‘Esir Türkiye’ düşleyen emperyalist kuramcılar
Sömürgeciler, Cumhuriyet’in emperyalizme boyun eğmeyecek bir toplum yaratmayı hedefleyen ilke ve değerlerinden hep kurtulmak istediler. Bugün ‘Anayasa değişikliği’ adı altında yapılmak istenen budur!
Anayasa değişikliği ile ilgili yazdığım yazılarda hep bu değişikliği yaratan iç dinamikler üzerinde durulmuştur. Oysa en az bunun kadar önemli olan konu, değişiklikteki dış dinamiklerin etkisidir. Bu yazıda da değişikliğe dış dinamiklerin nasıl etki yaptığı üzerinde durmaya çalışacağım. Amacım, yurttaşlarımızın, değişikliğe oy vermeden önce tüm gerçekleri görebilmelerini sağlamaktır.
Anayasa değişikliğini öngören ya da etkileyen dış güçler, baskılarını iki konuda yoğunlaştırmışlardır. Bunlardan ilki “Kemalist” ideoloji ve bunun temeli olan laiklik; ikincisi, “Kürt açılımına” bağlı olarak “ulusal ve üniter devlet” yapısıdır.
Richard Perle, bundan otuz yıl önce, Cumhuriyet gazetesinden Ufuk Güldemir’e verdiği demeçte, ABD’nin, müttefik ülkelerin “laiklikleriyle” değil, güvenilirlikleriyle ilgilendiğini söylemiştir. (Ali Sirmen, Cumhuriyet, 16.04.2010) Yani ABD’ye göre, ilişki kurulan ülkelerdeki siyasal rejimin hiçbir önemi yoktur. Önemli olan o ülkenin ABD’ye olan bağlılığı ve sadakatıdır.
Ismarlama raporlar
Paul Henze’nin 1990 yılında Prof. Dr. Sabri Sayarı’ya hazırlattığı raporda, “Atatürk ilkeleri yeni dünya düzeniyle birlikte ölmüştür” denildikten sonra, “İran ve Arap sermayesiyle desteklenen köktendincilik Türkiye için tehdit oluşturmamaktadır” ifadesiyle gerçek amaç ortaya konulmuştur. Daha o tarihte Türkiye için öngörülen model rolün “İslami Cumhuriyet” olduğu açıklanmıştır. Kuşkusuz bunlar ısmarlama raporlardır ve ana projenin yıllar sonra uygulanacak amacını belli etmektedirler.
1990’dan sonra da ABD’li kuramcılar Türkiye Cumhuriyeti’nin laik rejiminin değişmesi için öncü olmuşlardır. CIA Ortadoğu Masası eski şefi Graham Fuller’in, yine Ufuk Güldemir’le yaptığı söyleşi (Cumhuriyet, 26.02.1990) hep aynı noktada düğümlenmektedir: “Kemalizm ölmüştür”. “Türkiye artık, İslam’ın günlük yaşamdaki rolünü yeniden düşünmelidir”.
Fuller’in o yıllarda gazetelerde yayımlanan demeçleri ve 15.07.2003’te Los Angeles Times’ta yazdığı yazıda, hep Türkiye’de “ılımlı İslam” modeli savunulmaktadır. Fuller’e göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin İslami köklerine dönmesi gerekir.
Aynı görüşlerin, “Uygarlıklar Çatışması”nın yazarı Samuel P. Huntington tarafından da dile getirildiği görülmektedir. Huntington’a göre, Türkiye, “İslam’ın lideri” olmalıdır. Huntington, tezini savunabilmek için, tüm siyaset bilimcilerin görüşünü tersine çevirecek biçimde, “Demokrasinin mutlaka laikliğe dayanması gerekmediğini” bile söyleyebilmiştir. Oysa laiklik, demokrasinin “olmazsa olmaz” öğesidir.
Atatürk’ün mirasıyla savaş
Biraz daha ayrıntıya girersek, Huntington’un anılan kitabında; “Türkiye İslam’ın çekirdek devleti olmak için gerekli, tarihe, nüfusa, orta düzey bir ekonomik gelişmişliğe, ulusal birliğe, askeri yetenek ve geleneğe sahiptir” denilerek, Türkiye’ye gelecekte biçilen rol belli edilmiştir. Türkiye’nin, İslam’a liderlik edebilecek noktaya geldiğine işaret eden Huntington, bu aşamada yapılması gerekenler konusunda da şunları yazmaktadır: “Ama bunu yapabilmek için Atatürk’ün mirasını, Rusya’nın Lenin’in mirasını reddedişinden daha eksiksiz bir şekilde reddetmek zorunda kalacaktır”.
Diyor ki Hantington; “Atatürk’ün Türkiye’yi net biçimde laik bir toplum olarak tanımlaması, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu rolü Osmanlı İmparatorluğu’ndan devralmasını önlemiştir.” Yani demek istiyor ki, İslami rejim ve İslam ülkeleri liderliği sürdürülmeliydi. Çünkü, bu, Batı’nın çıkarlarına daha uygundur.
