Ey riskçiler, siz kumarcı mısınız?

Terörist Apo ve Bülent Arınç, “Risk almalısınız” diyor. Beyler, devlet idare ediyorsunuz, kumar oynamıyorsunuz. Ayrıca Öcalan: “Çabuk olun, Ergenekon zihniyeti her şeyi bitirir” diyor. İnsan kulaklarına inanamıyor

Abdullah Öcalan yakalandığı zaman, hatırlıyorum, şehit anneleri bayram etmiş, birbirlerine telefonlarla haber vermişlerdi. Şehit annelerinin esamisi, sadece oğullarının cenazesinde mi okunacak?
“Ergenekon zihniyetinin bitireceği söylenilen herşey nedir? Ortaklığı mı bozar, kırmızı çizgiler mi, çizer, “etnik” uygulamaların ülkeyi iç savaşa götüreceğini mi söyler, bu konuda endişeli midir? Gene de DTP’nin şişman kızları kadar kaba olamazlar. Meselâ:
“Bu halk senin kafanı keser” demezler Başbakana:
Bu kumar iyi bir kumar değil beyler; bence oynamasanız daha iyi edersiniz. Riski başka şeylerde alın, Türkiyeyle oynamayın.
Bu düşüncelerle bahçede gezerken her şeyin kurumakta olduğunu farkettim. Önce domatesler kurudu. Oktay Akbal’ın “Önce Ekmekler Bozuldu” adlı bir kitabı vardır ya, o hesap.
Herkes yakınıyor domatesler kurudu diye, sebebini bulmaya çalışıyorlar. Benim de aklıma Yusuf (AS) kıssası geliyor.
Hani zindana atılmıştı da orada yedi yıl kıtlık olacağını haber verdiği bir rüya tabiri yapmıştı. Ondan sonra da Mısır’a sultan olmuştu.
Önce kuyu, sonra zindan... Başı kesilen Yahya Peygamber; testereyle biçilen Zekeriya (AS). Taif’te taşlanan Peygamber Efendimiz. İnanmadıklarını yapmaktansa zindanda kalmayı tercih eden İmam Rabbani Hz.
Geleceğe, servet biriktirenler değil, inançları uğruna çile çekenler damga vuruyor.
İkiz yasalar denilen ve belediyelere sınırsız imkânlar tanıyan yasalar 15 Ağustos’ta ABD’de imzalanmış. Eruh baskını 15 Ağustos’ta oluyor, Öcalan’ın son açıklamaları da 15 Ağustos’a bekleniyor. Siz bizim 30 Ağustos zaferimizle alay mı ediyorsunuz?
Bugünlerde Anafartalar zaferimiz de
var, unutmayın, Ağustos Türk milletinin zaferler ayıdır.
Afet Ilgaz / Milli Gazete

+++

Türkiye bölünüyor, görmüyor musunuz?
Aslında ben de size ”açılım“ yazısı yazmak istiyorum. Ama ”açılım“ın ne olduğunu bilmiyorum bir tek...
Olsun...
Nasıl olsa ”açılımın“ ne olduğunu bilmeden, herkesin bir fikri var. İktidar dalkavukları televizyonlarda açılımın ”iyi bir şey“ olduğunu söylüyorlar. Sadece ”açılımın“ne olduğunu onlar da bilmiyorlar...
Bir teki bilseydi, size
söylerdi.
Dün Başbakan iki saat konuştu ”açılım“ üzerine, ama açılımın ne olduğunu-içeriğini yine de söylemedi.
Neden?..
Bir Başbakan ”açılım“ der de, onun ne olduğunu niçin söyleyemez?..
Bakın:
Türkiye için devletin otuz yıldır belirlediği iki iç tehdit
vardır.
Birincisi; irtica...
İkincisi; bölücülük...
Anayasa Mahkemesi, iktidarın ”irticai faaliyetlerin merkezi“ olduğuna karar verdiğine göre...
Birincisi iktidardadır...
Ve birincisi, ikincisini yanına çekiyor...
Çünkü; bu ikisini bir araya getiren unsur, ”Türk“ tanımına karşı oluşlarıdır.
AKP, Atatürk Cumhuriyeti’nin temeli olan ”Türklüğü“ değil, amaçladığı ılımlı İslam’ın referansı olan ”İslam’ı“ birleştirici unsur kılmak ister.
Bölücüler ile burada
uzlaşıyorlar.
İşte; iktidardaki birinci tehdit, ikinci tehdide yol açmak için aylardır şu ”açılımdan“ söz ediyor... Ama Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı işlediği suçun ağırlığından, içeriğini dahi
aylardır söyleyebilmiş değil
iktidar...
Televizyonlarda-gazetelerde konuşan iktidar dalkavukları da ”açılımın“ne olduğunu size anlatamazlar.
En kısa anlatımıdır belki:
Bu cumhuriyeti birlikte kurmuş, toprağı, suyu, ekmeği, kanı karışmış Türkler ile Kürtleri ayrıştırarak... Tıpkı ”Müslümanlar-laikler“de olduğu gibi akrabaları birbirlerine düşman ederek... Çirkin bir oyunu
insanlara yutturmak mıdır
açılım!..
Türkiye bölünüyor...
Görmüyor musunuz?..
Bekir Coşkun / Hürriyet

