Geçmişe dönüp bakınca!..
Pazar günü için sıkıcı bir yazı olacak. Ne yapalım?.. Şartlar zorluyor.. Bugünü daha iyi anlayabilmeniz için TESEV’in 21 Mayıs 2012’de Ankara’da gerçekleştirdiği yuvarlak masa toplantısına götüreceğim sizi. Toplantının gündemi: “Referandumdan sonra HSYK.” Moderator; Ali Bayramoğlu. Katılımcılar; Ahmet İnsel, İbrahim Okur (HSYK 1’nci daire başkanı), Leyla Köksal Tarhan, Mithat Sancar Uğur, Yiğit Yücel Sayman.
Masada neler olup bittiğinin tümünü TESEV’in internet sitesinde bulabilirsiniz. Okudukça ufkunuzun daha da açılacağından eminin. “Pazar günü işim gücüm mü yok?” derseniz; ailenin yazarı olarak ancak bu kadarına (çok çok özetlediğim için-aht) yerim var!..
Ali Bayramoğlu soruyor;
“Büyük siyasi davalarda HSYK’nın süreci etkilemesi, yönlendirmesi ne ölçüde mümkün olmaktadır? HSYK, Özel Yetkili Mahkemeler’in yapısı ve işleyişi üstünde ne ölçüde etkilidir? Yine siyasi davalarda polis-savcı ilişkisi ters yüz bir ilişki olarak karşımıza çıkıyor. Polis fezlekelerinin doğrudan savcı iddianamesi olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Bununla ilgili savcılar düzeyinde HSYK’nın yapabileceği bir şey yok mudur? Bir de İstanbul’a ilişkin bir şey sormak istiyorum. Kritik davaların çoğu İstanbul’da. 40’a yakın özel yetkili savcı, 38 hâkim var. Bu 78 kişi içinde belirli bir topluluğun, Gülen cemaatinin baskın olduğu söyleniyor. Bununla ilgili sizin gözlemleriniz nedir? Söyleyecekleriniz var mı? Bir süre önce beni gazetede ziyaret eden bir grup hâkim ve savcının söylediklerini veri olarak alacak olursak, ortada kötü bir tablo var. Özel Yetkili Mahkemeler’de son derece kritik bir pozisyona sahip oldukları söyleniyor. Özel Yetkili Mahkemeler dağıtılıp da kritik dosyalar Ağır Ceza Mahkemeleri’ne giderse diye bu mahkemelere de şimdiden yöneldikleri iddia ediliyor. Bu iddialar karşısında İbrahim Bey’in ne söyleyeceğini merak ediyorum.”
HSYK 1’nci Daire Başkanı İbrahim Okur cevap veriyor;
“Gülen cemaati meselesine gelince... Bir kere kuruldaki üye sayısı arttı. Kurulda tek bir görüşten insanların hâkim olduğu görüşü kesinlikle doğru değil. Mesela Yargıtay’dan gelen Ziya Özcan YARSAV üyesi. YARSAV çizgisinden gelen başka isimler de var. Bizimle birlikte seçilen arkadaşlarımız da demin dediğim gibi “evet” cephesini oluşturuyordu. Bu, adı üstünde cephe. Farklı görüşlerden gelen arkadaşlarımız var. Bu yapıyla Özel Yetkili Mahkemeler’de istenildiği gibi işlem yapıldığı, bir grubun Özel Yetkili Mahkemeler’de hâkim olduğuna dair bir kanaat var. Özellikle de İstanbul Özel Yetkili Mahkemeleri için bu konuşuluyor. İstanbul Özel Yetkili Mahkemeleri’nde üç başkanın görev yeri değişti. Biz göreve geldikten sonra üç başkan hakkında tedbir kararı talep edildi. Birini kabul etmedik diğer ikisini kabul ettik. Bu iki başkan meslekten men cezası aldılar. Bunların yerine dışarıdan başkan atamadık. O mahkemelerin en kıdemli üyelerini başkan olarak atadık. Eski kurul döneminde de bu böyle yapılmıştır. Daha sonra bu mahkemelere üye takviyesi yapıldı. Yeni mahkemeler kuruldu. Bu yeni mahkemelere başkanlar da yine aynı teamüle göre yetkilendirildi. Burada özel bir yapıdan söz etmek mümkün değil.
Gülen cemaatine kendisinde olmayan bir güç atfediyoruz. Herhalde hoşlarına da gidiyordur. “Bu kadar büyüksek, bu kadar güçlüysek, herkes bizden çekinir” diye düşünüyorlardır sanıyorum. 12 bin hâkim ve savcı arasında her türlü görüş var. 12 Eylül referandumundan önce hangi görüştelerse şimdi de aynı görüşteler. İnsanların görüşleri bir referandumla değişmez. Dün yargıda hangi görüşler varsa bugün de aynı görüşler var. Cemaate yakın isimler de var. Özel Yetkili Mahkemeler’de de var. Ben bu olayın cemaatin etkinliğinden değil savcı kolluk ilişkilerindeki sorunlardan kaynaklandığını düşünüyorum. Emniyet’in güçlü olduğu uyuşturucu, terör, organize suç gibi alanlarda savcılığın elinde aynı imkânlar yok.
