Fani zaman kıyameti

Zemin, zemin değil.

Temel, temel değil.

Bina, bina değil.

Kolon, kolon değil.

Demir, demir değil.

Beton, beton değil.

Yol, yol değil.

Köprü, köprü değil.

Belediye, belediye değil.

Hastane, hastane değil.

Arama, arama değil.

Kurtarma, kurtarma değil.

Yardım, yardım değil.

Çadır, çadır değil.

Konteyner, konteyner değil.

İnsanı yaşatmak üzere tesis/tahsis edilen ne varsa, hepsi derme çatma.

Hepsi "-mış gibi."

Üstyapı çöktü.

Altyapı taştı.

Olması gerektiği gibi olan hiçbir şey yok!

An oldu; hepimiz buradaydık, gördük, duyduk; insan sıfatı olan kimileri, insan değil!

Ve, bir kere daha en ağır şekilde ödüyoruz bedelini.

Adıyaman''dan, Hatay''dan, Şanlıurfa''dan gelen görüntülerle bir kere daha görüyoruz; iş bilmezliğin, dostlar işte görsüncülüğün, gelişigüzelliğin, makyajla göz boyamacılığın, sokma akıl, olmayan fikir, iliştirilmiş vicdanla yola çıkmanın neticelerini.

*

Ovalara, dere yataklarına kurulduğu için çöken binalardan kurtardıkları(!) depremzedeleri, dere yataklarına, havzalara kurdukları çadır kentlere yerleştirmişler; enkazdan çıktılar, sele kapıldılar!

Denemesi bedava, üç, dört, beş yaşında çocukların önüne renk renk, çeşit çeşit, boy boy lego parçaları koyun; yüzlerce, hatta binlerce parça olsun. Ve deyin ki onlara; bunlardan bir yaşam alanı oluşturacaksınız diğer oyuncaklarınıza. O çocuklar bile önce yapılarını sabitleyecekleri bir zemin ararlar, temel parçalarını o zemine takarlar! Çocuğun akıl ettiğini etmemişler; konteynerler yüzüyordu dün sokaklarda!

Su basmış çadırların önünde bir meçhulü bekliyor kadınlar; kimi eşini, kimi kardeşini, kimi çocuklarını, torunlarını kaybetmişler aileleri yok, evleri yok, eşyaları yok, işleri yok, gelirleri yok, hasbel kader bir çadıra sığınmışlar, artık sığındıkları o çadır da yok; yağmur çok, soğuk çok.

Umut yok.

Çünkü kimi arasalar, kimi çağırsalar aynı cevabı almışlar:

Yapacak bir şey yok!

İçinde bulundukları trajedi platosunun en yetkili ağızlarından, kendileri için yapılabilecek hiçbir şey olmadığını duymuş insanlar, neye nasıl bel bağlayıp, hangi inançla, hangi güzel günün, hangi mutluluğun, hangi refahın ümidiyle, neye tutunup da, nasıl yaşayacaklar?

Biz nasıl yaşayacağız, onların yaşamayışını izleye izleye!

*

Türlü sancısı dindirilmeyi, türlü yarası sarılmayı bekleyen insanlarla, ağzına kadar, tıka basa dolu hastaneler sular altında; hastalar kanalizasyonla karışmamış olma ihtimali bulunmayan suların ortasında, okyanusta küçük bir dal parçasına tutunmuş gibi duruyorlar bir başlarına…

Çoğu için artık enfeksiyon "ihtimal" değil kaçınılmaz son…

*

Acıyı dindirecek hiçbir aracın kalmadığı bir ortamda katlanarak artan acılarla sınanıyorlar! Sınanıyoruz!

*

Hopkins''e ''korkut korkutabildiğin kadar'' diye bir film sipariş etseler, günlerdir izlediğimiz sahneleri çekemezdi.

Spielberg''e açık çek verseler, gerçekten kopabildiğin kadar kop, her türlü "olmaz" serbest, bu yapayalnız ülkenin "gerçeklerinin" yamacına yaklaşamazdı en gerçeküstü senaryoyla bile!

*

Bir yeryüzü cehennemine döndü cennet dediğimiz ülke.

Yaşadığımız şey bir fani zaman kıyameti.

Afet değil artık sanki lanet!

"Bunu hak edecek ne yaptık" diye düşünmeden edemiyor insan.

Her neyse Allah''ım bizi affet!

Uğradığımız bunca kötülüğün bir sebebi olmalı…

Bir mesajı…

Çıkarmamız gereken bir ders…

Varmamız gereken sonuç…

Bir mana…

Böylesi bir kırımdan kurtulanlar olarak yaşadıklarımızdan öğrenmemiz gereken birşeyler olmalı; gelecek nesillere aktarmamız gereken öğütler…

Onlar her neyse, Allah''ım, tez zamanda idrakını ihsan et!

Dünya fani, elbet öleceğiz ama Allah korkusunu kaybetmiş bir güruhun dünya saltanatı uğruna ziyan olarak gömülmeyelim tarihe!

Yazarın Diğer Yazıları