Erken teşhis öldürür(!)

Uğur için, adalet için yazmaya da yüzleri tutar mı bugün bilmiyorum. “En son ne zaman utandılar, sıkıldılar, kızarıp bozardılar?” sorusunun cevabı kocaman bir boşluk olduğuna göre tutar mı tutar! Döneğin her durumda suyun üstüne çıkması için lazım gelen“zeytinyağı hali”ne bürünebilirler pekala...
Pekala, tutup içinizden herhangi birine sallayabilirler parmaklarını, “katillerden” hesap soruyor pozunda... Sakın ha şüphe etmeye kalkışmayın kendinizden; siz 23 Ocak 1993 günü televizyonlar “son dakika” geçene kadar haberdar değildiniz eminim ki Mumcu’nun öldüğünden, öldürüldüğünden, öldürüleceğinden! Ama onlar haberdardı! Kirli çamaşırlarının bomba olup patlayacağının farkındaydılar Ankara Karlı Sokak’ta! Onun için bugün istedikleri kadar “eski dostum Uğur” hitaplarıyla yanaşmaya çalışsınlar hatırasına, bu; Uğur Mumcu’nun daha Cumhuriyet gazetesinde çalıştıkları yıllarda, dönmeden evvel yani(!) onlardan “huylandığı” gerçeğini değiştirebilir mi?
Mumcu’nun yüzlerine vurduğu “Filistin kamplarında olduğunu yazıp duruyorsun. Beyrut’ta lüks otellerde keyif çatmışsın, bize de kamplarda nasıl eğitim yaptığın yalanlarını yutturmuşsun” şüphesinin hala derin bir karanlığı işaret ettiği gerçeğini değiştirebilir mi?
Uğur Mumcu’nun “Mossad kozası” dediği Barzani’ye, onların “Kak Mesut” hitabını duyunca alkış tuttuğu gerçeğini değiştirebilir mi?
Uğur Mumcu’nun “Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın Kürtler arasında?” postasının adresi oldukları gerçeğini değiştirebilir mi?
Onların, -geçen yıl Behiç Kılıç yazmıştı- Mumcu suikastı sırasında Cumhurbaşkanı olduğu halde “en tepkisiz/kayıtsız kişi” görüntüsü veren Turgut Özal’ın yamakları olduğu gerçeğini unutturabilir mi?
Her yıl bu zamanlar nükseden Uğur Mumcu’yu kim vurdu/ vurdurdu hesaplaşmasına karşı, Mumcu’nun “bitmeyen kitabı” kimleri vururdu diye düşünüyorum otomatik olarak. Son günlerinde yerli-yabancı gizli servisler ve siyasilerin “maşası” olan gazetecilerin izini sürdüğünü, hatta bunları “tespit” ettiğini sağır sultan biliyor artık. Acaba Türkiye’ye teslim edilmesine daha 6 yıl varken, Öcalan’la istihbari ilişkiye girenlerin isim isim teşhir edilmesiyle kimlerin maskelerini düşürecekti “bitmeyen kitap”? Kimlerdi dersiniz dış güçlerin “bölgedeki elleri”?
Yazıyı yazarken bir film şeridi akmaya başladı gözümün önünden: Kandil’e “mesaj” almaya giden gazeteciler var ilk karelerde; aynı isimler bir kaç kare sonra ne hikmetse Erbil’de... Ve “mesaj” vermeye Ankara’ya davet ediliyorlar bir kaç kare daha geçince!
Uğur Mumcu’nun suçu “xxx” leri erken teşhis etmesi miydi yani! Bir de “hayat kurtarır” derler erken teşhis için; mikrop “sen misin beni suç üstü yakalayan”
diye kin güder, intikam yemini ederse, suikasta da uğratabiliyormuş meğer!
Şu saatlerde onlardan bir veya birkaçını Mumcu’yu anlatıyor görürsek ekranda şaşmam; siz de şaşmayın... Çünkü asıl konuşması gerekenler birer birer sustu; susturuldu. Uğur Mumcu’nun öngördüğü oldu; “Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu.”

+++

‘Birileri’ hala Emniyet’te suç üretiyor
Ergenekon Davası’nda önceki gün ilginç bir olay yaşanmış: Sanıklardan Teğmen Mehmet Ali Çelebi, Emniyet’ten birilerinin kendisine komplo yaparak delil ürettiğini öne sürmüş!
Mehmet Ali Çelebi; cep telefonundaki kayıtlı 139 kişinin numarası nedeniyle Hizbul Tahrir örgütü ile ilişkilendiriliyormuş... Ama o, bu kişileri hiç tanımadığını, numaraları telefonuna kendisinin kaydetmediğini söyleyip; o 139 numaranın kendisi gözaltına alındıktan sonra telefonuna yüklendiğini iddia etmiş...
Peki; kim nasıl yüklemiş bu bilgileri?
Sanık avukatlarının Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’ndan (TİB) aldıklarını söyledikleri rapor, kapatılan telefonun, sanık gözaltındayken, birileri tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde 1 dakika 22 saniye süreyle usulsüz bir şekilde açıldığını gösteriyormuş...
***
Şimdi İstanbul Emniyet Müdürü’ne, Emniyet Genel Müdürü’ne ve İçişleri Bakanı’na sorma zamanı: Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin iddiaları doğru mu?
Doğruysa sanığın, sözde terör örgütüyle ilişkilendirilmesine neden olan bu işlemi yapanları saptamayı ve hesap sormayı düşünüyor musunuz? TİB gerçekten böyle bir rapor verdiyse; Emniyet içindeki birilerinin, suç ve suçlu üretmek için özel bir gayret içinde oldukları anlamına gelmez mi?
Unutulmamalı ki bu “birileri”, hâlâ Emniyet’te görev yapıyor ve belki de “suç ve suçlu” üretmeye devam ediyor...
Umarım yetkililer, bu pis kokunun üzerine gidecek kararlılığa ve güce sahiptir... Aksi takdirde, Emniyet’e ve adalete duyulan güven dibe vurur!
Mustafa Mutlu / Vatan