Anayasal değişim önerisi
Hudson Enstitüsü üyesi John O’Sullivan, Fuller ve Huntington’la örtüşen görüşünü, anayasayı da kapsayacak biçimde, daha o yıllarda ifade etmiştir. John O’Sullivan’a göre, “Türkiye artık laiklik anlayışını değiştirmeli ve bu değişikliği kalıcı kılmak için bir anayasal düzenleme yapmalıdır.”
En son ABD Hava Kuvvetleri için analizler yapan araştırma şirketi Rand Corparation’ın Türk-Amerikan ilişkileri üzerine hazırladığı raporda, Türkiye’de şeriatçı bir rejimin kurulabileceği, bunu önlemenin yolunun, iktidardaki “ılımlı İslam”ın desteklenmesi olduğu, bu süreçte ABD’nin laikliğe vurgu yapmaması gerektiği açık biçimde ifade edilmektedir.
‘Türkiye’yi federalizm büyütecek’
Bölücülük konusuna gelince: Bu konuda iki önemli görüş ve söyleme yer vermek gerekir. CIA Türkiye Masası Şefliği yapmış Paul Henze, daha 1990’lı yıllarda Türkiye için federasyonu önermiş ve önümüzde Yugoslavya’nın olumsuz örneği dururken, Türkiye’yi “federalizmin büyüteceği” yalanını söylemekten kaçınmamıştır. Henze baklayı ağzından çıkarmakta ve Türkiye için “İstanbul merkezli” bir “Yakındoğu Federasyonu” önermektedir. Ancak, Henze’ye göre, bunun için önce “Kürtlerle yakınlaşmak gerekir.”
ABD Carnegie Uluslar arası Barış Vakfı uzmanı Prof. Henry Barkey, daha sonra adı demokratik açılıma dönüştürülen “Kürt açılımının” önündeki en büyük engelin Anayasa Mahkemesi olduğunu açık yüreklilikle ifade etmiştir.
Görüldüğü gibi dış güçler, Anayasa’da öngörülen temel düzenin, yani “Kemalizmin”ya da “Atatürkçülüğün” yıkılması için uzun yıllardır çaba göstermektedirler. Çünkü Atatürkçülük, tam bağımsızlığı, ulusal egemenliği, ulusal ve üniter devlet yapısını ve laik Cumhuriyet’i öngörmektedir.
Cumhuriyeti kuran iradenin eseri olan bu ilke ve değerler, onurlu, emperyalizme boyun eğmeyecek bir ulus yaratmak için öngörülmüştür. “Yeni dünya düzeni” projesiyle ortaya çıkan sömürgeci güçlerin hiç hoşlanmadıkları bu ilke ve değerler mutlaka değişmeli, anayasa buna göre yeniden düzenlenmelidir. Bugün yapılan da budur.
Bülent Serim / Anayasa Mahkemesi
Eski Genel Sekreteri
***
Makbulü ölü yazar
Bazı ölçüm şirketleri, haftanın en çok konuşulan yazarını açıklıyorlar. Hafta içinde büyük tepkiler alan bir yazı yazmışsam o yazı nedeniyle ölüm tehditleri filan almışsam, polis teyakkuza filan geçmişse o hafta muhakkak listenin birinci sırasında bulunurum. Geçenlerde Yılmaz Özdil de tattı bu gururu. Ertuğrul Özkök, görevden alındığı hafta herkese fark atarak birinci oldu. Bugüne kadar sadece yazdığı yazının güzelliğiyle o listeye girebilen bir yazar zor bulunur. Bu kısır döngüden çıkılmazsa, medyada kaliteli ve farklı işler yapmak ne yazık ki mümkün olamayacak.
Serdar Turgut / Akşam
***
1 Mayıs neden aydınlatılmaz
36 kişinin canına mal olan 1 Mayıs 1977’nin esrarı hâlâ çözülemedi. Elbette o günden bugüne pek çoğumuzun zihninde oluşan “düzenleyiciler” var tabii ama kesin kanıt bulunması için çok derin ve gerçek bir araştırma yapılması gerekiyor. Bir ülke halkını 30 yıl boyunca tepkisini dile getirme konusunda korkutmak herhalde egemen güçler için az şey değil. CHP’li Kemal Anadol bir önerge vererek “1 Mayıs 1977 katliamının araştırılması için bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını” istedi. Ancak ne gariptir ki, her fırsatta demokrasiden, özgürlüklerden, hukuktan, darbe karşıtlığından söz eden AKP bu öneriye şiddetle karşı çıktı.
CHP önergeyi veriyor, MHP ve BDP destekliyor, AKP karşı çıkıyor. Sorduğunuzda AKP’liler “Anayasa görüşülüyor, önce onu bitirelim” diyorlar. Meclis iç tüzüğüne göre böyle bir şey yok. Anadol’un Meclis’te söylediği şu sözler çok önemli: “Askerî darbelerle ilgili bir araştırma önergesi. Biz olumlu rey verdik, siz reddettiniz. JİTEM’le ilgili bir önerge daha verildi, onu da reddettiniz. Siyasi cinayetlerin araştırılması için; onu da reddettiniz.” AKP ve maskeli yandaşları hep darbe karşıtlığından, karanlık olaylardan söz ederken, neden ciddi bir araştırmaya yanaşmaz da “ihbarlarla, sözde iddialarla, telefon dinlemeleriyle” sözde darbe önleyecek davalar açma yoluna giderler ki?
