak olup, pırlantacı açan hayırsever kuyumcu.
Normalde Oscar alması gereken “Namaz öğreniyorum” filminde başrol oynayan, Yüksek İslam Enstitüsü mezunu, imam ve muhalebici büyükşehir belediye başkanının dünürü.
Üçü... “Hayırsever” Deniz Feneri’nin kankası Kanal 7’nin dibindeki “yeşil” alanı alıp, “Buraya AKP il binası yapılacak” diye ticaret alanına çevirtip, alışveriş merkezi yapma hakkı kazanmışlar.
Baba, çocuk.
Abla, kayınbirader, enişte.
Abi, kardeş, gelin.
Damat, dünür.
“Kimsesizlerin kimi” olan Başbakan, “Bir devri kapattık, bir devri açtık” diyordu... Haklıymış.
Lale devrini biliyorduk. Bu da sü’lale devri herhalde...
* Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++++

MİNİ YORUM
En sevgili, ey sevgili
Dün günün anlam ve önemi / anlamsız ve önemsizliği tartışmalarından yakasını kurtaramayıp, günün sonunda kendilerini “sevgiliye seslenme” mecburiyetinde hissedenlerin tercihi ne oldu bilemiyorum. Ama ekonomik krizden yakasını kurtaramayıp, sevgili karılarına, sevgili çocuklarına, sevgili ana-babalarına, sevgili ev sahiplerine, sevgili İSKİ, İGDAŞ, BEDAŞ, TELEKOM gibi kurumlara ne verecekleri konusunda sıkıntıya düşenlerin tercihi, Sezai Karakoç’un aşağıdaki dizeleri olmuş olabilir mi? “En sevgili / Ey sevgili / Uzatma dünya sürgünümü benim!”

Yazarın Diğer Yazıları