Gökte Allah Yerde Hocalı!…
Türkiye-Azerbaycan Dostluk İşbirliği ve Dayanışma Vakfı Başkanı Prof. Dr. Aygün Attar, Karabağlı bir ailenin kızı. En son 1986’da ziyaret edebildiği babasının mezarı, Ermenistan işgali altındaki Azerbaycan topraklarında kaldı. Ağdam’ın Gülablı köyünden olan annesinin son sözleri “Kendi köyümün pınarından bir bardak su içseydim”di. Biri, siyasi kumpasla Ermenistan’a verileren Zengezur’ın komutanlarından olmak üzere, iki ağabeyi ve ablasının 16 yaşındaki oğlu Karabağ’da savaştı. “Tebriz gelini” aynı zamanda; suyun (Aras’ın) iki yakasının uğradığı zulüm de işlemiş halde ailesine.
Attar’ın akademik çalışmalarının odağı da “Ermeni Meselesi”; ortaya koyduğu bilgi ve belgelerin önemli bir bölümünün kaynağı Rus arşivleri. Yazdıkları, Azerbaycan üniversitelerinde ders kitabı olarak okutuluyor. Bir kitabı; Newsweek Türkiye’nin, “bugünü anlamak için okunması gereken kitaplar” listesinde.
30 yıldır Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Attar. 1992’de, 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan ve 613 Azerbaycan Türkü’nün hunharca katledildiği o zemheri gece de Türkiye’deymiş.
KESİLMİŞ KAFALAR, OYULMUŞ GÖZLER…
“Ciddi bir kırgın olmuş” lafları dolaşmaya başlamış önce… Kimse aslında ne olduğunu bilmiyor. Azerbaycan’ın kendisi bile ancak bir, bir buçuk gün sonra hakim olabiliyor olup bitene;
- Felaket… Rus destekli Ermeni birliklerinin, silahsız olan sivil halkı katlettiği haberleri geldi.
Sohbet boyunca, neredeyse nefes bile almadan, Azerbaycan Türklerine has o “şiir gibi” üslupla konuşan Attar, ilk defa yutkunuyor;
- Bunu anlatmak bile… Geriye dönüyorum… Çok büyük felaket… Azerbaycanlı gazeteciler bölgeye gitmeye çalışıyordu. Ruslar izin vermiyor… Helikopterlerine ateş açılıyor. Kara yoluyla gitmeye çalışanların yolu kesiliyor. Azerbaycan televizyonunun kameramanı vardı; Mir Mövsüm Seyidov… Ben ona şehit diyorum -gazi olmuştu çünkü-, ilk görüntüler rahmetli Mir Mövsüm’ündü; kesilmiş kafalar, çıkarılmış gözler, deşilmiş karınlar, küçük bebekler, kız çocukları, canını kurtarmaya çalışanların kar üstüne yayılmış kanları… Şokla birlikte şiddet etkisi yarattı; halk ayaklandı. Azerbaycan yönetimi -Ayaz Muttalibov vardı- istifa etmek zorunda kaldı. Halk Karabağ’a yürüyüş başlattı…
ARŞ-I ALAYA YÜKSELEN FERYAT…
Kısa bir esten sonra yeniden “Tam 28 sene oldu” diye başlıyor cümlesine. Zaman her yaraya merhem olmuyor işte. Sesi titriyor, gözleri doluyor, gözlerimiz doluyor:
- Benim hiç unutmadığım şey… Türkistan coğrafyasından gelen bir gelenektir yüzü yırtmak, saçı yolmak… Bütün ailesi katledilmiş, sadece gözleri gözüken, yüzü kanlar içinde yaşlı bir teyzenin, “Göğde Allah, yerde Hocalı” feryatları, 28 senedir, hiç benim kulaklarımdan gitmiyor. “Adalet” diye yakarıyordu Allah’a: Göğde sen, yerde Hocalı!.. -Ben de üç çocuk annesiyim, ikisi kızdır- otomatik silahlarla bacağından ve göğsünden vurularak öldürülmüş olan üç yaşında bir kız çocuğu vardı. Annesi bir an önce kaçırıp kurtarmaya çalışırken, üşümesin diye giydirmeye çalıştığı külotlu çorabın bir bacağını giydirebilmiş, diğerine fırsat bulamamış. Onun, katledilmiş halde, kar üstündeki görüntüsü, 28 senedir gözümün önündedir hep. Benim için Hocalı odur. Hiç büyümeyecek olan çocuklardır. Feryadı arş-ı alaya yükselen o yaşlı Türk kadınıdır. Bir dede vardı; başında Buharalı aksakallılara has şapkası, beyaz sakalı olan… Elinde tespihiyle birlikte… Paramparça edilmiş göğsü… Bu üçü hep gözümün önündedir…
BABAMIN MEZARI İŞGAL ALTINDA
Ölenlerin yarası çok ağır. Ama bir de kalanlar var ve onlar ölümü her gün yaşıyorlar. Gözden kaçırılıyor mu bu biraz?
