Gazetecilik skandalı
Ermeniler soykırım iddiasından asla vazgeçmeyeceklerini söylediler. Gözlerinin topraklarımızda olduğunu itiraf ettiler. Milliyet ise kin ve intikam dolu bu sözleri “Ermeni halkı barışa hazır” manşetiyle duyurdu
Düşünün ki gazetecisiniz. Türkiye ile Ermenistan arasındaki açılım protokolünün yansımalarını yerinde görmek üzere Erivan’a gittiniz.
Çarşıda, pazarda, sokakta, lokantada konuştuğunuz Ermeniler’den biri “Biz Diyarbekir’in baba evimiz olan tüm o toprakların tekrar bizim olmasını istiyoruz! Diyarbekir Ermenilerin anavatanı!” diyor.
Erivan sokaklarında bir anlamda boyunuzun ölçüsünü alıp (çünkü gezi konseptinize hiç uymuyor duyduklarınız) rotanızı siyasilere çeviriyorsunuz. İşte onlardan birinin, iktidardaki Cumhuriyetçi Parti’nin Sözcüsü Eduard Şarmazanov’un sözleri: “Soykırım bir gerçektir ve tartışılamaz. Hiç kimse bu gerçeği sorgulayamaz. Soykırım dünya insanlarına karşı yapılmış bir suçtur. Zaten protokolde ‘Tarih Komisyonu kurulacak’ diye bir laf yok.”
Devamı var: “Muş, Van, Ağrı Ermeniler için her zaman Batı Ermenistan’dır, nasıl ki hiçbir Yunan için Konstantinopolis İstanbul olamazsa, hiçbir Ermeni için de Batı Ermenistan, Doğu Anadolu olamaz. Ağrı Dağı her zaman Ararat olarak kalacak..”
Ermenilerin ağzından duyduklarınızı özetlemek için nasıl bir manşet atarsınız?
Daha kolay bir soru sorayım: Hangi manşeti atmazsınız?
Milliyet dün en atılmayacak manşeti attı. Erivan’ın nabzını “Ermenistan halkı barışa hazır” manşeti ve “Halk Türkiye ile ilişki kurulmasını heyecanla bekliyor” altbaşlığı ile sundu.
Haberin ara başlıklarına bakıyorsunuz: “Dede topraklarına dönsek”, “Soykırım asla sorgulanamaz”
Bunlar mı barış mesajları?
Muhabir İpek Yezdani. “Böyle mi yapılır gazetecilik” diye başlayacağım söze ama kız sorularını sormuş, cevaplarını almış. ‘Açılımcılar yüzlerini buruşturursa halimiz nice olur’ diye makaslamamış. Herşey ayan beyan ortada. Tespitini yapmış: “Sokaktaki vatandaş için ‘soykırım’ konusu ‘hasır altı edilebilecek’ bir konu değil. Çünkü “soykırım” iddiası, Ermenilerin, yaşamlarının ve var oluşlarının bir parçası. Ermenilerin diğer beklentisi 100 yıl öncesine kadar yaşadıkları topraklara geri dönebilmek. Dedelerinin izini takip ederek Muş’ta, Van’da, Ağrı’da, Kars’ta yaşamanın hayalini kuran çok sayıda Ermeni’yle karşılaştım.”
Önce kasıt olmadığından yola çıkarak soralım:
Ermenistan’dan aktarılan bu fotoğrafa kılık değiştirtip, “Halk barışa hazır” manşetine dönüştüren kim?
İşin muhabirlik kısmında sorun gözükmediğine göre, bu gazetecilik skandalına imza atan editör mü? Eğer öyleyse Milliyet gibi bir gazetenin birinci sayfası, nasıl olur da okuduğunu anlamaktan aciz birine emanet edilebilir?
Hadi editör bu hatayı yaptı. Bu gazetenin Genel Yayın Yönetmeni ne iş yapar? Sedat Ergin kanal kanal gezip ekranda yüzünü eskiteceğine, en azından, manşet haberinin başlığı ile içeriğinin taban tabana zıt olduğunu fark edecek kadar gazetesinin başında dursa ya!
Bu bir tür teknik hataysa, bence ilgili personelin en akla yatkın mazereti “Hasan Cemal’in yazı anonsunu yanlışlıkla manşete kopyalamışız...” olur ki, o zaman “Kandil ulaklarını istihdam etmenin bedeli” der geçeriz...
Ama ya hata değilse? Doğan Grubu’nda, aylardır gündemden kaçma haberleri ile, yandaş medyadan yaptığı transferler ile, AKP’nin AK Parti’ye devşirilmesiyle başlayan “dönüşüm”ün yeni adımıysa. O manşet bilerek, isteyerek, kasten atıldıysa, “Manşetten iktidara göz kırparız, içerde de muhalefetin gönlünü alırız” ucuzluğunda, “ne şiş yansın-ne kabep zihniyeti”nin ürünüyse ... (Hrant Dink’in kızı Delal ile eşzamanlı söyleşi Milliyet’in işini şansa bırakmadığını gösteriyor.)
