GDO'lu aydın artıkları

Soldan ve sağdan karakter ve ahlak yapısı zayıf bir takım düşükleri alıp genleriyle oynadılar. Şimdi GDO’lu olmanın bütün patolojik özelliklerini üzerinde taşıyorlar; soysuzlaşıyorlar

Genetik bilimi gerçekten asrımızın en önemli bilim dallarının başında geliyor. İnsanların sağlık problemlerinin çözümünde kullanılabildiği gibi biyolojik silah olarak da kullanılabiliyor. Ekonomik sömürü aracı olarak da önemli bir yere sahip.
GDO’lu gıdaları yemezsiniz olur biter. Peki GDO’lu aydınları ve GDO’lu ülkücü artıklarını ne yapacaksınız? İnsan suretinde aramızda dolaşan kimi profesör, kimi gazeteci, kimi polikacı, kimi devlet adamı yaratıklardan nasıl kurtulacaksınız?
On iki eylül gibi bir bela ülkemizin başına gelip çöreklendikten sonra ülkücü zannettiğimiz, karakter ve ahlak yapısı zayıf bazılarını önce Özal ve sonra da Erdoğan devşirip genleriyle oynadı. Eski tabirle Mankurtlaştırıp piyasaya salıverdi. Kimisi Amerika’nın kimisi Yahudi’nin, kimisi Sarıklı Kardinal’in, kimisi AB’nin azat kabul etmez kölesi oluverdiler.
Bir tanesi var ki GDO’lu olmanın bütün patolojik özelliklerini üzerinde taşıyor. Bu adamı tam anlamı ile soysuzlaştırmışlar. Adında Türklüğü veya askerliği hatırlatacak sıfatlar bulunması onun Türk olduğuna delil teşkil etmez. Bir gün bakarsınız Türklüğü köpeklikle özdeşleştirmek gerektiğini söyleyerek millete hakaret eder. Bir başka gün bebek katiline paşalık verilmesini teklif eder. Şimdi de Türk ordusuna takmış kafayı. TSK’nın ortadan kaldırılmasını teklif ediyor.
Bu devşirilip soysuzlaştırılmış olanlar sadece ülkücülerin arasından değil. Soldan ve sağdan da bir takım düşükleri alıp genleriyle oynadılar. PKK’nın avukatlığına soyunanların arasında birbirlerine mazide benzeyen kaç kişi var? Ama bu beş benzemezler; dincisi, ateisti, solcusu, ülkücü artığı Türkiye’yi bölmek için bütün güçleri ile bağırıyorlar.
Bu millet hayali darbe çeteleri yaratarak PKK ile mücadele edenleri içeri tıkıp, her gün devleti yıkma provaları yapanları kucaklayan, kırk bin kişinin katillerini salıverme gafletini gösterenleri mutlaka sandığa gömecektir.
* Dr. Şati Çetinkaya


++++++


Nereye tam üye olacaktık?
Hatırlarsınız, AKP 2002 Kasım Seçimlerini kazandı. Aradan çok geçmeden, AB’ye tam üyelik propagandası yükselmeye başladı. Mandacılık kurtuluşun tek yolu olmuştu. Slogan ”tek yol AB“ idi.
Bu propaganda ve psikolojik savaş, Kızılay’da Erdoğan’ın Avrupa dönüşünde gösterilere dönüştü. Sultan Recep artık Avrupa fatihi idi. Deniz Som’un ifadesi ile Fatih Sultan Recep olmuştu.
Gazeteler manşetten, “AB zirvesinden müzakere tarihi alarak dönen Başbakan Ankara’da büyük coşku ile karşılandı” diye verdi.
Muhalefet partileri de Avrupacı olduğu için hiçbir muhalefet yok gibiydi. “Ne AB, ne ABD” diyenlerin sesi duyurulmuyordu.
Bunları neden hatırlattım?
Medya bu gün acayip manşetler atmış.
AB’ye başkan seçilen zevat için ağza alınmadık sözler ile saldırmışlar.
Türk düşmanı, soytarı ve bunun gibi ifadeler.
Ne oldu?
Başlarına bavul mu düştü?
Emperyal saldırıya o zaman karşı duranlar biliyordu ki, AB üyeliğini savunanlar Amerika’yı savunuyorlardı.
Biz biliyorduk ki, bunların Avrupacılığını kazırsanız altından Amerika çıkar.
Çünkü Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasını ne AB istiyordu, ne de Türk halkı istiyordu.
Sadece Amerika istiyordu.
Amerika biliyordu ki, Türkiye’yi AB kapılarına bağlarsam, Avrasya’ya dönemezler.
Sonunda, AB kapılarının sonsuza kadar kapalı olduğunu zaten bilen işbirlikçi kesim, artık Türk halkının daha fazla kandırılmasının hem mümkün olmadığını hem de kendisi açısından fazla faydasının olmayacağını gördü.
Zaten Amerikan açılımları ile birlikte, AB üyeliği gündemde olmamalıydı.
AB üyeliği siyasi şizofrenisi böylece son mu buluyordu?
Hayır.
Değişen şudur;
Amerika Türkiye’nin ulusal pazarlarının kökten piyasacılığa göre yeniden düzenlenmesi görevini AB’ye tevdi etmişti.
Amerika, Türkiye’nin dış siyasetinin belirlenmesini, Amerikan periferisindeki ülkeler ile ilişkilerinin tanzimini zaten Avrupa’ya bırakmazdı.
Olan budur.
Direksiyonda bizzat Amerika kendisi oturmaktadır.
Avrupa, sadece Amerika’nın boş bıraktığı alanlar varsa onu doldurur.
Kürt Açılımı, Ermeni Açılımı ve Kıbrıs meselesinde Avrupa sadece Amerikan destekçisidir.
Aslında durum eskiden de böyleydi.
Ama Tanzimatçılar konuyu bir müddet Avrupa üzerinden götürülmesinin daha uygun olacağını düşündüler.
Her halde Amerika, Türkiye açılımlarını 2003 Irak çıkarması ile beraber yapamazdı.
Avrupa bundan böyle, yedek Amerikan gücü olarak devreye girer veya çıkar.
Asıl patron işe el koymuştur.
Soru şudur;
Emperyal güçlere direnen bizler ne yapacağız?
* Bülent Esinoğlu


