Halkı isyana teşvik!
“Terör örgütü yandaşı olmak, ‘yasalar üstü olmak’la eş anlamlı hale geldi” diyen gazeteci, Atatürk ilkelerine bağlı Türk vatandaşlarına seslendi: Bizi bölmeye çalışanlara ve buna çanak tutanlara karşı çıkın
Her gün Doğu ve Güneydoğu’dan gelen karakol baskını ve şehit haberleriyle uyanıyoruz...
Birileri bilmem nerede tatil yaparken, onlar bir bir toprağa veriliyor...
İstanbul’daki, Ankara’daki eski subayların, başsavcıların, öğretim üyelerinin evlerini basıp didik didik ederken büyük bir iş yapıyormuş havasına girenler, gerçek düşman karşısında çaresiz kalıyor...
Yüz binlerce vatandaşın telefonunu dinleyip, en özel bilgileri bile arşivlemek için satın alınan teknoloji, her nedense terör örgütünün dinlenmesinde işe yaramıyor...
Sokaktaki vatandaşın yaşadığı “Dinleniyorum, izleniyorum” endişesinin onda birini o alçaklar yaşamıyor.
Gerçek yurtseverlerin, “Beni ne zaman içeri alacaklar” kaygısından, onlarda eser bile yok!
Şehit cenazelerinde “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” diye slogan atmayı ayıp sayanlar, terörist cenazelerinde “İntikam” pankartları açılınca süklüm püklüm oluyor.
Dahası Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğü için şerefleri ve namusları üzerine yemin etmiş bazı milletvekilleri, o cenazelere katılıp, hesap sorma vaadinde bulunuyor!
Hiçbir Allah’ın kulu da çıkıp, o pankartları açanların yakasına yapışmıyor, onlardan hesap
sormuyor...
Çünkü terör örgütü yandaşı olmak, ne yazık ki “yasalar üstü olmak”la eş anlamlı hale geldi.
Devlete taş atanlar daha itibarlı
Kimse... Ama kimse... Her gün teker teker ölen askerlerimizin çocuklarıyla ve onların hayatları boyunca yaşayacağı travmayla ilgili değil...
Fakat Meclis’te iki parti el ele vermiş, “askere, polise taş atan çocukların cezaya çarptırılmaması için” yasa çıkarıyor!
Neymiş; taş atan çocuklar travma yaşıyormuş! Kısacası; it iziyle at izi birbirine karıştı! Doğrular yanlış, yanlışlar doğru haline getirildi... Katiller kahraman, o katillerle mücadelede hayatlarını ortaya koyanlar terörist oldu! Gerçek gazeteciler zindanda çürürken, gazete köşeleri yağdanlıklarla doldu, taştı...
Ve bu yozlaşmanın, çürümenin...
Haydi; adlı adınca söyleyeyim, teslim olmanın adı, “değişim, açılım” oldu!
Bu saatten sonra bizden beklenen tek şey var: Kayıtsız, şartsız teslim olmamız...
Yani; terör örgütü karşısında yenilgiyi kabul edip, sınırlarımızdan vazgeçmemiz...
Dikkat ettiyseniz; bu yazıda altı yıldır ilk kez “üç yıldız” kullanmadım!
Çünkü yazıların yıldızı söküldü...
Askerlerimizin yıldızları söküldü...
Bizi bu karanlık günlere getirip, hâlâ hayali başarılarıyla övünecek kadar ülke gerçeklerinden kopmuş siyasetçilerin yıldızı söküldü!
‘Cezası neyse çekerim’
Ben 50’sini yaşayan ve sol düşünceli, Atatürk devrimlerine ve ilkelerine bağlı bir Türk vatandaşı olarak, bize dayatılan bu kadere isyan bayrağı açıyorum... Bu alçakça cinayetlere, bizi bölmeye çalışanlara, buna çanak tutanlara isyan ediyorum... Ve hepinizi bu isyana davet ediyorum...