O zaman yapılacak şey basit. Tıpkı İmralı postacılığına aday olan Hürriyet’in “Türkiye Türklerindir” sloganını özgür bırakması gerektiği gibi, Milliyet de logosundaki “güven” ibaresini terk etmeli. Hatta bu iki gazete en kısa sürede “yer adlarının değiştirilmesi” kapsamında, tavırsızlığın, güce yaranma çabasının, işbirliğinin, mütareke dönemindeki karşılığını oluşturan gazete adlarından kendilerine en yakın hissettiklerini seçebilirler.
++++++
Hedef kitlesiyle buluştu
Yunan Elefterotipiya gazetesi, Sakarya Meydan Muharebesinin yıldönümünde, “Mustafa” filmini armağan etmiş. Cumhuriyetin kurucusundan koca bir hayalkırıklığı yaratmak projesinin, Türkiye’de tutmayacağı belliydi. Belli ki film, asıl hedef kitlesiyle şimdi buluştu. Can Dündar’a önerim İngiliz, Fransız, İtalyan pazarlarına da açılması. Tarihi hazımsızlıkları olanlar, “korkak, zayıf ve yalnız adam” figürüyle kendilerini tatmin ederken, o da hep yaptığını yapar ve cebine doldurur...
++++++
Güldürme kendine
Dünkü yazısına Doğan Grubu’na kesilen vergi cezasının normal olmadığını savunarak başlayan Eser Karakaş, eklemiş: “Ama aynı işadamı sahibi olduğu büyük gazete ve televizyonlara karşın, devletle çok sıkı fıkı iş ilişkilerine girmektedir; bu da normal değildir.”
Eski komünist / yeni patron, eski CHP delegesi / yeni Erdoğan sevdalısı, eski Aydınlıkçı / yeni yandaş medya devi olan işvereniniz Ethem Sancak’ın TMSF ihalesi ile satılan Star gazetesine ortaklık hikayesi ve “şu anda en önemli idolü” olan Başbakan ile kurduğu “sıkı fıkı ilişki” normal mi? ( Sancak’ın AKP’nin iktidar olmasını takiben yaptığı yatırımların listesi cevabı bulmanızı sağlayacaktır.) Veya bir Başbakan’ın damadını medya patronu yapması normal mi?
AKP’nin AİHM yargıçlığına eşiniz Işıl Hanım’ı önermesi için bir menajer gibi kulis yapmanız normal miydi? Tarafsız ve bağımsız kalması gereken bir bilim adamının, sivil darbenin psikolojik cephesinde görev alarak, nesnelliğini, dolayısıyla meşruiyetini kaybettiği halde etik dersi vermeye kalkışması biraz komik olmuyor mu Eser Bey?
++++++
İmralı canisinin posterleri altında verdiği konserlerle tanınan Şivan Perwer, Taraf’tan Neşe Düzel’le söyleşisinde “devletin resmi görüşüyle eğitilen Türk şarkıcıların kendisiyle aynı sahneye çıkacak kadar cesur olmadıklarını” söylemiş. Perwer’e göre Türkiye’nin cesaret timsalleri Gül ve Erdoğan’mış! Perwer cesur bulduğuna göre, Gül ve Erdoğan’ın “devletin resmi görüşü”nün dışında bir eğitimden geçtiklerini düşünüyor olmalı...
++++++
Bizim oğlanların çifte oyunu
ABD’nin “bizim oğlanları” 12 Eylül sürecinde Doğu-Batı ayırmadan tüm halkın üzerine bindi. Etnik ayrımcılığı körükleyecek ne varsa ellerinden geleni yaptılar. ABD’nin diğer “bizim oğlanları” da, bunu fırsat bilip Güneydoğu’da “düşük yoğunluklu savaş”ı başlatıp ülkenin başını belaya soktular.
Çift taraflı oyunu seyrede seyrede geldik bugüne.
Aralarında eski Washington büyükelçileri de bulunan kimi “akil adamları” dinlerseniz, “Kürt açılımının ABD tarafından öngörüldüğüne ilişkin görüşler çok, ama çok yanlış.”
Emekli diplomat-yazar Daver Darende öyle düşünmüyor ama: “Bölge kalkınma ajanslarıyla ulus devlet zayıflatılarak federasyon yapılanmasının hazırlanmakta olduğu bu duyarlı dönemde, ‘Kürt ve Ermeni açılımı’na hız verilmesi bir rastlantı değildir. Kuzey Irak’taki Kürt oluşumuna ve PKK’ye her türlü desteği ve yardımı sağlayan, Kürt yönetimine yeni müttefiki gözüyle bakan ABD, Türkiye’yi parçalamaya yönelik planını uygulamaya başlamıştır. Ülkemiz bir dönüm noktasına doğru hızla yol almaktadır.”
