Gıda milliyetçiliği yükseliyor
Yıllarca bize okullarımızda gıdada kendi kendine yeten üç beş ülkeden biri olduğumuz öğretilmişti. Benim çocukluğumda Yerli Mallar Haftası kutlanır ülkemizin bin bir bölgesinde yetişen gıda ürünleri tanıtılır ve tadılırdı.
Sonra Özal zamanında ithal muz ile tanıştık, yerli muzun pabucu dama atıldı, bir anda memleket yabancı ülkelerden ithal edilen gıda maddeleri ile dolu verdi.
Son dönemde ise tarım ürünlerinde dışarıya bağımlılığın çok arttığını biliyoruz ve artık gıdada kendi kendine yeten üç beş ülkeden biri olma özelliğini de kaybettik.
Üstelik gıdada dışa bağımlılık deyince sadece nihai olarak tüketilen gıda ürünlerinde dışa bağımlılıktan bahsettiğimi de sanmayın lütfen. Kendi topraklarımızda, gıda ürünleri üretebilmemiz için kullanılan tarımsal girdilerde de aşırı ölçüde dışa bağımlı olduğumuzu söylüyorum.
Bakınız kara saban sarı öküz dönemi çok ama çok gerilerde kaldı bugün artık neredeyse tamamı ithal olan mazot ve ithal kaynaklar ile üretilen elektrik enerjisi kullanılmadan tarımsal ürün üretmek mümkün değildir.
Tarlaya ekeceğiniz tohum ithal, toprağa saçacağınız gübre ithal, zirai mücadelede kullanacağınız ilaç ithal, tarlada bağda bostanda kullanılan bir çok makine ekipman, alet edevat ithal ve hatta tarladan çay, fındık, pamuk ve benzeri ürünleri toplayan, davarları güden iş gücü bile ithal.
Pandemi dönemine kadar tarım ürünleri ve gıda maddeleri gerekirse ithal edilir hiç bir şekilde memlekette kıtlık olmaz, açlık çekilmez, sorun nasılsa çözülür yaklaşımı sadece bizde de değil tüm dünyada hâkim bir görüştü. Hatta Tarım ve Orman Eski Bakanı Bekir Pakdemirli ‘Saman ithal ettiniz, buğday ithal ettiniz' diyenlere karşı “Türkiye’de para varmış ki ithal edecek parayı da bulmuşuz.” demişti.
Ve lakin pandemi döneminde her şey kökten değişti, işler sarpa sarınca her ülke önce kendi halkını düşündü ve tarım ürünleri ihracatına derhal bir dizi kısıtlama ve yasak getirildi. Gıda Milliyetçiliği eğilimi hızla yükseldi. Görüldü ki ciddi bir kriz ortamında paran olsa dahi ithal edebilecek gıda ya da tarım ürünü bulmak mümkün olmayabiliyormuş…
Milliyetçilik en temelinde bir milletin egemenlik hak ve özgürlüklerini koruyabilmektir. Bir milletin hak ve özgürlüklerini koruyabilmek için elbette öncelikle o milletin varlığını koruyabilmek gerekir ki bir halkın varlığını koruyabilmenin ilk şartı da yeterli miktarda gıda bulabilmekten, halkın beslenmesini temin edebilmekten geçmektedir.
Ne demişler önce can sonra canan, kendi halkının beslenmesini garanti etmeden bir ülkenin elindeki gıda stoklarını başkalarına satması elbette ki beklenemez.
Rahmetli pederin sık sık anlattığı bir fıkra vardır şimdi o aklıma geldi:
Zamanında bir deney yapmışlar ve bir şempanze ile yavrusunu demir bir kafese koymuşlar kafesin tabanını yavaş yavaş ısıtmaya başlamışlar.
Ayakları yanmaya başlayan şempanze önce yavrusunu kucağına almış…
Kafesin tabanını biraz daha ısıtmışlar, şempanze çığlık çığlığa hoplamaya zıplamaya başlamış ama yavrusunu bırakmamış, kucağında tutmaya devam etmiş.
Tabanı biraz daha ısıtmışlar zemin nara kesmiş şempanze bakmış iş sakata gidiyor yavrusunu yere koymuş çıkmış üstüne oturmuş…
Bu fıkra ibretliktir, herkesin bundan ders çıkarması ve kendi yaşamsal önceliklerini ona göre belirlemesi lazımdır.
İşte tam da bu yüzden her devlet öncelikle kendi halkının gıda güvenliğini sağlayacak stratejiler izlemeli ve tarım politikalarını da buna göre belirlemelidir.
Bu noktada dünyada gıda milliyetçiliğinin yükselmesi, herkesin öncelikle kendi milletinin beslenme sorununu çözmeyi ön plana alması doğal olarak kaçınılmazdır.
Demedi demeyin Türkiye’yi yöneten iktidarın da küresel ölçekteki bu gelişmeleri doğru değerlendirmesi, öncelikle kendi vatandaşlarımızın gıda güvenliğini sağlayacak tarım politikalarını oluşturması ve ithalata bel bağlamaması gerekmektedir.