Gözü döndü!
“AKP kapatılırsa Güneydoğu İle Türkiye’nin bağları kopar” ne demek?
Türban düzenlemesinin iptalini eleştirirken “kin ve düşmanlığa, suça tahrik ve kamu görevlilerine hakaret” ettiği gerekçesiyle, 14.5 yıl hapis cezasıyla yargılanacak Karaalioğlu, bu sefer mahkemenin kararını da beklemedi
AKP hakkında kapatma istemiyle dava açılmasını “Seçimleri kazandıktan birkaç ay sonra bir parti hakkında kapatma davası açılabileceği hangi demokraside varsayılabilir?” diyerek eleştiren Karaalioğlu, davanın açılmasını “cüret” sayıyor ve “sistemin davayı iade etmemesi”ne ateş püskürüyor: “Böyle bir cüret gösterildi, o davanın sistem tarafından iade edilmemesi hangi hukukta yaşanabilir?”
Demek ki O da, “hukukçu” Bülent Arınç gibi, % 47 oranında oy almış bir partinin “dokunulamaz” olması gerektiğine inanıyor. Bir siyasi partiye dava açılabilmesi için, “seçimlerin üzerinden şu kadar ay geçmek zorundadır” gibi bir yasa veya teamül mü var acaba?
Mustafa Karaalioğlu yazısını “parti kapatma-demokrasi” ilişkisi temeline oturtabilse, sonuç böyle hazin olmayacak.
“Bildiğim bir şey var AKP kapatılmamalıdır. Neden kapatılmaması gerektiğinin aktüel sebepleri bellidir. Böyle bir durumda ekonomi, siyaset, demokrasi ve hukuk onulmaz yaralar alır. Kapatma kararı, Güneydoğu’nun Türkiye’yle arasındaki kalan duygusal bağları koparır. Bu malum sebeplere ilaveten bir gerçeğin daha gözden kaçırılmamasında büyük fayda vardır. AKP’yi kapatmak bu partinin liderini, kadrolarını ve fikirlerini önlemekte hiçbir fayda sağlamayacaktır. Zira, siyasetin kendi mecraında akışını önleme dönemi geride kaldı. Toplum 3 Kasım ve 22 Temmuz’la birlikte demokrasinin tadını aldı” satırlarının yazarı Karaalioğlu için ise, söz konusu AKP ise, yargı, hukuk, demokrasi teferruattır!
Yukarıdaki satırların arasına gizlenmiş iki noktaya dikkat çekmek gerekiyor.
Birincisi “Kapatma kararı, Güneydoğu’nun Türkiye’yle arasındaki kalan duygusal bağları koparır” ne demektir? AKP’liler “Güneydoğu” yu, Türkiye’nin dışında mı saymaktadır? Ve AKP’nin Güneydoğu’yu bağlayıcı bilmediğimiz bir özelliği mi vardır? Çünkü biz AKP-Güneydoğu ilişkisini, Başbakan’ın “kürt sorunu” biçimindeki talihsiz vurgusuyla hatırlıyoruz.
Ya da...
Karaalioğlu’nun bu sözleri aslında bir tehdit mi içermektedir? Bu bir “AKP’yi kapatırsanız...” la başlayan ve Güneydoğu’da bir isyan, kargaşa, terör sopası ilanı mıdır?
Dilerim, geçmişteki pervasız ifadeleri gibi, Karaalioğlu’ndan bunların da “açıklaması” istenecektir!
İkinci nokta, 3 Kasım ve 22 Temmuz’da demokrasinin tadınının alındığı iddiasıdır.
Şimdi Mersin’de anasını alıp gitmeye zorlanan çiftçi, vatana evlat feda edip Başbakanlık kapısından kovulan şehit anası, Söğüt’te AKP’li olmadığı için biber gazıyla telef edilen ailelere sorun bakalım demokrasinin tadı güzelmiymiş!
3 Kasım ve 22 Temmuz, demokrasinin mi yoksa altın keseciklerinin, kömür torbacıklarının, un, pirinç, şeker çuvalcıklarının mı tadının alındığı tarihtir?
Medyatör
Mustafa Karaalioğlu, Anayasa Mahkemesi’nin türban düzenlemesini iptal eden kararını ağır bir dille eleştirmişti.
