Filmin adı 'Kirli tezgah'!
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye suikast düzenlemeyi planlıyormuş DHKP-C!
“Tasfiye” yani!
İyi de, ben bir yerden hatırlıyorum bu iddiayı sanki... “Kısa süre önce Taraf’ta bir çocuk yazmıştı” diyor MHP Genel Sekreteri Cihan Paçacı konuşurken... Sahi, Mehmet Baransu, “MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye yönelik bir suikast olacak” hatta “Bahçeli sonrasının dizayn çalışmaları dahi yapıldı” diye yazmıştı geçenlerde değil mi?!
“Ergenekon’un AKP’den kurtulma çalışmalarının ilk ayağı olan, Baykal’ı göndererek yerine Kılıçdaroğlu’nu getirme projesi referandum başarısızlığıyla çökünce, örgüt bu kez şansını MHP’de deneyecekti. Partiyi ele geçirmek için de ilk iş Bahçeli’den kurtulacaktı. Parti içindeki darbe çalışması sürerken, eşzamanlı olarak Dağlıca türü ” şike baskınlarla “ da şehit cenazesi sayısı artırılacaktı. AKP milliyetçi tepki oylarıyla çökertilecekti. Ha bu arada Hizbullah da, sırf ” AKP katilleri saldı “ denilsin diye yeniden çatışmaya sokulacaktı!” vs.
“Minareyi çalan kılıfını hazırlar” derler ya, seçim öncesi “AKP’nin olası bir mağlubiyeti” nin altını dolduranlarınki de o hesap... Muhalefetin yapması gerekirken, korku hangi dağları sardıysa artık şimdiden meşruiyetini sorgulatacaklar sandığın... Olmamış seçime illegal gölge biçiyorlar!
Da... Başka bir yerden daha kalmış aklımda şu “Bahçeli’den kurtulma operasyonu!” hadisesi.
İpucunu Paçacı veriyor yine; “Tabii onlar ” Ergenekon “u ima ediyorlar ama...”
Hıh işte, Ümraniye iddianamesi!
Orada yok muydu zaten Baransu’nun “çok yakında bu sinemada” havasında ilan ettiği filmin senaryosu, yönetmeni, figüranlarının tam listesi!
İddianamenin en çarpıcı ‘sahne’si
Gerçek şu ki dün okuduğunuz haberler Ümraniye Davası’nın birinci ve ikinci iddianamelerinin güne uyarlanmış sunumundan başka bir şey değil aslında!
Deniz Baykal ve Devlet Bahçeli’ye “operasyon” iddialarının “Siyasi Partiler” başlığı altında yapılandırılan omurgası şuydu:
“Ergenekon, CHP ve MHP yönetimini değiştirme çabasında!”
Dün gazetelerde suikastı yapacak örgüt olarak yer alan DHKP-C de, tesadüfe bakın “anahtar sözcük”lerden biriydi binlerce sayfalık iddia metninde. Soruşturmayı yürütenlerin savı, “DHKP-C’yi Ergenekon kurdu” biçimindeydi.
Bir nevi “bizim çocuklar” şekli yani!
Her faile bir suç devri
Bir hukuk devleti, sanıkları işledikleri suçlardan değil de işlemeyi düşündükleri suçlardan ötürü yargılayan garabet tezgaha teslim olursa böyle oluyor demek ki:
Suçun failini aramak yerine, evvelce belirlenmiş faillerin, evvelce ilan edilmiş zaman, mekan ve koşullarda gerçekleştirecekleri suçun oluşmasını bekliyor yargı dahil, güvenlik güçleri dahil bütün “sorumlu” kurumlar elim elim üstünde!
Daha önce de oldu malum; bütün yetkili, ilgililerin suikasta uğrayacağı ihbarını aldığı kişi, teslim olup sonra da Türk bayrağının önünde gururla poz vermek üzere(!) tetik çekenlerce öldürtüldü. Hem de güpegündüz sokak ortasında; sırf önceden tayin edilen “katil” i herkes görebilsin diye!
Kimsenin aklına gelmesin diye bakmak perdenin arkasında gizlenen zemin döşeyiciye!
Şimdi de suç, -Allah korusun- oluşursa, her şey çok güzel olacak(!); bir tek düğmeye basarak, filmi geri sararak tıkır tıkır aydınlatacaklar karanlıkları!
- Suikastı kim yaptı?
- DHKP-C!
- DHKP-C kimdi?
- Ergenekon’un taşeronu!
- Neden yaptı?
- MHP’yi ele geçirmek için!
- Deliller mevcutlu olduğuna göre taşlar yerine oturdu mu?
