Fırtınayım… Siyasal İslam ve Ümmetçilik…

Fırtınayım; ezberleri hortum edip göklere atan sonra ötelere berilere fırlatan…

Fırtınayım binayı Tanrı'ya adayıp Tanrı'yı binada arayanlara.

Kutsallığın esir kampı, kaçıp kurtulmanın en zor olduğu kamptır. Çünkü kafalarda kurulmuştur. Ben bunları o kamptan, o en iyi korunan kafa kampından atacak fırtınayım.

Fırtınayım nedenim benim, sonucum benden, fermanım kendi elimde.

Fırtınayım serserice, rastgele değil, bilinçle esen.

Fırtınayım iyi, doğru ve güzele dokunmayan, özgürlüğü ve özgür düşünmeyi sevenleri seven, onların gönlünce de esen.

Fırtınayım Uzak Asya'dan esiyorum Anadolu'ya doğru, çok iddialı ve güçlüyüm.

Fırtınayım tempom Şaman davulundan, fırtınayım kımızla esrik, fırtınayım Türkçe ateşlerini canlandıran.

Ülkem Kızılca Gün'de, gelin Seymen Alayları düzelim Şamanlık geleneklerince… Gelin benim gibi fırtına olun gelin.

Gelmiyor musunuz? O zaman karşı gelin hadi… Gelin de durdurun beni, daha güçlü fırtınalarınız ya da benim yıkamayacağım korunaklarınız varsa.

Gelin hadi, siz fırtına kuşları kadar bile dayanamazsınız. Yıkacağım yobazlık saltanatlarınızı!

SİYASAL İSLAM VE ÜMMETÇİLİK

Bir "Siyasi ümmetçilik" ve 'Siyasal İslam" söylemidir gidiyor. "Siyasi Ümmetçiliği" bir tarihte Atsız demişti, o günden bu yana, papağan gibi yineleyip dururlar birileri...

Yahu, siyasi olmayan ümmetçilik var mı ki? Olduğunu varsayalım, siyasi olmayan ümmetçilik iyi midir ki? Bunu sorgulayın, kendinizi sorgulayın. Karşı taraftakiler "Her Müslüman ümmetçidir, Müslümansan zaten ümmetçi olmak zorundasın" deyip kestirip atıyorlar. Sen siyasal olan ya da olmayan ayrımına gidip kendini ve çevreni kandırıyorsun.

Gelelim "Siyasal İslam"a… Hayatın her alanına karıştı tarih boyunca; bireysel boyutta kalmadı bu karışma; onu aştı, devlet ve iktidar oldu, yönetti ya da yönetenlere ayar ve onay verdi. Bugün de bunu açıkça dillendirip, "Şeriat düzeni dışındaki bütün düzenler necistir" diyenler ya da en azından "cami merkezli bir hayat", isteyenler var. Bu anlayış ve uygulama; bizi bilimden, sanattan, sanayiden ve teknikten uzak tuttu. Avrupa rönesansı, reformu, aydınlanmayı, sanayi devrimini yaşadı, biz karanlıklar içinde debelenip durduk. Atatürk, laikliği işte bunun için getirdi. Ve işte bundan dolayı Atatürk laikliği, "Din ve dünya işlerinin ayrılması" esasına dayanır. Bunu çarpıtıp, saptırıp "Din ve devlet işlerinin ayrılması"na ya da "Din özgürlüğü"ne çeviremezsin, çevirirsen o Atatürk Laikliği olmaz, ucube bir şey olur. Zaten dinbaz çevrelerle bizim en temel ayrılığımız da budur. Din, dünya işlerinden çekilecek, bireysel olacak. Birey dindar olabilir, olursa özgürce ibadet eder ve dinini öğrenir. Bu öğrenim ailede ve dinsel kurumlarda olur, devlet okullarında din öğretilmez.

Din, devleti yönetmeye, insanların yaşam alanlarına müdahale edip belirleyici olmaya da kalkışamaz…

Ve eğer Türk Milliyetçisi isen, Atatürk Laikliği'ni ödünsüz savunmak zorundasın, yoksa devekuşu gibi olursun, ne deve ne kuş yani; hem ümmetçi, hem İslamcı, hem de milliyetçi olunmaz. Dinsel egemenliğin olduğu yerde millet ve milliyetçilik olmaz, yaşamaz, (daha fazla ayrıntı isteyenler, Kartal Gözüyle Milliyetçilik ve Kartal Gözüyle Laiklik adlı kitaplarımı okuyabilirler.)

Yazarın Diğer Yazıları