Gökyüzüne söyledi Acı Türkücü
Hüseyin Haydar Kardeşim, 1981 yılında Akademi Kitabevi Birincilik Ödülü’nü aldığı “Acı Türkücü/Al Gökyüzü Sakla Bu Anıları” adlı kitabının Kaynak Yayınları’nca yapılan yeni baskısını yollamış, imza ederek.
Öyle hemen, yekten diyeyim, sevdim bu kitaptaki şiirleri de, esridim, açıldım, gelgelelim bugünkü Hüseyin Haydar’ı bulamadım. Bir olumsuzluk, bir eksiklik mi buldum? Yok hayır. Hayır da, sözler başka, duruş başka... Koşullar da başka, koşullar şiirin konusunu, izleğini, imgelerini ve dilini de etkiliyor işte. Yani demem o ki; Hüseyin Haydar yaşlandıkça; şiiri gençleşmiş, daha bir yiğitlemeli olmuş, bunu saptadım. Bu yeni kitapta bana göre genç Hüseyin Haydar’ın yaşlı şiirleri var. Ve de acı şiirleri...
Şiirin sonsuz tanımı arasında bana göre en geçerli olanı, şiirin söz olduğudur. Şiir söz bulmak, söz üretmek, sözü tımar etmek, parlatmak, söze evreni, insanı, Tanrı’yı yüklemektir bir bakıma. Söze çalım attırmak da vardır işin içinde, sözü bir kördüğümün atarı ya da açarı etmek de vardır, yeri geldiğinde sille, yeri geldiğinde şefkat eli etmek de. Hüseyin Haydar bunların çoğunu yapabilen adamdır, yani has şairdir. Dedem Korkut “Ozan dili çevik olur” der, bu kitapta Haydar’ın dilini çevik gördüm, Karadenizli dili gibi ama yalın değil, hikmet yüklü.
“Ozan bir giz söylerse/Dilini tez eylerse/Yürek yeşil kuşanır.
Ozan bir söz söylerse/Sözünü öz eylerse/Dolup dolup boşanır.
Yolunu dike oyan/Gönlünü döke koyan/Sırrını köke koyar
Ozan bir gün giderse/Sanmayın çekti gitti/Adanmışlar gider mi?”
Bir üçlüğü daha var bu şiirin ama onu yazmıyorum. “Adanmışlar gider mi?” sözünün üstüne söz denir mi?
12 Mart 1971 muhtırası günleri, şairi ideolojik mücadele alanında oldukça etkileyen günler. Acı ve açı dolu. Ölümleri yazmak zorunda kalmak da ayrı bir acı, onulmaz. O günlerin şiirlerini şair kendi deyimiyle “Yüreğini yiyerek” yazmış.:
“Gökte sabahaca salınan neydi/Zifin dallarını güne yolduran... /Bana yüreğimi yediren neydi?”
Karanfil, bir imge ve simge olarak şiirde çok kullanılmıştır. Hüseyin Haydar’ın karanfilinde acılı çağrışımlar var, anlam ve söyleyişse çok farklı:
“Kanımdan bir karanfil düştü/Ay düştü sandım yolun üstüne/Eğildim elime aldım taç yaprakları/Dağıldı, doldurdu havaları, ışık saydamlığında.” Kanından karanfil düşüren sevgili Şair, yolun açık ola, ödüllerin daha da bol ola, selam ola benden sana!
Neşet Usta, Telli Kur’an ve söz havalandır
Babası Muharrem Usta, Dadaloğlu ve Karacaoğlan’ın dizelerini “havalandırırmış”. Havalandırmak, bestelemek demek. Oğlu Neşet Ertaş, havalandırma işinde babası kadar usta olmuş ya, söz bağlamında usta malı havalandırmamış, kendi ürettiği sözlere hava vermiş. Telli Kur’an’a aktarmış havalandırdıklarını bir şaman edasıyla. “Biz aşk kanalıyız, aşksız hava dinlemeyiz” diyen Neşet Usta’nın sözlerinde gönül çoktu işte bundan ötürü. Gönül dediğin aşk kapısı, aşksa “İnsanın öbür yarısını araması... Hasretten doğan bir yankı” ydı ona göre. Ertaş’a “durağın uçmak ola” diyor, bir şiirini paylaşıyorum: “Yar gönlünü bilenlere/Yar elinden gül gelir/Yar gönlünü bilmeyene/Yardan acı dil gelir. Yar gönlünü bilmiyorsan/Varıp gönül almıyorsan/Yâre içte gülmüyorsan/Her ne giysen çul gelir. Sadık bir yar bulup yaşa/Onun dışındakiler boşa/El aklıyla gezen başa/Bin bir türlü hal gelir.”