+++

CIA çalışıyor...
CIA bunları öyle bir
kurgular ki, ABD’nin amaçlarına bordrolu ajanlarından daha iyi çalışırlar

Emekli Büyükelçi Uğur Ergun, dostlar arasındaki e - mail trafiğinde kimi deneyimlerini aktarıyor. Bir mektubunda CIA ajanlarını anlatıyor. Onların oldukça açık çalıştığını belirttikten sonra sözü bir farklı kategoriye getiriyor:
“Ancak bır kategori vardır ki ve bu kategoriye girenleri CIA öyle bir angaje eder ki, angaje olunan kişi CIA için çalıştığının farkına bile varmaz...
Bunlar maaş filan almaz, CIA bordrosunda da görünmezler.
CIA işe “maden”i keşfetmekle başlar.
Kişide ego yüksek, karakter düşük olmalıdır.
Kişi ülkesinin makbul ve nitelikli çoğunluğunun üzerinde birleştiği görüşlere ters çıkışlar yaparak yıkık psikolojisini onarma gereksinimi içinde olmalıdır. Kişinin gösteriş merakı CIA tarafından en çok aranan niteliği oluşturur...
Bu nitelikte kişilere “ben neymişim” dedirtmek için yöntemler geliştirmek hiç zor olmaz.
Örneğin kişi gazeteciyse arada bir onu Washington’a davet ettirmek, garibanı bila ücret CIA emrine sokmak için yeterlidir.
Hele bir de Türkiye’de gözünde büyüttüğü kişilerden ona kolay randevular sağlarsan, birtakım davetlere çağırtır, adam yerine konulduğunu hissettirirsen, hizmeti daha da iyi yapacak duruma gelir.
Yeni ajan aslen kendini izleyemeyen bir karakterde olduğundan çok beğenilen bir kişi olduğunu sanır! İçinde rahat ettiği ve kişiliğini bulduğu çevreye çabuk ısınır. Uzun yıllar CIA’ya hizmet edecek bir kıvama gelir.
CIA mensupları onlarla Türkiye’de de sık sık birlikte olurlar.
Fikir teatisinde bulunulan konular bellidir: Kıbrıs, Ermenistan, Kürt konusu, İslam konuları vs...
CIA tarafından tohumlanmış bu ajanlar doğal olarak sözleşmiş gibi aynı tezleri savunurlar. ABD çıkarlarının sözcüsü olurlar...
Uğur Ergun’un sözünü ettiği bordrosuz CIA ajanları pek de yabancı gelmiyor!
Melih Aşık / Milliyet

+++

Çaldıran Türk’ün Türk’le savaşıdır
Başbakan dün Çaldıran Savaşı’nda bu ülke halklarının omuz omuza savaştığını söyledi. Ben bu benzetmeyi doğru bulmadığımı söylemeliyim. Çaldıran’da iki Türk devleti arasında bir savaş yapıldı. Şah İsmail en az Yavuz Sultan Selim kadar, hatta ondan daha fazla Türk’tür. Türkmen’dir.
Bu yüzden de Anadolu’da yaşayan Türkmenlerin bir bölümü bu savaşta Şah İsmail’den yana tavır almış ve bu yüzden çokçası Yavuz Sultan Selim’in hışmına uğramıştır. Yavuz Sultan Selim’le Şah İsmail arasındaki yazışmalara bakıldığı zaman başlangıçta her ikisinin de birbirlerinin Türklüğüne atıfta bulunduğu açıkça görülür.
İki Türk devletinin, Anadolu’nun özellikle Doğu ve Güneydoğu’su ve ticaret yolları için yaptığı bir savaştır Çaldıran.
Bu nedenle bu savaşı Türk milletinin ya da Anadolu halklarının kardeşliğine örnek olarak sunmak doğru olmaz.
O dönem bazı Kürt aşiretlerinin Türk Şah İsmail’e karşı, Türk I. Selim’in yanında yer aldığı vurgulanmak isteniyorsa bilemem. Bence Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları benzetmesi yerindedir ama Çaldıran Savaşı’nın konuyla alakası yoktur.
Fatih Altaylı / Habertürk