“Ben bunu direk yaşayanlardanım” diyor Attar:
Babamın mezarı Ermeni işgali altında. Annem, Karabağ’da Ağdam ili var, Gülablı köyündendir. Vefat etmeden önce son sözü “Kendi köyümün pınarından bir bardak su içseydim". Bir nesil “Karabağ” diyerek, hasretle göçtü. Bir nesil, Karabağ’ı görmeden Karabağlı olarak büyüdü. Kendi vatanında, kendi toprağına hasret olmak, kokusu burnunda tüttüğü halde gidip soluklayamamak çok büyük bir acıdır. “Kaçkın”lar, göçkünler, Revan’dan sürülenler dahil… Hepsinin hikayesi farklı başlar ama aynı cümleyle biter: Sürüne sürüne de olsa o topraklara gidebilseydim, orada ölebilseydim! İnsan yaşam üzerine hayaller kurar değil mi? Ama o ağır psikolojik felaketi yaşayanların hepsinin “Yeter ki orayı göreyim sonra öleyim…” dir hayali. Balkan coğrafyasındaki ağrılı göçün birebir aynısıdır bu. Kafkasya’dan göçün aynısı… Osmanlı döneminde, Kafkasya’dan göç edenlerin üç nesil hiç balık yemediğini kaç kişi biliyor? O kadar çok yakınlarını denizin sularına gömmüşlerdi ki, üç nesil hiç balık yemezdi. Daha duyarlı olmak gerekiyor.
GİDİNİZ VE BAHRİ HAZAR’DAKİ TÜRK DEVLETİNİ KURTARINIZ!
Ahmed Cevad “vefalıdır” diyordu marşlaşan “Çırpınırdın Karadeniz” şiirinde ama Hocalı katili Sarkisyan’ı ağırlama biçimimiz, Paşinyan’ın seçilmesini neredeyse davul zurnayla kutlamamız… Acaba o kadar da vefalı değil miyiz?
- Vefalıdır. Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti kurulduğunda, başkent Bakü, işgali altındaydı. Hükümet Bakü’ye gidemiyordu. Azerbaycan, Osmanlı’dan askeri yardım talep etti. Turan ülküsünün en canlı şekilde yaşatıcısı ve sonunda da kurbanı olan Enver Paşa, amcası Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu’nu, Haydarpaşa tren garından Azerbaycan’a hayırlarken dedi ki, “Gidiniz ve Bahri hazardaki bir Türk devletini kurtarınız!” Bu tarihi bir olaydır… Bugün, Güney Azerbaycan’da, onbinlerce kişinin stadyumlarda “Türkiye.. Türkiye…” diye bağırmasında, yüzünü Türkiye’ye dönüp “Haray… Haray… Men Türk’em…” demesinde Kafkas İslam Ordusu’nun Tebriz civarında, Ermeni zulmünden nasibi almış kitlelere uzattığı yardım elinin çok büyük etkisi vardır… Kafkas İslam Ordusu’nun, Azerbaycan’daki Ermeni katliamına son vermesinden sonra devam edebilmiştir Bakü’nün “başkent” olarak varlığı. Bugün de bütün uluslararası platformlarda, söz konusu Karabağ olduğunda, Türkiye’nin “Ermenistan’ın kayıtsız-şartsız işgal ettiği topraklardan el çekmesi” konusundaki açıklamaları çok nettir. Diğer yandan, sadece Azerbaycan’a yönelik değil. Türk tarihinin dününü okumadan, bugünüyle ilgili yorum yapıp, yarınıyla ilgili planlama hadsizliğini kendisinde gösterenlerin ise tarihi okumaları gerekiyor. Ben merak ediyorum, benim şu kadar sürede size anlattığım olayların kaçından haberdardır o yorumları yapan kişiler? Paşinyan’ın,“Yeni bir tartışma açmadan Türkiye’nin sınırları açmasını ve işbirliğini arzu ediyoruz” sözleri, Ermenistan’ın sözde iddialarından vazgeçtiği anlamını taşımıyordu. İlişkilerin, Türkiye’nin “Sözde soykırım iddialarından vazgeç, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tanı, işgali biran önce durdur” taleplerini gündeme getirmeden sürdürülmesi arzusunu ifade ediyordu. Ben daha o gece “Bu kadar mutlu olmayın” demiştim, zil takıp oynayan sözüm ona yorumculara. Yoksa, Türkiye, kadim devlet geleneğine sahip önemli bir ülke. Stratejik açıdan, politik çıkarları ve devlet menfaatleri bakımından devletlerle dost ve düşman olmanın ötesinde yürütmek zorunda olduğu siyasetler var. Dolayısıyla Azerbaycan’ın, Türkiye’nin Ermenistan’la düşman olması diye bir talebi yoktur.