- Oturdu!
İyi de Ergenekon ne yapacak MHP’yi ele geçirince?
AKP’den kurtulacakmış!
Yahu ne gerek bunca zahmete, kan dökmeye, bıraksa MHP’yi kendi haline, zaten Bahçeli’nin ifadesiyle çökmeyecek mi “bozkurtun nefesi iktidarın ensesine” !
Hay bin komplocu kafa deyip vurmak istiyorum başımı duvarlara ama...
Zemini önceden hazırlanan suikastlar yüzünden, dönüp dönüp “katil devlet”, “katil milliyetçi”, “faşist katil” ilan edilmedik mi sıkça son yıllarda!
MHP’siz meclis esarettir
007’liğe soyunduk ya bir kere, telefon telefon üstüne, kulağımla ahize bir bütün oldu dün gün boyu.. Önce Cihan Paçacı, sonra Genel Başkan Yardımcıları Metin Çobanoğlu ve Prof. Dr. Semih Yalçın... Sonra suikastın diğer hedefi Grup Başkanvekili Oktay Vural!
Oktay Bey “biraz daha beklemek istiyorum” dedi tam adını koymadan önce olup bitenin. Diğer MHP yöneticileri, tarihi önemdeki seçim öncesi, MHP’nin stratejik önemini anlattılar bölünmemiş bir Türkiye’nin idamesinde!
MHP Genel Başkanı Bahçeli, partisinin geçtiğimiz hafta sonu Antalya’da düzenlediği Akademisyenler Çalıştayı’nda bütün mevzuyu özetledi aslında.
Dünden bugüne Türkiye’yi yeniden tanzim etmek isteyen herkesin hep aynı iki kavramı “İslam” ve “Türklüğü” , “din” ve “milliyet” i tasfiye etmeyi denediğini... Milli Siyaset Belgesi’nde “ırkçılığın” iç tehdit olmasının tesadüf olmadığını... 1980’de “Hangi seçim sistemi uygulanırsa MHP dışarıda kalır” diyen anlayışla bugün “Başkanlık sistemi” öneren kafa arasında fark olmadığını anlattı.
En önemlisi “iktidara gelmek isteyen bir siyasi parti lideri” olarak değil “iktidara gelerek Türkiye’yi kurtarmak isteyen bir siyasi parti lideri” olarak konuştu Bahçeli. Seçim yarışına değil, seferberlik çağrısına destek istedi bilim ve fikir adamlarından!
Ve “MHP’siz meclis” i tanımladı:
“MHP’siz meclis, milli iradenin ABD-AB-İmralı ittifakına esir edilmesidir!”
Oyunu gördüm; bozuyorum
Kendisini bekleyen “tehlikeyi” gördüğü açıktı MHP Genel Başkanı’nın...
Da, kendisini bekleyen tehlikeyi gören diğer siyasilerin yaptığını yapıp soluğu Brüksel’de almadı ne hikmetse!
3 derece soğukta, Burdur’un Bağsaray’ındaki köylülere değil de ABD’de bir “think-thank” kuruluşuna anlatıyor olsaydı görüşlerini her şey bambaşka olurdu belki...
Ama o tuttu “oyunu gördüm” dedi...
“Sen misin benim alnımın secdeye değmediğini ileri süren, Anı’da, Alparslan’ın fetih namazını kıldığı yerde, dualarla başlarım ben de Anadolu’yla kucaklaşmaya...”
“Sen misin Ankara’dan çıkmıyor diyen, senden olmayan belediyelerin ödeneksizlikten harap olmuş mıcırlı yollarını aşarım kilometrelerce, en ücra köşelerinde memleketin...” dedi.
“Sen misin Atatürk’ü ” suç delili “ yapan; başımın üstünde taşırım gittiğim, konuştuğum her yerde...”
“Sen misin ” eş bayrak “ diye paçavraya göz kırpan, gönderdeki de, minarelerin alemlerindeki de ay yıldız değil mi, ikisine de kalkan olurum ben de...”
“Sen misin temel atmaya kaptırıp kendini, II. Cumhuriyeti de hayali tesislerin gibi törenle hizmete sokmaya çalışan, ben de son kalesiyim cumhuriyetin hadi yık yıkabilirsen...” dedi.
Anlayacağınız tam “ılımlı milliyetçlik” lazım gelirken açılımcıbaşılara; “kirli tezgahına lazımlık arayanlar başka kapıya” diye çarpıverdi en ılıştırılmamış tokadını Türk Milliyetçiliği’nin suratlarına!