++++++

Uyandırma kerizi politikası
Bundan sonra Türkiye’ye gelecek olan PKK’lılar için çiçekli tezahüratlı karşılama törenleri yapılmasına izin verilmeyecekmiş!
Sanki Avrupa’dan gelecek PKK’lılar için aylar öncesinden şölen hazırlıkları yapan DTP’liler de ne yapacaklarını hükümete soracaklardı!
AKP kendi kendine gelin güvey oluyor.
Yapılmasa bile ne olacak?
“Uyandırma kerizi” politikası güdülerek PKK’lılar gizlice gelseler, gösteriş yapmasalar ve zafer çığlıkları atmasalar bile, çaktırmadan gelip gizli kapılar ardında kutlama yapsalar bile gerçekler değişir mi?
* Erhan Çilingiroğlu


++++++

Kraldan çok kralcı oldular
Onur Öymen’in mecliste Dersim olaylarıyla alakalı söyledikleri; Mustafa Kemal Atatürk bölücü unsurlara hiçbir şekilde taviz vermedi ve bu ülke böyle sağlam temellere kuruldu. Mealen o sözlerin anlamı budur ve ortalama bir zekâya sahip herkes için de bu anlamdadır.
Kendisini çok zeki sanan ya da hakikaten zekâsından sorunu olanların bu cümleleri çekiştirip oya dönüştürme kaygısı bunca yozlaşmış yöntemin içerisinde olağandır.
Özellikle yandaş medya oldum olası bir Sünni hayranlığı içerisindeyken şimdilerde manşetlerinde bir alevi coşkusu var.
Üstüne basa basa “cumhuriyetin sembol kızı da oradaydı” diyerek cumhuriyete karşı alerjilerini ele veriyorlar.
Amaçları Alevi yurttaşlarda bir Atatürk nefreti yaratıp cemevlerinden Atatürk portlerini indirtmektir. Akepe gençlik kollarına özellikle üniversitedeki alevi öğrencilere bu durumlardan bahsedilmesini emreden muhtemelen “yazısız emirler” geliyor.
Anlayacağınız kraldan çok kralcılık oyunundalar. Bu kaç perdelik bir oyun göreceğiz ve bizce: “Çıplak” diyen kraldır.
* Alper Göktürk Şafak


++++++

Başbakan da mı katliam sanığı?
Başbakan bir gazetecinin sorusu üzerine verdiği cevapta “Dersim Katliamı” tabirini kullandı. Bunu siyasi hasmını karalamak için kullanım olması dehşet verici ve ülkemizi hangi zihniyetin yönettiginin açık göstergesidir.
Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türk Milleti’ne ve değerlerine karşı duyulan kin ve garez apaçık ortaya konmuştur.
Beyefendinin aklına bakarsak biz Türkler Çanakkale’de İngiliz katliamı, Kurtuluş Savaşı’nda Yunan katliamı yapmış olmalıyız.
Başbakan’ın mantığıyla PKK teröristlerine karşı verilen mücadele de “katliam” dır ve sorumlulardan biri kendisidir...
İyi mi?
* Hakkı Yörük


++++++

GÜNÜN SORUSU
Zamlardan yakınıp “anamız ağladı” diyen çiftçiye “haydi ananı da al git diyenlerin” şimdi çıkıp “analar ağlamasın” demesi ne kadar samimidir?
* Engin Balım