Rahatsız etmez mi yani Türkiye’nin Ermenistan’la diplomatik ilişki kurması?
- Ermenistan, Türkiye’yle iş birliği yapmak, Azerbaycan’la komşu coğrafyada yaşadığı için ilişki tesis etmek istiyorsa; 1. Derhal işgal ettiği Azerbaycan topraklarından geri çekilmelidir. 2. İşgal nedeniyle Azerbaycan’a vermiş olduğu maddi ve manevi zarar konusunda uluslararası camia önünde itirafta bulunup bunu kabul etmelidir. 3. Tüm bunlardan doğmuş olan her türlü maddi-manevi sıkıntıyı üstlenmelidir. Bundan sonra ilişki tesis edilebilir; hem Azerbaycan hem Türkiye ile…
PAŞİNYAN’I ABD SEÇTİRDİ
Ermenistan’ın pişmanlık duymasını mı bekleyeceğiz; çok da olası gözükmedi bana…
- Ben karamsar değilim. Elbette söz konusu olan bir Türk devleti değil de bir Hristiyan devleti olsaydı farklı olurdu. O zaman işler batının keyfine göre değil, uluslararası hukuka göre işlerdi. Ama Azerbaycan bu konuda bütün gücünü seferber ediyor. Diplomasiyi çalıştırıyor. BM’nin kabul ettiği 4 karar var. Cumhurbaşkanı Aliyev, geçenlerde Münih’te, dünyanın gözü önünde, en sert çağrılarından birini yaptı AGİT-MİNSK grubuna; “Ermenistan’ın, Azerbaycan topraklarını işgal ettiğini eğip bükmeden söylemeniz gerekiyor” dedi. Ekonomik açıdan sürünen, diasporasının verdiği, Amerikan kongresine hibe olarak verdirttiği, Fransa’daki Ermenilerin topladığı paralarla ayakta durmaya çalışan bir Ermenistan var. Taşıma suyla değirmen dönmez. Daha önemlisi, Ermenistan’da iki güç birbiriyle savaşıyor şu anda. Paşinyan’ın o koltuğa gelmesi kendi marifeti değil. Rus güdümlü Ermenistan yönetiminin karşısına, ABD güdümlü olan Paşinyan’ı getirdiler. Paşinyan’a kadar Ermenistan’ı hep Karabağ yani Azerbaycan Ermenileri idare etti. Buna karşı çıkıyorlar. Kamuoyunda, “Bana ne Karabağ’dan” itirazı oluşmaya ve yükselmeye başladı. Bunu Ermenistan parlamentosunda açık açık söyleyen milletvekilleri var. Batılı devletlerin, o dalganın önüne geçebilmek için Paşinyan’a sunduğu yönetim şeklinin parçasıdır oğlunun Karabağ’da askerlik görevi yapması. Son dönemde hatırı sayılır Ermeni yöneticisi bulunan Rusya medyasında, “Bunu artık itiraf edelim; Karabağ Azerbaycanlılarındır. Boşu boşuna orada bu kadar güç kaybını durduralım” söylemleri var. Ben artık yolun sonuna gelindiğini görüyorum.
Ermenistan bugün itibarıyla Rusya açısından neden bu kadar vazgeçilemez, ABD açısından neden bu kadar stratejik?
Bunu anlamak için Suriye örneğine bakmamız lazım. Sıcak denizlerle ilgili ve dünyanın kaderini değiştirecek bir coğrafyada gücünü devam ettirebilmek, en azından dışlanmamak için bir üstür Suriye. Ermenistan’ın ise kurulma nedeni budur; “Rus üssü” olmak üzere kurulmuştur. ABD’de o üssü elinden almak istiyor Rusya’nın. Ermenistan kendisi hiçbir siyaset üretmiyor. Iğdır’ın hemen ötesinde, Ermenistan’ın yıllardır bölgeye kanser pompaladığı bir nükleer istasyonu var; Metsamor. O sınırı Rus askerleri koruyor Ermenistan adına!