* Işık Kansu / Cumhuriyet
Oğul Gökçek ‘medya patronu’ oluyor
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in, 29 Mart yerel seçimlerinde Ak Parti’den Çankaya Belediye Başkanlığı adaylığı için kulis yapan küçük oğlu Osman Gökçek, kurduğu 4 internet gazetesi ve satın aldığı bir radyo ile medya sektörüne adım atıyor.
Grubun lokomotifi olacak internet portalının adının “Beyaz Gazete” olduğu öğrenildi.
Melih Gökçek, yerel seçimler öncesinde, “Aday gösterilmez veya seçilemezseniz bundan sonra ne yapacaksınız” sorusuna, “Sizinle meslektaş olmayı düşünüyorum. Ben de o zaman medya patronu olurum.” yanıtını vermişti. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin internet sitesinde yer alan “Başkan-Özgeçmiş” bölümündeki bilgilere göre, Gökçek’in Gazi Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Okulu’nu bitirdiği, parlamento muhabirliği ve gazete temsilciliği yaptığı belirtiliyor. Ancak, Gökçek’in hangi gazetede parlamento muhabirliği ve gazete temsilciliği yaptığı belirtilmiyor.
* Serhat Koç / Milliyet
++++++
Rejim bekçilerini eğitene bak!
Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı, Polis Akademisi’nde rejimin bekçisi olan polislerimizi yetiştirmekle görevli akademisyen, Taraf yazarı Önder Aytaç’ın “yapılmasını bir an önce arzuladıkları”nın listesinden maddeler aktarıyoruz:
“ Çubukçu, ilköğretim okullarında ‘Andımız’ın okunmasına son vermelidir. Böylelikle, Kürt çocukları her sabah “Türküm” yalanı ile güne başlamaz. “Ne mutlu Türküm diyene” sözleri ile kendilerini aşağılamaz. Türk çocukları da, küçük yaşlarında “faşizan” söyleme alışmaz.
* Güvenlik güçlerinin bölgede sürdürdüğü operasyonlar durdurulmalıdır.
* Hükümet yetkilileri, konuşmalarına ‘kırmızı çizgileri’ hatırlatmakla başlamamalıdır.
* MEB, Kürtçeyi de; takviyeli İngilizce, Drama, Futbol, Medya Okuması ve Bilişim dersleri gibi, seçmeli ders olarak müfredata yerleştirmelidir.
* Apo’nun İmralı’daki yaşam koşulları; Uluslararası Af Örgütü ve Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’nun standartlarına göre belirlenmeli/ ayarlanmalıdır.
* Dağdakilerin onurları korunarak, bir teslim olma yasası değil, barış yasası çıkarılmalıdır.
* Hem ilk ve ortaöğretimde, hem de üniversitelerde okutulan tarih derslerinin müfredatı değiştirilmelidir. ”
Aytaç’ın arzuları kadar, üslubu da düşündürücü. Yazısına“Başbakan hem kendisinin hem de AK Parti’nin politik geleceğini riske atıyorsa, biz de faşistin, ulusalcının, Ergenekoncunun, muvazzafın ve solcu eskisinin, sataşmasını göze alıp, hem onu ayakta alkışlıyoruz, hem de aşağıdakilerin bir an önce yapılmasını arzuluyoruz” diye başlamış. Başbakan’ı kafakola almak gayreti yanında kendisinden olmayanları peşin peşin “Ergenekoncu”, yani “müebbet ile yargılanmaya aday terörist” göstererek etki törpüleme çabası seziyoruz. “Çift başlı yılan” işlevine sahip satırları. En azından öyle olmasını umduğunu
düşünüyoruz.
Mesela biz bu yazıyı yazan, basan, yayanlar olarak ilk cadı avında sobelenmek üzere, “faşist, ulusalcı, Ergenekoncu, muvazzaf ve solcu eskisi” listesinden geçmişimize, konumumuza, savunduklarımıza en uygun “yafta” hangisiyle onunla işaretlendik bile.
Aklımzdan zorumuz olduğu için değil, hiçbirşey yapamasak da şu fani ömrümüzde, devletin kimlerin eline geçirildiğini görmenizi sağlamaya küçücük bir katkımız olacak diye...
Bakalım rejimimiz ve bekçileri daha ne kadar Atatürk’ün “Ne Mutlu Türk’üm diyene” ifadesini hakaret sayanlara mahkum olacak?
++++++
MİNİ YORUM
Böcekler
Anadolu yakasında bir alışverş merkezi böceklerin bin defa büyütülmüş maketlerinden oluşan bir sergiyi bu hafta boyunca İstanbullularla buluşturuyormuş. “Böcek”leri bir araştırma hatta ilgi alanı yapmış insanlar tanıdım. Sergiyi gezmek de, böcek eksperlerini de izlemek keyifli olacaktır eminim. Yalnız davet metnindeki “Türkiye’de ilk defa” vurgusuna takıldım... Eğer keneler, akrepler ve bilimum asalak ile haşerat böcek sınıfından sayılıyorsa biz ülke olarak varolduğumuz günden beri onları gerçek değerlerinden bin misli yüksek algılayıp başımızın üstünde taşıyoruz zaten...