Emniyet bu alanlarda hakikaten çok güçlü. Savcılığın böyle imkânları olmadığı gibi bunları değerlendirecek imkânları da çoğu zaman olmuyor. Düğmeye kolluk basıyor, yani kolluk başlatıyor. Daha vahim olanı, örgüt tanımıyla ilgili olarak devleti koruma refleksiyle verilmiş kararlar, hatta içtihatlar var. Örgüt tanımını yaparken çok geniş tutmuşuz bu tanımı. Devleti koruma refleksiyle yapmışız bunu. Halen Özel Yetkili Mahkemeler de bu eski içtihatları takip ediyorlar. Bu, değişmesi gereken bir anlayış.”
A.B.: “İbrahim Bey bu Özel Yetkili Mahkemeler’le ilgili ne düşünüyorsunuz? Yani hükümetten Bakanlık’tan görüş istendiği zaman sizin Özel Yetkili Mahkemeler’le ilgili görüşünüz nedir? Kaldırılmasından mı yanasınız? Yoksa ıslah edilmesini mi düşünüyorsunuz? MİT davası gibi bir dava örneği üzerinden bu konu hakkında ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Başka bir dava da buna örnek olabilir mi?”
İ.O.: “Özel Yetkili Mahkemeler’e CMK. 250 ve 251, 252. maddelerle tanınan yetkiler son derece geniş. Bu maddelerle, siz bu savcılara görevi ne olursa olsun, sıfatı ne olursa olsun herkes hakkında soruşturma açma yetkisi tanıyorsunuz. Bu yetkinin mutlaka gözden geçirilmesi, daraltılması gerekiyor. Cihaner davasında da aynı yorumdan yola çıkarak başsavcı da olsa hakkında soruşturma yapılabileceği yorumu yapılmıştı. Bu önümüzdeki süreçte de sık sık karşımıza çıkacak bir sorun. Savcı görevi ve yetkisi ne olursa olsun herkesi soruşturacaksa şimdiki gibi buna hiçbir sınır koyamayacak mıyız? Ben bu yetkinin daraltılması gerektiğini düşünüyorum. MİT Müsteşarı ile ilgili konuda Hakan Fidan’ın doğrudan görev tanımıyla ilgili bir konuda görevini yaptığı için suç işlediği iddia edildi. Suç işleyip işlemediğini bilmiyoruz. Ancak arama sırasında ele geçen bir evrak var. Buna ilişkin hiçbir delil toplanmadan, hiçbir araştırma yapılmadan savcı MİT Müsteşarı’nı ifadeye davet ediyor. Kanun bu yetkiyi tanıyor mu? Bence 250/3’e baktığınızda kanun savcıya bu yetkiyi tanıyor. Savcı açısından baktığınızda suç işlemiştir denilecek bir durum yok. Peki, o zaman savcı bu yetkiyi doğru kullanmış mıdır? Hayır. Kişisel kanaatim yeterli delil toplamadan ifadeye çağırmıştır. Görev sınırlarını aştığına dair de iddialar var. Peki, görev sınırlarını nasıl tespit edeceğiz? MİT Müsteşarı Oslo’ya neden ve hangi yetkiyle gitmiştir? Kim görevlendirmiştir? Bunları sormadan ifadeye çağırması bence görev sınırlarını aşmaktır, ama yasal yetkisi var mı derseniz kanun bu yetkiyi ona tanımış.
Özel Yetkili Mahkemeler’i kanun bir ihtisas mahkemesi olarak öngörmüş. Bunlar, Devlet Güvenlik Mahkemeleri kaldırılırken oluşturulmuş mahkemeler. Askeri üye kaldırılmış. Tamamı HSYK tarafından atanan hâkimlerden oluşan bu mahkemeler oldukça geniş yetkilerle kurulmuş. Coğrafi alanı da geniş tutulmuş. 7, 8 bazen 10 ilin davalarına bakmak üzere kurulmuşlar. Normalde baktığınız zaman bunlar birerihtisas mahkemesi. Bunlara bugün ihtiyaç var diye düşünüyorum. KCK veya geçmişte PKK davalarını ele aldığınızda Diyarbakır Özel Yetkili Mahkemesi bu davalara bakıyor. Siz bu mahkemeyi kaldırırsanız Bingöl’de, Şırnak’ta bölgenin diğer illerinde Ağır Ceza Mahkemeleri bu davalara bakacak. Böylece birbirinden farklı delil toplama yöntemleri, birbirinden farklı kararlar çıkacak. Bu mahkemelere ihtiyaç var diye düşünüyorum. Ancak, bu mahkemelerin katalog suçları gözden geçirilmeli ve sadece devlet güvenliği aleyhine suçlarla sınırlandırılmalıdır. Bunların tartışılması ve bu mahkemelerin yetkilerinin gözden geçirilmesi gerekir.”
TESEV’e malum olmuş galiba!..