+++

Mesele şimdi anlaşıldı
Cumhurbaşkanı Bitlis’teki Güroymak adlı ilçeyi “Norşin” olarak telaffuz edince “açılımcılar” bayram havası içinde “İşte açılımın ilk adımları” dediler. Çünkü “TC” Kürtleri ezmek için (!) yaşadıkları yerlerin isimlerini değiştirmişti. Buna karşı Cumhurbaşkanı adı değiştirilen bir yerin “orijinal” adını kullanarak büyük “açılım” yapıyordu.
Cumhurbaşkanı’nın bu davranışı ettiği yemine karşı çıkmak mıdır, o ayrı konu. Ama Türkiye’nin her yerinde şu ya da bu nedenle adı değiştirilmiş yerler olduğu halde Gül’ün neden “Norşin”i seçtiği anlaşıldı.
Norşin’in meğer dini açıdan büyük önem taşıyormuş. Küçücük kentte 4 ayrı medrese varmış. Kürt Nakşibendilerinin en önemli merkezlerinden biriymiş.
Sonuçta Gül bir taraftan Kürtlere şirin gözükürken diğer taraftan da Cumhuriyet ilkelerine tamamen ters olan tekke ve zaviye kültürünün kamuoyu gündemine taşınmasını sağlıyor.
Şimdi belli ki Atatürk ve Cumhuriyet ilkeleri ile tekke ve zaviyelerin kapatılması yüzünden özgürlüklerin ve demokrasinin nasıl ayaklar altına alındığı yolunda beyanları izleyeceğiz.
Can Ataklı / Vatan

+++

Kim izleniyor kim okunuyor
Kendilerini pazarlama yöntemi bulmuşlar, zannediyorlar ki çok televizyonda görünürlerse kanaat önderi olarak algılanmaları kolaylaşır.
Oysa veriler tam tersini söylüyor... Ne garip ki sık sık televizyonda liberalleri görüyoruz... Mehmet Altan’ından Oral Çalışlar’ına, Nazlı Ilıcak’ından kolonya kokulusuna kadar...
Fakat ne garip ki hiçbiri izlenmiyor, dahası okumuyorlar... Ama her nedense çok kıymetli fikirleri varmış gibi medya bunlara itibar ediyor. Şimdi bir de Hasan Cemal ve Cengiz Çandar program yapacakmış; hiç izlenmeyen CNN Türk’te hiç izleyici kalmasın diye herhalde...
Bakın çok basit bir istatistik söyleyeceğim: Fehmi Koru adlı adamın binlerce TL’ya farklı kanallara yaptığı programlar hiç mi hiç izlenmiyor. İlk 100’de yok hiçbiri. Ama Ruhat Mengi’nin pazar günleri Star’a yaptığı program ilk 20’ye, ilk 10’a giriyor; istisnasız. Cumhuriyete dair hassasiyeti olanlar ekran başında çünkü...
Aynı durum gazetelerde de var... Hürriyet’in en çok okunan yazarları Bekir Coşkun ve Yılmaz Özdil...Sabah’ta hala Hıncal Uluç açık ara birinciliği koruyor... Ona her gün küfreden aynı gazetenin yazarları onun yarısı, dörtte biri kadar okunmuyor...
Cumhuriyet kendi kulvarında en yüksek fiyatla rakiplerinden daha fazla satmıyor mu?
Televizyonlar da, gazeteler de bu nitelikli kitle sayesinde ayakta duruyor. Para harcayan, reklamverenin hedef kitlesi olanlar bu grup: Eğitimli, gelir düzeyi yüksek okur/izleyici tarikatçıları, dincileri, yandaşları, liberalleri değil Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğinden endişe duyan, bu kaygıyı yansıtan, muhalif ve bağımsız gazetecileri tercih ediyor.
Sırf birileri televizyonlara çıkıyor, saçma sapan konuşuyor, burnunu siliyor, kulağına kalem sokuyor, türlü maymunluklar yapıyor diye onları ciddiye almayın.
Oray Eğin / Akşam

+++

MİNİ YORUM
Dik duruş ve prensipler

TRT “Zirvedeki” yaşam öykülerini anlattığı programda Taha Akyol’u anlatıyor. Akyol, 12 Eylül günlerinin ’işkenceleri’ni anlatırken sürekli aynı kavrama dikkat çekiyor: Dik durmak. Sıra oğluna geliyor. Benzer biçimde ’prensiplerinden ödün vermeyen’yönünden bahsediyor babasının. Bu nasıl bir “dik duruş”tur ki sadece muhalefet cephesine gösterir kendini, bunlar nasıl “prensipler” dir ki her devirde iktidarlarınkilerle uyum içindedir merak ediyorum doğrusu...

Yazarın Diğer Yazıları