BÖYLE PİŞKİNLİK GÖRÜLMEMİŞTİR
Paşinyan konusu açılmışken, Münih Güvenlik Konferansındaki sözlerini de hatırlatıyor Attar:
- İnsanım ben diyebilen herkes muhtemelen utanmıştır ki, Paşinyan, Hocalı soykırımını Azerbaycanlıların yaptığını söyleyebilme pişkinliğini gösterdi. Kanıtlar var, tanıklar var, sanıklar net ortada, bırakın Türkiye’nin, Azerbaycan’ın ajanslarını, Reuters ajansının o bölgeyle ilgili canlı görüntüleri ortada. Buna rağmen “Bunu Azerbaycanlılar kendileri yaptılar” diyebilen, böyle insanlık dışı bir iddiayı ortaya koyabilen bir millet 1915’le ilgili neler söylemez!
Hocalı’yla devam edecek olursak, siz, biraz da sitemle diyorsunuz ki, “Bırakın normal halkı, akademik camiada dahi, Azerbaycan’ın bugün içinde olduğu sıkıntıya sebep olan olayların Türkiye nedeniyle başladığı gerçeğini itiraf eden bir akademisyen görmedim şimdiye kadar…” Ne demek bu?
- Prestroykanın hemen akabinde, -Azerbaycan ve Ermenistan hâlâ Sovyetler Birliği çatısı altında varlık gösteriyordu- Erivan sokaklarında çok sayıda Türkiye karşıtı gösteri oldu. Ermeniler ellerinde “Türklere ölüm", "soykırımcı Türkler" pankartları taşıyordu. Onlara karşı, Bakü’de, Azatlık meydanında Türkiye-Azerbaycan bayraklarıyla yürüyen Azerbaycan Türklerine verilen gözdağıdır, “Sen ‘Türküm’ deyip Türkiye’ye sahip çıkarsan ben de sana bunu yaparım” mesajıdır, Rus 366. Motorize Alayının Ermenilerle iş birliği yapıp Türkleri katletmesi…
REVAN’I NASIL VERDİK?
Ama bir tarihsel süreç de yok mu perde arkasında?
Olmaz olur mu!.. Osmanlı-Rus savaşı var Ermeni sorununun içinde. Ermenilerden müteşekkil bir tampon bölge oluşturulması var. Bolşeviklerin ve İngilizlerin iş birliğiyle, -birbirinden çok farklı gözüküyorlar- İngilizler, Azerbaycan petrolünün kokusunu aldıkları için Azerbaycan’ın güçsüz bırakılması var. Çarlık Rusyası’nın İran’la işbirliği içinde sıcak denizlere inme, Kafkaslarda ileri karakol oluşturma siyasetinde en büyük engel Türk kimliği ve milli şuuruna sahip Türk devletleri. Bu nedenle Rusya’nın karakolu olarak Ermenistan devleti kurulması var. Siyasi misyonu 180 derece farklı olan Bolşevik Rusyasının da, aynı nedenlerle, Azerbaycan’a üvey evlat muamelesi yapması var. Milli kimlik arayışlarını fırsat bilen Lenin tarafından aldatılmış olan Türk-Müslüman toplumunun yaşadığı felaketler zincirinin halkasıdır Azerbaycan’da yaşananlar. Lenin’in Kafkasya komiseri ilan ettiği, Türk kanı dökmekten mutluluk duyan Stepan Şaumyan’ın insanın tüylerini diken diken eden uygulamaları var. Bunların tümümün toplamıdır Ermeni meselesi. Azerbaycan’la Ermenistan arasında hançer gibi saplanmış olan Zengezur’un, 1921’den itibaren Azerbaycan’dan alınıp Ermenistan’a verilmesi var. Mustafa Kemal Atatürk’ün -Rıza Nur’un hezeyanlarına da sebep olan- Kars Anlaşması önemlidir. Atatürk diyordu ki, “Nahçıvan sadece Nahçıvan değil; aynı zamanda Avrasya’nın kapısıdır”. Bu bir devlet adamının uzak görüsüdür. Türkiye’den başlayıp Avrasya’ya kadar devam eden güzergahın Türk kanıyla dökülen setlere dönüşmesinin sebebi Zengezur’dur; Azerbaycan’ı iki yere böldüler; bir tarafta Nahçıvan var, ortada Ermenistan, sonra yine Azerbaycan. Böyle saçmalık dünyanın hiçbir yerinde yoktur…
Revan’ın verilmesi de böyle bir kırılma değil mi?