Yine bu sayfada, “Anayasa Mahkemesi’nin anayasayı çiğnediği bir ülkede artık kimsenin hukuka riayet etmesini bekleyemezsiniz. Hukukçular bunu yapabildiğine göre, sıradan insanlar da hukuk tanımayabilir; kim ne diyebilir ki! Açık olan bir savaşın başladığıdır.
Hukuk, AK Parti’ye karşı siyaset savaşının, topluma karşı düşmanlık ve kinin koçbaşıdır. Bu savaşı kutsallaştıranlar için hukuk bir araçtır;
savaşı kazanmak için bazen koltuk değneği bazen tank mermisidir” satırlarını delil göstererek, Karalioğlu’nun suç işleyip işlemediğini sormuştuk. Geçtiğimiz günlerde aldığımız bir haber, yakında bu sorunun cevaplanacağını gösterdi. Çünkü Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı, Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu hakkında 14.5 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açtı. Bakırköy Basın Savcısı Ali Çakır tarafından hazırlanan iddianamede, Karaalioğlu’nun ’halkı kin ve düşmanlığa tahrik, kamu görevlilerine hakaret ve suç işlemeye tahrik’ suçlarından cezalandırılması istendi.
++++++
“Bu üniversitede Atatürk’ü eleştirmeye izin var”mış!..
Hürriyet İnternet sitesinde önceki gün (22.07.2008) tercih yapacak gençler için üniversiteleri tanıtan bir araştırma-haber vardı. Tanıtma sırası Sabancı Üniversitesi’ne gelmişti ve üniversitenin vasıfları sıralanıyordu.
Haberin başlığı şöyleydi:
“Bu üniversitede Atatürk’ü eleştirmeye izin var...”
İşte tercih nedeni: Atatürk’ü eleştirmek...
*
Tabii ki haberin perde arkasını, nasıl yapıldığını, kulisini-mulisini biz bilemeyiz.
Merak edip açıp bakarsanız; Hürriyet İnternet’in muhabiri Sabancı Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Tosun Terzioğlu’na (nereden icap ediyorsa) soruyor: “Yani bir öğrenci ben Atatürk’ten ve icraatlarından hoşlanmıyorum derse, buna izin var mı burada?..”
Rektör yanıtlıyor: “Yapabilir tabii... Hangi kaynağı kullandığı, doğru ve yeterli kaynak seçip seçmediği bunlar çok önemli...”
Doğrusunu isterseniz akademik özgürlüğü vurgulamak açısından buraya kadarını normal görebilirsiniz de...
Ama Hürriyet İnternet’in editörleri, tüm haberin içinden bunu cımbızla bulup, manşetler arasında kocaman verdiler:
“Bu üniversitede Atatürk’ü eleştirmeye izin var...”
*
Tebrik ederiz... İş buraya kadar vardı mı?..
Yani sizin açınızdan, “Atatürk’ü eleştirmek” bir üniversitenin “üstün vasfı” sayılabiliyor mu artık?... Atatürk’ten hoşlanmamak, yaptıklarını eleştirmek, bir üniversitenin “kalitesini gösteren” nedenler arasında olabiliyor mu sizce?..
Bu kadar mı çok döndü gözünüz?..
Atatürk cumhuriyetini ve devrimlerini savunanlar izlenip, fişlenip, toplatılırken... Atatürk’e vurmak dönek ve iktidar yalakalarının modası olmuşken... Üniversitelerdeki son Atatürkçü rektör ve dekanlar ayıklanırken... Bu mudur gurur duyduğunuz şey: “Bu üniversitede Atatürk’ü eleştirmeye izin var...”
Bu mudur vasfınız... Böyle midir kaliteniz?..
Vefanız böyle midir: Atatürk’e vurmak...
* Bekir Coşkun / Hürriyet
++++++
Hiçbiri gece yarısı yataklarından kaldırılıp gözaltına alınmayacak
Çünkü onlar “terörist” değil, demokrasi savaşçısı!
Güneydoğu’da her gün bir - iki askerimiz PKK’nın döşediği mayına basarak veya açılan ateş sonucu ölüyor. DTP Kongresi Ankara’da bu ortamda yapılıyor... Abdullah Öcalan ve Murat Karayılan’ın kardeşleri kongre salonunda mutena yerlerde oturuyor. Dört bir yanda Öcalan posterleri... Salon ’Öcalan’a özgürlük’diye bağırıyor...