Okyanus ötesinden fetvaya ambargo uygularken de.... Parti rozetini taktığı isimleri seçerken de... Kapısını araladığı ve kapattığı isimleri belirlerken de hep buydu mesajı: Oyunu gördüm!
“Bağımsız ülkücü” ucubesi yaratıldığında da, şimdi “Sorosçu-Kürtçü-2. Cumhuriyetçi ülkücü” çeşnisi hazırlanırken de Taraf’ın mutfağında aynı mesajı veriyor: Oyunu görüyorum!
Eş dönüşüm başkanı rahatsız
Sanki “Vay sen misin bana kast eden” diyerek katılsaydı eğer yandaşların öncülüğünde yürütülen linç ittifakına... Mesela “Hayır” değil de “Evet” deseydi yargıyı “kendi varlığına kast edenleri ezecek bir balyoz” a dönüştürmek üzere o da... Bambaşka bir güçler dengesi belirleyici olabilirdi siyasi hayatımızda.
Şaka değil, hamasi söylem deyip kulak tıkayanlara bakmayın, masal değil dönüşüyor dünya, dönüşüyor toplum, dönüşüyor insan; değerleri ve sınırlarıyla!
Balkanlar’dan başlayarak, Kafkaslar, Orta Doğu ve Orta Asya’ya uzanan coğrayfayaya bir bakın...
Etnik özellikleri birer ayraç gibi kullarak, millet olma kabiliyetini yok ederek, milli/ulus devlet yapısını tahrip ederek, egemenliklerin ABD/AB’ye devir teslim anlaşmalarını imzaya açarak, milli iradeyle, fonla besili sürülerin iradesini değiş tokuş ederek, “bütün” leri parçalayıp, dokularının uyuşması ihtimal dahilinde olmayanları “çıkar” zamkıyla aynı cephede tutarak, barış için silahlandırarak, demokrasi için işgal ederek dönüşüyor dünya... Özgürlük için emperyalizmin sponsorluğunda “darbe” yapmak son moda!
Dönüşen dünyanın başta petrol, “yarını” demek olan enerji kaynaklarını ilelebet ABD’nin can simidi kılmak için Türkiye’nin de “eş dönüşüm” den geçmesi lazım... Eşdönüşüm başkanlarının koltuğunun sallanmaması, sallanırsa yerine yenisinin ikamesi lazım!
İşte o koltuğa raptiyeler dizen bir siyasi figürün canhıraş çırpınışını izliyoruz aylardır.
“Yok artık” diyoruz kimi zaman; bu topa da girilmez mi! Ama şimdi şimdi ortaya çıkıyor ki pasın geldiği yere bakıyor MHP! Alacağı üç puanın kimin hanesine yazılacağına!
Baksanıza Mısır’da yaşanan karşısındaki tavrına:
“Halkın umut ve beklentisi kullanılarak, halk eliyle yaptırılan ABD darbesine alkış tutmam!”
Bütün bu süreci “Türkiye’de iç çatışmayı önleme gayreti” olarak yorumluyor Cihan Paçacı... Ve ona göre “suikast” ın hedefi, MHP’yi önlemeye çalıştığı kavganın tam göbeğine çekmek olabilir pekala.
Nasıl mı?
Mesela “etnik kimliği özenle seçilmiş bir tetikçi üzerinden!”
Bütün kamplaşmalar, kutuplaşmalar, çatışmalar “katil” in kimliği paralelinde dizayn edilmedi mi 1980 öncesinden bugüne Türkiye’de!
***
Velhasıl... “Tezgah” dedikleri böyle bir mekanizma işte; ilmek ilmek dokutuyor her bir motifi tezgahçıya! Failleri belli... İddianamesi hazır... cumhuriyet devleti için ise milliyetçiler oldukça umut vardır; çünkü “kale” ler her daim korunaklı mekanlardır!
O ev ya Ahmet Altan’ın oğlunun olmasaydı....
Defne Joy Foster, Taraf gazetesinin kurucusu Ahmet Altan’ın oğlu Kerem Altan’ın değil de bir başkasının evinde hayatını kaybetseydi... Diyelim ki Hürriyet’in bir yazarının evinde yaşansaydı bu tatsız hadise. Hatta bırakın bir gazeteciyi, bir yazarı, onların bir yakınının, tanıdığının, akrabasının başına gelseydi aynı süreç.
Ertesi gün, bu haberi Taraf’ın nasıl vereceğini düşünüyor musunuz?
Muhalif bir gazetecinin evinde olsaydı ’Ergenekon öldürdü’ imasından tabii ki kaçınmayacaklardı.