Can Ataklı / Vatan
***
İhmali olanları
koruma çabası
Milliyet’in haberine göre Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun eski Trabzon Emniyet Müdürü ve İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek ile İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer’i ihmalle suçlayan raporlarından sonra, bir inceleme de Mülkiye Müfettişleri tarafından yapılmış. Bu ikinci rapor, söz konusu polisleri aklıyor. Meğerse, Dink’e yönelik bir suikast hazırlığı yapıldığı ile ilgili istihbarat raporu, zamanın İstihbarat Dairesi Başkanı Sabri Uzun’dan saklanmış! Uzun’un müfettişlere verdiği ifadeye göre saklayan da İstihbarat Şube Müdürü. Ama müfettişler bu ifadeyi dikkate bile almamışlar. Bu hükümetin en çok övündüğü şeylerden biri de kendi dönemlerinde faili meçhul cinayet kalmamış olması. Ama gördüğünüz gibi Hrant Dink cinayetinde bir adım bile ileri gidebilmiş değiliz. Elde bir katil zanlısı ve onu azmettirdiği iddia edilen “ağabeyler” var ama bu işin gerisinde ne var, onu hâlâ bilemiyoruz. Bu tür meselelerde sadece konuşmak değil, o sözlerin gereklerini yerine getirmek de gerekir. İçişleri Bakanı’na hatırlatmış olayım.
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
***
Hasan Cemal’i ihmal etmesinler
Olayın nasıl seyredeceğini merak edenler, 20 Nisan tarihli Milliyet’in ilk sayfasındaki büyük fotoğrafa baksın:
“Tebrik Kuyruğu, Başkanlık sistemine geçebiliriz sözlerine destek. Abdülkadir Aksu ’Başbakanımızın başkanlığı çok güzel olur’dedi. Çicek: Olumlu bakıyorum. Diğer partililer: Erdoğan başkan olmalı! AKP’deki bu coşku Meclis’teki görüntülere de yansıdı Sabah TBBM’ye gelen Erdoğan’ı, çok sayıda bakan ve milletvekili merdivenlerde sıra olmuş halde karşıladı. Başbakan hepsinin tek tek elini sıktı.”
Meclis’in dışında oluşan bu tebrik kuyruğu, başkanlığın gerçekleşmesi halinde acaba Ankara’nın dışında nereye kadar uzanır dersiniz!
Başkanlık, ülkemizde sadece, boyun eğme, irade ve ruh teslimiyeti kültürünü, şüphesiz ki, en öncelikli olarak siyasette geliştirecektir!
Başbakan ve adamları başkanlık sistemine itirazları olduğunu ancak ikna edilmeye de açık olduğunu yazan H. Cemal’i yoğuruyorlardır, umarım! Aman bunu ihmal etmesinler!
Orhan Bursalı / Cumhuriyet
***
Su testisi kırılmadan...
Başkanlık sistemi Ortadoğu’ya ithal edildiğinde “seçilmiş saltanatlar” oluşmakta. Erdoğan’ın böyle bir “gizli ajandası”nın olduğunu iddia ediyor değilim. Ama... Ortadoğu netamelidir. En ileri demokrasi kurumları bile “araziye uydurulur.”
Fransa’da bir zamanlar iki tür üniversite diploması verilirdi. Birincisi bütün dünya için geçerli olan... İkinci tür “Bon pour orient”. Yani... “Doğu için geçerlidir.” İkinci sınıf diploma.
Ortadoğu’da “başkanlık sistemi” modelleri de işte böyle “sadece Doğu ülkelerinde” görülebilir ve geçerli olandır. Bu topraklarda “şeyh uçmaz, müritleri uçurur...” Çağdaş bir başkanlık sistemini bile seçilmiş padişaha dönüştüren sosyal maya ekşimesi ve araziye uydurma becerisi bu coğrafyanın özelliğidir. (...)Daha suya gitme niyeti hissedildiğinde “testinin kırılma olasılığı” için uyarıda bulunmakta fayda var.
Güneri Cıvaoğlu / Milliyet
***
MİNİ YORUM
Neyi okuduğunu bil diye...
Taraf olduğunun adını dahi koyan propaganda bülteninin, “Balyoz” iddialarıyla ilgili “1 numaralı balyozcu(!)”nun damadıyla yüzleşmekten, hem de “taraf değiliz” bahanesiyle kaçtığını önceki gün Cumhuriyet’ten Emre Kongar ve Hürriyet’ten Cüneyt Ülsever yazdı. Dün de Milliyet’ten Melih Aşık... Verdikleri röportajlarda, “Taraf okuyorum” demeyi, “aydın”lık ibaresi gibi bir araya sıkıştırmayı marifet sananlar bilsin diye bir kere daha tekrarlamalı: “Bu gazetecilik değil... Başka bir misyon...”