Tabii İstiklal Marşı falan okunmuyor...
Onun yerine “Oramar türküsü” söyleniyor. Türkü, Dağlıca baskınını övüyor.
Teröre methiye düzülüyor...
Sonra ne mi oluyor? Tabii her zamanki gibi...
Savcılık soruşturma başlatıyor!
Merak etmeyiniz... Hiç kimse gece yarısı yataktan kaldırılıp gözaltına alınmayacak.. İddianame hazırlanıyor diye aylarca hapis yatırılmayacak... Onlara demokrasi uygulanıyor...
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Medya tavada kızardı
Oray Eğin, “NTV’nin koridor trafiğine ve lak lak saatlerine bakan bir koltuk sahibi” ile “Hürriyet’in Kelebek ekinde televizyon yazarlığı yapıp, kendi ticari ilişkisi olduğu televizyon kanallarını pohpohlayan bir yazar” tarafından hazırlandığını söylediği medyatava adlı internet sitesinin yandaş tutumunu eleştirdi: “Pozisyonları “Neo-Ergenekonculuk”. AKP muhaliflerine karşı taarruza geçiyorlar. Yandaş basından Fehmi Koru gibiler pohpohlanıyor, satırlarına özel önem veriliyor. Kanal Türk, 24 gibi medyada hiçbir gücü, etkinliği olmayan yandaş basının kanallarındaki gelişmeler flaş olarak veriliyor, hiç kimsenin adını bilmediği insanların atamaları manşetten duyuruluyor.”
++++++
TARİHİ KOPYA
KöŞk çakma saray olacak
Şükrü Küçükşahin, Hayrünnisa Gül’ün Dolmabahçe Sarayı’nda beğenerek Çankaya’ya gönderilmesini talep ettiği eserlerin kopyalarının hazırlanacağını yazdı. “Saray sevdası”nın faturası Köşk’e pahalıya patlayacak. Şu anda Depo Müze’den istenen tek eser bir vazo. TBMM taleb edilen eserin yıldız Sarayı Atölyesinde kopyalanmasının maliyetinin 20 bin YTL olduğunu bildirdi. Çünkü üretimden kalkmış bu vazo için yeniden kalıp dökülecek, aynı malzeme bulunacak ve titiz bir işçilik uygulnacak. Bakalım Hayrünisa Hanım “saray hatırası” bir vazo için 7 ay bekleyip, 20 bin YTL ödeyecek mi?
++++++
Böyle olur memleketimin aydını
Hakaret yarışı
Necati Doğru, kendisine “zavallı, ikinci sınıf” diyen Engin Ardıç’ı yerin dibine soktu: Kötü, ahlaksız, densiz kişinin eline kalem vermek, eşkıyanın eline kılıç vermeye benzer. 500 milyar transfer parası aldın. Sabah’ta yazmaya başladın, gazete 100 bin okur kaybetti. Bu para yönetim TMSF’de iken yani gazetenin sahibi devlet iken verildi. Devletçiliğe düşmansın. Türkiye’yi ekonomik bağımsızlığa vidalamak için KİT’leri kurdu diye Atatürk’e bile kin kusmaktasın. Fakat devletin gazetesinden “gel burada muhalefete saldır, iktidarı eleştiren gazetecilere de küfür et” dediler, çok yüklü bir maaş ve 500 milyar lira transfer parası önerdiler. Koştunuz. Mehmet Barlas... Ve sen Engin Ardıç...
++++++
MİNİ YORUM
Turist için turist olduk
Antalya’da köpük partisinde üç kişi öldü. Son yıllarda Türkiye’de yozlaşan eğlence kültürü sorgulanmalı. Tatil için Türkiye’yi tercih etsinler diye yabancılara, el sanatlarımız, arkeolojik mirasımız, mimari eserlerimiz, tarihi ve coğrafi iklimimiz, koylarımız, şelalerimiz, ormanlarımızla değil de su parkları, köpük partileri, maganda jigololar, her türlü gürültü ve kirlilikle ulaşmaya çalıştığımız günden beri esnaf kan ağlıyor. Turiste, kendi ülkesindeki içkiyi, yemeği, kültür(!)ü satıyoruz. Yabancılaşmanın ve yozlaşmanın ortasında kendi ülkemizde biz giderek turistleşiyoruz!
* Selcan TAŞÇI