++++++

Kıbrıs teorilerinin en ıskartası
Günün modası ”açılımlar “... Ama şu var ki, ”açılım“ın ille de yaşamsal ödünler vermekten ibaret olduğunu düşünen kafa yapıları oluştu... ” Ödün vermenin“ ve ”teslimiyet bayrağı“ açmanın adını ” açılım “ koyan bir aymazlık gelişti...
Literatürümüzde şimdiye dek ” ödün “, ” tabu “ ve de ” kutsal “ olarak görünen konular ” açılım“ olarak yutturulmaya çalışılıyor şimdi...
Türk askerinin adadan çekilmesi gibi duyarlı bir konu ”kalıcı barışı ve çözümü getirecek açılım“ olarak sunulmaya başlandı!.. Böyle bir açılımdan sonra Rum’un kuzu kuzu masada oturmayı sürdüreceğini ve daha uzlaşıcı olacağını düşünenlere akıl ve izan dilerim!.
Atina dönüşünde Türkiye’nin AB baş müzakerecisi Devlet Bakanı Egemen Bağış’a uçakta bir gazeteci tarafından ” Dünyaya bir jest yaparak Kıbrıs’taki askerimizi çeksek ne olur? “ sorusu yöneltildi.
Ve öyle yorumlar geliştirildi ki, Türk askerinin adadan çekilmesiyle birlikte Kıbrıs sorunu da şıpınişi çözüm yoluna girecek!..
Evet; Türk askerinin güç dengelerini sağlayan ve düşmanca niyetleri caydıran varlığına son verilirse sorun çözülür ama, tam da Rum’un ve Yunan’ın ve de onların işbirlikçilerinin istediği biçimde çözülür... Aynı anda adanın geneline Hellenik hakimiyet öylesine yayılır ki, sök sökebilirsen ondan sonra... Ne sanıyor yani bu aklını peynir ekmekle yemişler?.. Türk askeri çekildiğinde Kıbrıs sorununa adil bir çözüm geleceği düşüncesi teorilerin en ıskartasıdır!..
Türk askerinin Kıbrıs’tan çekilmesi açılım olamaz. Olsa olsa Kıbrıs Türk halkının tükenişi olur.
* Ahmet Tolgay / Kıbrıs Gazetesi

++++++


Emekliyi emeklettirenler utansın
Yer İstanbul. Bir devlet bankasının önü. Uzun bir bankamatik kuyruğu var. Bu kuyruktakilerin yüzde doksanı emekli. Bayram üzeri alacakları aylık maaşlarını almak için sabahın erken saatlerinde kalkıp, bankanın yolunu tutmuşlar. Yılların yorgunluğu hepsinin yüzlerinden okunuyor. Hiç birinin yüzü gülmüyor. Suratlar asık.
İçlerinden biri var ki, Hüseyin Amca, ”Ben otuz, otuz beş yılımı verdim, çalıştım, çabaladım. Evladım aldığım maaşa bak. Bizi açlığa mahkûm ediyorlar. Kendileri ülkeden ülkeye geziyor, çocukları Amerika’da yaşıyor. Ya bizler? Açlığa mahkûm ediliyoruz. Aldığımız maaşla kira mı verelim, elektrik, su, doğalgaz, telefon faturalarına mı yetişelim? Zaten bunları yapabilsek bizden mutlusu olur mu? Yine de şükrediyoruz. Daha kötü durumda olanlar var “ diyor.
Arka taraftan bir ses duyuluyor. Beyaz saçlı, elli yaşlarında başka bir emekli vatandaş, ” Haklısın. Suçlu bizler değilmiyiz? Bizden olduğuna inandık tek başına iktidar yaptık. Ne oldu?“ diyor.
Bir diğeri de ” Aman dikkat edin, bankamatikleri de dinliyorlardır “ diyerek ülkedeki tele kulak olaylarındaki rahatsızlığı dile getiriyor.
Hüseyin amca devam ediyor ” Alınları secdeye değiyor diye oyumu verdim. Bizden birileri dedik. Ama bakın duruma. Allah bu devlete, orduya zeval vermesin. Evvel Allah bunlarda geldikleri gibi gidecekler “ diyor.
Hüseyin amca emekli aylığını çekiyor. 630 TL. Ev kira, başka gelir yok. Hüseyin amca gibi niceleri var. Emekliyi emeklettiren utansın.
* Mithat Sayar


++++++

MİNİ YORUM
“Pazar sendromu”
Pazarları evde televizyon başında geçirenler için muhteşem bir imkan sunuyor kanallar; haftanın sıkıştırılmış programını bir günde dayıyorlar zihninize. Siz de çalıştığınız, uyuduğunuz, koşturduğunuz, hayata yetişmeye çalıştığınız anlarda, başka bir kesimin nasıl başta akıl olmak üzere bütün insani melekelerinin kaybettirildiğini görüyorsunuz... Tavsiye ederim; haftanın bir “sendrom” günü olacaksa illa Pazar olmalı!

Yazarın Diğer Yazıları