Yasalar, “Halkı isyana teşvik etmek bilmem kaç yıldan kaç yıla kadar hapis cezasını gerektirecek bir suçtur” diyor... Eğer benim isyanım, bu kapsama giriyorsa, cezamı çekmeye de hazırım!
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
Taraf’ın fahri ilan müdüründen davulcu öksürüğü
Ders 1:
Demek ki neymiş; ne kadar sattığın değil; tiraj listesinde 21’miş, 31’miş kaçıncı sırada görünürsen görün, sesinin yarattığı yankının liste başı olanları dumura uğratacak kadar yüksek olmasıymış önemli olan bu meslekte!
Yeniçağ Ankara Temsilcisi Sabahattin Önkibar’ın Genelkurmay ziyaretinden sonra, keşke muhtelif gazete ve köşe
yazarlarına birer kasa soda yollasaydık; biraz pis kokardı, kulak tırmalardı, mide bulandırırdı ama bir kerede çıkardı
gazları...
Böyle davulcu öksürüğü gibi tokmak altına gitmezdi, başkaları da duyardı ıkınmalarını...
Baksanıza şimdi de Taraf’ın fahri ilan müdürü çıktı meydane ama nafile...
Önkibar’ın daha önce Yeniçağ’da yayımlanan, “Yahu sen AKP’nin sözcüsü müsün, Tayyip Erdoğan’a niçin siyasi destek veriyorsun? İlker Başbuğ’un AKP ile kol kola girmesini nasıl açıklamalıyız?” satırlarını hatırlatıp, “Bir gazetecinin, bir Genelkurmay Başkanına böyle hitap edebilmesi” karşısında sözde dili tutulmuş bir edayla, bunun “Ergenekonculara has” bir tavır olduğunu ima ediyor.
Birinci sayfasındaki “Ergenekon, Balyoz, Kafes” haberlerinin arasına “siyaset konuştuğu için emekliliğinin bitimine üç gün kala ordudan azledilme tehlikesiyle karşı karşıya olan Fransız komutan” haberini sokuşturarak Genelkurmay Başkanı’na aba altından sopa gösteren zamane gazetesinin de yazarı olan bu zatın, ileri atılıp kendini bilmezcesine saldırıya geçişine, beyninden vurulup kükrercesine cevap verecek değiliz...
Başbuğ ile Erdoğan’ın terör saldırılarından sonra TSK aleyhinde karalama kampanyası yürütenlere karşı “kol kola” girdiği dönemlerde “Paşasının Başbakanı” manşetiyle çıkan, Genelkurmay Başkanı’na “sığ, yetersiz, beceriksiz, üslupsuz...” diyen, diğer komutanlara “darbeciden asker katili”ne kadar atılmadık iftirayı, edilmedik hakareti bırakmayan, işi manşetten “istifa emri” vermeye vardıran Taraf’ı, cemaatine “demokratikleşme sürecinin ilkeli ve cesur” gazetesi diye yutturmaya çalışıp, “reklam vermekten kaçınan işadamları”nı “ilkesiz”likle suçlayan; zannederim yegane başarısı görüp görebileceğimiz en seviyesiz yakıştırmaları aynı kağıt tomarında biraraya getirmek olan Taraf’ı beslemeye, bir nevi süt anneliği pardon abiliğine soyunan muhterem madem heves etmiş, gazetecinin Genelkurmay Başkanı’na hitap şekli konusunda ahkam kesmeye özenmiş...
Ne yapalım...
Milleti güdülecek koyun olarak görme alışkanlığından kaynaklı zırvalamasını gülercesine izleyelim bari...
Allah ıslah etsin...
++++++
‘Söyle Ahmet Ergenekoncu muyum!’
