Faizler artmalı mı?

Dünyada, Merkez Bankalarının bankası olarak bilinen Uluslararası Takas Bankası (BİS), “enflasyonist baskıları azaltmak ve finans istikrarı için faizlerin artırılmasını” istedi. Avrupa Merkez Bankası (ECU) ise faiz artırmaya karar verdi. Bizde de, faizlerin artmasını ve tersini isteyenler var. Örneğin, Başbakan sıfır reel faiz diyor... Merkez Bankası Para Politikası Kurulu, geçen hafta “faizlerin düşük düzeylerde kalıcı olmasını sağlayarak, toplumsal refahın genişletilmesi yoluna gidilecektir” şeklinde açıklama yapmıştır. Bazı uzmanlar ve bankacılar da faizlerin artırılmasını istiyor.
ABD ve Avrupa’da nominal faizler, enflasyonun altındadır. Yani eksi reel faiz var demektir. Türkiye’de ortalama mevduat ve hazine bonosu faizleri yüzde 9 dolayındadır. 2011yıl sonu enflasyon beklentisi ise yüzde 7’dir. Bu demektir ki, arada yüzde 2 puan fark var. Yani enflasyon yüzde 7 olarak gerçekleşirse, 2011 yılı reel faiz oranı yüzde 1.87 olur. Faiz politikası, ekonomide amaca göre değişir. Ancak en baştan söylemek gerekir ki, eğer agresif oranlarda olmaz ise hiçbir ekonomide tek başına faiz politikası, istenen amacı sağlayamaz.
Faiz politikası, para, maliye ve diğer iktisat politikaları ile birlikte etkili olabilir. Yoksa tek başına faizleri artırmak veya düşük tutmanın etkileri de sınırlı olur. Agresif artış ve düşüşler ise istikrarı daha çok bozar. Türkiye bunu çok yaşadı. Faiz artarsa ne olur? Sıcak para girişi hızlanır... Özellikle gelişmiş ülkelerde reel faiz sıfır iken bizde faizler artarsa, sıcak para için cazip bir ortam oluşmuş olur. Hem faizler, hem de kurlar artarsa, sıcak para için bu cazibe kaybolur. Bir yabancı iktisatçı “MB faizi artırmalı. Sıcak parayı önlemek için de agresif bir şekilde döviz piyasasına müdahale etmeli” diyor.
Ne var ki, faizi hızlı artırmak ve dövize agresif müdahale, benim düşünceme göre Türkiye’de kriz nedeni olur... Hızlı kur artışı, özel sektörün ve bankaların kısa vadeli borçları için risktir. Daha önemlisi, ithal aramalı ve hammaddeye bağımlı olan sanayi üretiminin düşmesi demektir. Sonuçta büyüme oranı da düşer. Ayrıca, ithal aramalı ve hammadde fiyatlarının artması, üretim maliyetlerini artırır... Bu da fiyatlara yansır. Enflasyon artar. Yine sıcak paraya ani müdahale de, 2011 birinci çeyrekte Gayri Safi Yurt İçi Hasılamızın yüzde 12’sine ulaşan cari açığın finansmanı zorlaşır.
Kaldı ki, dövize agresif müdahale araçlarımız yoktur. Örneğin MB döviz rezervi yetersizdir. MB, döviz alımını çok fazla artırırsa, bu defa para genişlemesi enflasyonist baskı yapar. Sıcak para için, vergi veya MB’na karşılık ayrılması düşünülebilir... Ne var ki bu vergi ancak sıcak parayı tespit etmek için, binde birler düzeyinde olabilir... Veya en fazla yüzde 5 karşılık alınabilir. Daha yüksek vergi ve karşılık, kısa dönemde sıcak paranın hızlı çıkışına yol açar.
Yapılması gereken, faiz ve kur politikasını, bir veya iki yıllık bir geçiş süreci içine yaymaktır. Bu süreç içinde reel faizlerin artması, dünyada da artacağı için, sıcak para için Türkiye’nin cazibesini azaltır. Ayrıca, yatırımlar için sübvansiyonlu kredi uygulaması da yapılabilir. İki yıllık bir geçiş süreci içinde yerli aramalı ve hammadde üretimi teşvik edilirse ve aynı anda kur dengesi sağlanırsa, ki bu denge bu gün için MB reel kur endeksine göre 1.90 kuruştur, cari açık da azalır. Kurların tedrici artışı sürecinde sıcak para girişi de azalır. Bu süreçte dalgalı kur politikasını da değiştirip, kontrollü kur sistemine geçerek, ülkenin rekabet gücünü artırmak gerekir.

Yazarın Diğer Yazıları