Halkı korumanın tek yolu, ulusal politikalardır
Finans Kapital, kafaları o kadar yıkadı ki ekonomide ulusal politikalar sanki ülkenin içe kapanması, demokrasiye ve devrimlere direnmesi gibi anons ediliyor. Gerçekte ise, ABD, Çin, Almanya ve Hindistan da ulusal politikalar uyguluyor.
Ulusal politikalar, bir milletin sıcak para ve spekülatif sermaye tarafından soyulmasını önler. Bu anlamda gelişmekte olan ülkelerin kalkınmasında ulusal iktisat politikaları kaçınılmazdır.
Birçok gelişmekte olan ülke, küresel süreçte cari fazla verdi. Bazıları da bizim gibi cari açık verdi. Eğer bir ülke cari açığı yatırım yapmak için veriyorsa, bu açığın bir önemi olmaz. Ancak biz hem açık verdik, hem de yatırım yapmadık. Yatırım mallarının ithalat içindeki payı yüzde 13’te kaldı.
Atatürk, TBMM kurulmadan önce, Türkiye’nin Milli Siyaset (ulusal politika) uygulaması gerektiğini söylüyor. Bugün küreselleşme sürecinde Türkiye’nin geldiği nokta, bu sözün ne kadar gerekli olduğunu gösteriyor.
Aslında, Türkiye dünyada küreselleşme sürecinde ulusalcı politika uygulamayan hemen hemen tek ülkedir... Bu nedenle de en zararlı çıkan ülke yine Türkiye’dir. Biz dünyada, GSYH’ya oran olarak en yüksek dış cari işlemler açığı veren ülkeyiz.
Türkiye ekonomisi IMF reçeteleri ile hem dünyanın en kırılgan ekonomisi oldu, hem de en çok cari açık vererek kan kaybeden ekonomisi oldu. G-20’ler içinde kredi notu en düşük olan ülkeyiz.
Ulusal politikalar, küreselleşmeye karşı politikalar değildir. Sorun küreselleşmenin getirdiği sömürü düzeninden ülkeyi kurtarmaktır. Başka bir açıdan bakarsak küreselleşme, bir ülkenin imkanlarını dünyaya peşkeş çekmek değildir. Bu nedenledir ki ABD de cari açık veriyor. Ancak ABD, ulusalcı politikalar uygulayarak, bu süreçten kârlı çıkıyor.
ABD; faiz ayarlamaları, kotalar, milli parası doların değer kaybetmesi gibi ekonomik önlemlerle, ulusalcı politikalar uyguluyor. Söz gelimi, dünyada ekonomik büyüme için Çin örneği veriliyor.. Oysa ki 1.5 milyar Çin halkı Amerikan halkının refahı için çalışıyor.
Bu nasıl oluyor?
Çin işçisi ayda 150-200dolar işçilik ücreti alarak, ucuz mal üretiyor.. Bu malı ABD halkına satıyor.. Ucuz olduğu için daha çok mal tüketerek ABD halkının refahı artıyor. ABD bu malları ve hizmetleri kendi parası, dolarla satın alıyor.
Çin ise aynı dolarları geri vererek, sanayileşmiş ülke işçilerinin ayda 3000-4000 dolar ücret alarak ürettikleri mallara harcıyor.
Kaldı ki Çin’de üretim yapan firmaların çoğu uluslararası sermayeye ait firmalardır. Bunlar da kazançlarını dışarıya transfer ediyorlar.
Yetmedi, Çin, ABD’den cari işlemler fazlası olarak aldığı dolarları da ya kendi merkez bankasında tutuyor, ya da bu dolarları yeniden ABD hazine bonosuna yatırıyor, ABD’nin cari açığını finanse etmiş oluyor. ABD hazine bonolarından aldığı çok düşük faizi de yine dolar olarak alıyor. Üstelik Çin’deki bu yüksek rezervler, doların değeri düştükçe eriyor.
Çin de yuanın değerini, dolar karşısında artırmadığı için cari fazla veriyor. Bu anlamda Çin’in üstüne gidilmesine rağmen Çin, ulusal çıkarlarını korumak için milli parasının değerini artırmıyor. Bizde ise Merkez Bankası Başkanı TL’nin değerini artıracağını söylüyor.
Özet olarak; küreselleşmede, fırsatçı ve spekülatif sermayenin doymak bilmeyen iştahı ve bunların paralı askerleri ulusalcılığı tu kaka gösteriyor.