Bu gazeteye(Taraf) egemen düşünce tarzını Ahmet Altan özetliyor. Altan davanın iddianamelerindeki bazı yanlış/hata/özensizliklere dikkat çekenleri “darbecilere” sahip çıkmakla eş tutuyor ve görüşlerini şu sözlerle özetliyor: “Bütünüyle doğru bir hikâyenin içinde bir ’yanlış’bulup, bu tek yanlışla ’aslında bütün hikâyenin yanlış’olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar.” (Taraf-04.07.20)
Altan’a göre:
1) “Bütünüyle doğru bir hikâye” = iddianamenin özü. (Tüm sanıklar = darbeci.)
2) “Bir yanlış” = iddianamedeki yanlış/yalan/sahte/tahrif edilmiş deliller/belgeler/ifadeler.
İnsan sormadan edemiyor. İddianame delillere/belgelere/ifadelere vb. dayanmaz mı? İddianame bu delil, belge ve ifadelerlerle oluşmaz mı, iddiası bunlarla ispat edilmez mi? İnsanların hayatı ile oynanırken “bir yanlış” bile önemli değil midir? Kaldı ki, iddianamelerde öyle “bir yanlış” değil, “sürülerce yanlış” var. Aylardır tutuklu bulunan insanların bir kısmı sonunda delil yetersizliği/yalan ifade/tahrif edilmiş belge (Ahmet Altan diliyle = “bir yanlış” ) nedeniyle beraat ederse Ahmet Altan bu kişilerden “bütünüyle doğru bir davada birkaç yanlış” diye mi bahsedecek? Ahmet Altan’a kendimden alıntı yaparak soruyorum: “Beni hayâsızca dinleyen (...) çocuklarım üzerinden beni tehdit edenler, faili meçhullerin katil sanıkları ve nihayet kendileri ile kıyasıya fikri tartışmaları yaptığım insanlar Ergenekon’da hep birlikte yargılanıyorlar. Ben yine de ve haykıra haykıra hepsi için ’hukukun üstünlüğü’ilkesinin uygulanmasını istiyorum.” (Cüneyt Ülsever-Hürriyet-30.06.2010) Ahmet, ben de mi Ergenekoncuyum?
* Cüneyt Ülsever / Hürriyet
++++++
İbadullah bunlar...
Yıllar sonra Edelman konuşunca dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de konuşmuş.
Cıvanımın padişahı, son halife adayı, adeta ikinci peygamber, İslam âleminin lideri, Yahudilerin korkulu rüyası, Arapların kahramanı Fatih Sultan Recep’in “hoca”sı emekli orgeneral Hilmi Özkök “benzer ihbar mektupları bana da geldi” buyurmuş.
Gelmiş de ne olmuş, Özkök anlatmış:
“Önemli olan devlet ciddiyeti ile bunların ne kadarının ciddiye alınması gerektiğidir. Bilgisi, belgesi, imzası ve delili olmayan mektuplar ciddiye bile alınmaz; alınmamalı. Böyle o kadar çok mektup gelir ki bırakın darbeyi yarın zelzele olacak diye ihbar mektubu gönderenler bile var.”
Neymiş, ihbar mektubunda bilgi gerekiyormuş...
Belge gerekiyormuş..
İmza gerekiyormuş, delil gerekiyormuş.
“Var diyemem, yok da diyemem” demek yeterli olmuyormuş.
Özetle “Kasaptaki ete soğan doğramam” lafı lafta kalırken askeri darbe izi süren savcıların ısmarladığı ekmek arası köfteyi mideye indirmekle de bu işler olmuyormuş!
Haydi, gel vatandaş gel, tezgâha gel!
İbadullah bunlar!
* Deniz Som / Cumhuriyet
++++++
Bağımlı medya ve AKP koro halinde inliyor: “Demokrasilerde Genelkurmay başkanları konuşmaz” Doğrudur.. Mesele kalıyor bu ülkede demokrasi olduğuna ilişkin bir iki kanıt bulmaya...
* Haldun Ertem
++++++
İddianamelerdeki deşifreler MİT’e dönük tasfiye operasyonu mu
Albay Dursun Çiçek’in adıyla gündeme gelen “İrticayla Mücadele Eylem Planı” davası devam ediyor.