- 1918’e baktığınızda başkenti Erivan olan bir Ermenistan göremezsiniz. Daha sonra kuruldu. Azerbaycan Türkleriyle Ermeniler arasında bir protokol var. Çok ilginçtir Türkiye’de hiç konuşmuyoruz biz bunu, “Kadim Türk yurdu olan Revan’ın Ermenilere verilmesi ve bunun karşılığında da Ermenilerin o dönemde hak iddia ettikleri Karabağ’la ilgili bu iddiadan vazgeçmesi…” Ne kadar ağır ve acıdır ki, o gün bir siyasi pazarlık sonucunda, Türk medeniyetinin silinmez izlerle varlık gösterdiği, kütüphanelerinde Türklere ait 20 milyondan fazla kitap bulunan, tarihi mezarların, hanların, camilerin olduğu Revan’daki bütün Türk izleri silindi. Bugün bir tane cami var Ermenistan’da, o da İran’ın desteği için araç… Ruslar tarafından, Ermeniler tarafından, diğer milletler tarafından yapılmış tüm araştırmalarda “kadim Türk toprağı” olan Revan Hanlığı’nın civarına baktığımız zaman ağırlı olarak hep Türk nüfus görüyoruz. Bugün onlardan hiçkimse yok. Ne oldu?
FELAKET TİMLERİ VE MEZALİM
Üstelik Karabağ’daki iddiasından da vazgeçmedi Ermenistan?
En ağırı odur… Günümüz Türk siyaseti açısından da bize ders olması gereken bir şeydir ki, bu tür konularda herhangi bir yerin kurban edilmesi, feda edilmesi tarifi imkansız ve telafisi imkansız acılarla birlikte bölgede varlık gösteren Türk kimliği için felaketi de beraberinde getiriyor… Onun dışında, 1. Cihan Savaşı’nda boy gösteren olaylarda iç Anadolu’ya kadar gelen, Kars’ta, Iğdır’da, Van’da, hatta Karadeniz üzerinden Şebinkarahisar’da, Erzincan’da yaptıkları Müslüman katliamları var. Çarlık Rusya’sının mirasını reddeden Bolşeviklerin ortada bıraktığı, Anadolu coğrafiyasını yağmalamak üzere komuta alarak gelmiş, eli silahlı başıbozuk grupların Van’ı yakıp yıkmaları, o gün Kars’ın bir ilçesi olan Iğdır’da, Aralık köyünde 300’den fazla "ehli Müslim”in, ellerinde Kuran-ı Kerim, “kadınlara çocuklara yapmayın” derken yakılıp yıkılması var. Buraları konuşmadan Hocalı’ya gelemeyiz. Bu gruplar geriye dönerken güzergahları üzerinde ne varsa her şeyi yok ettiler; felaket timi olarak hareket ettiler Kafkasya’ya kadar. Yani, bir kinin, nefretin, husumetin, Türk toprağı üzerinde hegemonya kurma arzusunun tekrar canlanması ve bunun hayata geçirilmesi eylemidir aslında; 1987’de başlayan 90’lardan sonra da kanlı şekilde devam eden olaylar. Hocalı pat diye olmadı.
O KADAR CAHİLİM Kİ!..
İran üzerine yazılmış en prestijli kitaplardan birinin sahibi olarak, geçtiğimiz haftalarda yapılan İran tartışmalarında boy gösteren “her şeyin uzmanları”na hayli tepki göstermişti Attar. Onunla bitirelim:
- Doğruları duymaktan rahatsız olan hatırı sayılır bir kitle var Türkiye’de. Hepimizin mimiklerine kadar ezberlediği, kendi yüzümüzden daha iyi tanıdığımız yüzler var. İngiltere Kraliçesinin gelininin gelinliğinden maçlara, İdlib’ten depreme aynı 5-6 kişi yorumluyor; her şey uzmanları. Dünyada hiç örneği olmayan bir şeydir; diyecek laf bulamıyorum. Ben azıcık birşeyin bilgi kırıntılarıyla, karınca kararınca, kendime uzman demekten de hicap duyarak hasbel kader okumuş ve derinlemesine araştırmış biri olduğum için o kritere uymuyorum. Çok cahilim. Az bir şey bilmek yeterli olmuyor demek ki…