Doğan Grubu’nda çalışan biri olsaydı ’CHP-Doğan-Ergenekon’ bağlantısı üzerine bir teori attıracaklardı. Mutlaka Mehmet Baransu bu konuyla ilgili bir belge bile bulurdu; çöp kutusundan, hayal gücünden ya da bavuldan çıkan.
Kerem Altan’ın müdür olarak bir köşesinde oturduğu Taraf yazıişleri bu haberi nasıl iddialı bir manşetle büyütürdü.
Taraf’ın peşine takılan diğer gazeteler, yandaş basının tetikçileri de bu yoldan ilerleyip bir karalama kampanyasına başlardı.
Eğlenmek için dışarı çıkılmış masum bir gece bir anda Türkiye’nin zihnine bağlamından çok farklı bir şekilde kazınmaya çalışılırdı.
Bu gazete NTV santralinin Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düşürdüğünü haber yaptı, bunun da bir koca gün boyunca arkasında durdu. Ahmet Altan bu haberi savunan yazı yazdı!
Yasemin Çongar NTV’nin canlı yayınına çıkıp ’Belki birileri santralinizi kullanmıştır’ dedi.
Bunu düşünen, kafası böyle çalışan bir gazete böylesi bir olay bir başkasının başına gelseydi nasıl davranırdı?
Diyelim ki benim evimde hayatını kaybetseydi Defne Joy Foster... Nelerle uğraşacağımı, ömrümden kaç sene geçeceğini düşünemiyorum bile.
Dün, Cemaat’çi ve dinci militan sitelere baktım. Daha ölüm sebebi açıklanmadan, otopsi yapılmadan hemen ferman verilmiş: ’Alkol yüzünden öldü!’ Bir site ilerleyen günlerin de habercisiydi adeta: ’Bu ölüm yüzünden Altan ailesinin başı çok ağrıyacak.’ Nedir bu örtülü tehdit mi?
Merkez medya ise Altan adını karıştırmamak için büyük bir özen gösteriyor. Televizyon kanalları ’ev sahibi’diye gizliyor Kerem Altan’ın adını.
Telefon diplomasisiyle dünden beri ’Aman ne olur Altan’lar üzerine haber yapmayın’ telkinleri geliyor.
Altan ailesi haklı olarak bu ölümün şokunu, kendi soyadlarının böylesi bir olaya karıştırılmasının şokunu yaşıyor dünden beri. Yapılan haberlerden de rahatsızlar.
Ama biraz da ittifak yaptıkları dinci ve Cemaat’çilerin gerçek yüzünü görsünler. Yoldaşlarını tanısınlar. Kendi başlarına gelene kadar başkalarını asan, yargısız infazla manşetlerde hedef gösteren, yalan haberlerle insanları intihara sürükleyen bu çarpık medyayla hiçbir sorunları yoktu.
Mehmet Altan, albayı intihara sürükleyen manşeti atan gazetenin başyazarı hala...
Yeğenini ölüm haberinin merkezine oturtan Cemaat medyasında programlar yapıyor. Şimdi akılları başlarına gelir mi dersiniz?
Bu aile hep geç uyanıyor. Ne zaman ki kendi başlarına tatsız bir olay geliyor, o zaman isyan etmeye ve hak aramaya başlıyorlar. Çünkü bütün hesapları kişisel.
Hükümetle aralarının bozulması da öyle... Ahmet Altan’a dava açılmasaydı dededen toruna hep bir ağızdan kükrerler miydi? Nerede... Söz konusu Kerem Altan olmasaydı Taraf bu haberi nasıl verirdi? İşin sırrı bu soruda gizli işte.
Oray Eğin / Akşam
Bazı bazı...
Engin Balım Google’a “bazı” yazmış ve bakın neler çıkmış karşısına: “Bazı kanun maddelerinin bazı fıkralarının değiştirilmesi hakkındaki... Kooperatif kanunundaki bazı maddelerin değiştirilmesi yönündeki değişiklik tasarısının görüşülmesi...” Başka “bazı” maddelerle devam eden liste için şu yorumda bulunuyor: “Kısaca hükümetimiz, torba yasa morba yasa derken bazı günlerin, bazı gecenin ilerleyen saatlerinde, bizler sıcak yataklarımızda bazı rüyalar görürken bazı milletvekillerimizin kanun önerileri yoluyla bazı bazı yaşamımıza etki eden bazı hamlelerde bulunuyorlar.” Bir de Google’da “bazı” zamanlarda, “bazı” basit sözcüklerle yaptığımız keyfe keder aramaların bile “Adalet sistemimizin çürümüşlüğünün resmi ortaya dökmeye yettiğini” ekliyor yorumuna.