Dava iddianamesinin eklerinde, 78. Klasör, 166. sayfada ilginç bir belge var.
Sanıklardan Coşkun Umur’da bulunan bir telefon listesi. Anlaşıldığı kadarıyla sanık Umur, MİT’te istihbarat görevlisi olarak çalışıyor. Doğal olarak telefon defterinde ilişkide olduğu MİT personelinin isim listesi ve telefonlar yer alıyor. Bu liste sanığın ikametinde yapılan aramada ortaya çıkıyor. Elbette aynen iddianamenin eklerine giriyor. Bu sayede iddianameyi okuyanlar, MİT personelinin isim ve telefon bilgilerine ulaşıyor.
Bir diğer belge ise 80. Klasör, 119. Sayfadan... MİT İstihbarat Dairesi Başkanları’ndan birinin adı, kullandığı telefon bu belgede deşifre oluyor.
Yasaya göre mahkeme suç işliyor
TCK’nın Yasaklanan Bilgileri Açıklama başlıklı 336. Madde hükmüne göre yetkili makamların kanun ve düzenleyici işlemlere göre açıklanmasını yasakladığı ve niteliği bakımından gizli kalması gereken bilgileri açıklayan kimseye üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun görev ve yargı çevresinin belirlenmesi başlıklı 250. maddesi birinci fıkrası hükmüne göre de; bu suçlara bakmaya özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yetkilidir. Ayrıca 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun cezai hükümler başlıklı 27. maddesine göre de “Milli İstihbarat Teşkilatının görev ve faaliyetlerine teallük eden evrak veya malumatı istihsal eden kişi, fiil daha ağır bir cezayı gerektirmiyorsa iki seneden sekiz seneye kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır.”
Tuz kokarsa ne yapacağız davası
İncelenen dava dosyalarında bu şekilde deşifre edilen yüzlerce MİT üyesinin isimleri bulunabiliyor. Bu sayede hemen her davada bir grup MİT personelinin adı, telefonu aleni hale geliyor. Bu şekilde MİT içerisinde bir tasfiye mi gerçekleşiyor yoksa olay tamamen ele geçeni iddianamenin içine koymaya dönük bir kolaycılık nedeniyle mi yaşanıyor bilemiyoruz. Ancak olan bitenin yasalara göre suç olduğu ortada.
Peki bu suçu kim işliyor? İddianameyi hazırlayanlar. İddianameyi hazırlayan kim? Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nin savcıları. Peki bu suçu ortaya çıkaracak ve cezalandıracak yer neresi? Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi. Tam bir “tuz kokarsa ne yapacağız” davası.
* Barış Terkoğlu / Odatv.com
++++++
Barzani sağ olsun!
Terörün üssü ve merkezi Kuzey Irak, burnumuzun dibinde. Sok oraya kolu kanadı kırık ordunu, bir güvenlik şeridi oluştur. “Yok olmaz! Sonra ABD ve AB’yi karşımıza alırız. Ayrıca biz Barzani ile ticaret yapıp para kazanıyoruz.” O halde şehit cenazelerinde nutuk atmayacaksın, göstermelik başsağlığı ziyaretlerine gidip timsal gözyaşı dökmeyeceksin kardeşim. Millete de diyeceksin ki “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir ey ahali. Kelle sayımız çoktur! Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir...”
Allah Barzani’den razı olsun. Amin!
* Emin Çölaşan / Sözcü
++++++
MİNİ YORUM
Kimin taşeronusunuz
Star gazetesi gerine gerine manşet atmış: 33 asker şehit edilince BTC güzergahı değişti.
İyi ya işte, herşeyi bir yana bırakın, altına imza attığınız bu haber bile “terör”ün kökeninde “Kürt sorunu” değil “petrolden nemalanma sorunu” olduğunu göstermiyor mu?
Ne diye kimlikti, dildi, eğitimdi diye işi rayından çıkarmaya çalışıyorsunuz öyleyse; siz kimin taşeronusunuz?