+++

Mustafa Balbay, “Adaleti arazi yaptılar” demiş.
Doğrudur. Önce arazi yaptılar, şimdi de o araziyi
talan ediyorlar.
Fahrettin Fidan

+++

Ahmet Altan’ın yerinde olsaydım sorardım:
“Yoksa kullanılıyor muyum!”

...Taraf başarısız bir gazetedir demiyorum. Gizli ellerin ulaştırdığı belgeleri yayınlayarak ülkenin gündemini belirlemek muhakkak ki başarılı gazeteciliktir. Ancak, ben Ahmet’in yerinde olsam durmadan “Acaba binlerce sayfa tutan belgelerde sahtecilik var mı?”, “Yoksa kullanılıyor muyum?” diye sorardım.
Ahmet Altan’ın köşe yazarlığını genel yayın yönetmenliğinden çok beğeniyorum. Ancak, belli ki Recep Tayyip Erdoğan, yönetmenliğini köşe yazarlığına tercih ediyor. Baksanıza, yönetmen olarak ürettiği belgelerden olabildiğince faydalandı ama köşe yazarlığında bir nebze “yoldan çıkınca” anında mahkemeye verdi.
Başbakan’ın bir sevdiği Ahmet var, bir de nefret ettiği!
Başbakan’ın savcısı olduğu Silivri davalarına Ahmet Altan’ın yönetmen olduğu Taraf Gazetesi sürü ile “belge” taşıdı. Bence davalarda gayriresmi savcı olma vasfını Taraf Başbakan’dan katbekat fazla hak etti.(...)
***
30 Haziran 2010’da Amerikan Ulusal Halk Radyosu’nda (NPR) röportaj yapan gazeteci Julia Rooke, Yasemin Çongar’ın (Taraf) tanıklarla konuşarak Balyoz Davası belgelerini ellerinden geldiği kadar doğruladıklarını söylediğini nakletti. Ben bu kanaatte değilim.
1) Mehmet Baransu’nun “Mösyö: Hanefi Avcı’nın Yazamadıkları” adlı kitabında benimle ilgili yazdıklarını telefonda Baransu’ya bizzat sorunca verdiği cevaptan Baransu’nun Emniyet içinden sadece bilgilendirilmediğine, aynı zamanda yönlendirildiğine dair kanaat bende pekişti.
2) Ünlü Balyoz Davası’nın giderek kendisinde de daha ünlü hale gelen 11 No’lu CD’sinin kaydının en son 5 Mart 2003’de yapıldığını biliyoruz. Ancak, içinde 2008’e, 2009’a ait “bilgiler”de var! Hatta, 2003’te bazı kurumlarda çalışmayan kişiler çalışıyormuş gibi gösterilmiş. Bazı gazeteler CD’nin 2008’de (nasıl oluyorsa) güncellendiğini iddia ettiler. Yalanları hemen ortaya çıktı.
Belli ki Taraf eline gelen “belgeleri” olduğu gibi nakletmiş, öyle tanıklarla falan uğraşmamış. Mesleğin gerektirdiği kadar titiz davranmamış. Şimdi soruyorum: Recep Tayyip Erdoğan kendi kurmakta olduğu müesses nizama bu kadar gözü kapalı yardımcı olan Ahmet Altan’ı bir kalemde neden sildi?
Cüneyt Ülsever / Hürriyet

+++

Zoraki ayrılık
’Liberal Basın’ kitabının yazarı Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ömer Özer’in Akşam gazetesine yaptığı açıklama Ülsever’in sorusunun cevabı gibiydi: “Milliyetçi muhafazakar kesime ulaşabilmek için de AKP’nin ’bakın ben liberallerle ilişkimi kesiyorum’demesi gerekiyordu. Dolayısıyla Ahmet Altan ile ilişkisini kesmesi AKP’nin işine geldi. AKP’nin seçim öncesi planı bu!”

+++

Gitmedi;
gönderildi

Mehmet Ali Birand, arkadaşlarına veda mektubu yazmak için tam 20 gün bekledi... İrfan Şahin’in kendisini bir kalemde silip atacağını düşünmemişti... Geçen yıl FOX’a, bu yıl Habertürk’e transfer oluyormuş havasını yayması da onu kurtaramadı.
İrfan Şahin, matematik adamıdır. Arkasındaki koca bir medya gücüne, haber imparatorluğuna rağmen, CNN Türk’te habercilik adına ortada duran tek veriye, kocaman sıfıra baktı... Kanalın gelir gider dengesine baktı... Kararını verdi. Önce Birand’a kanalı toparlaması için son kez süre verildi. Bu süre Ekim ayında doldu. Ama yine olmadı.. CNN Türk bir türlü patronajın beklediği performansı gösteremedi, kanalda yaprak bile kımıldamıyordu. Bunun üzerine Birand’ın sözleşmesinin sona ereceği 31 Aralık tarihi beklendi. Ve sözleşmesi feshedildi. Birand, CNN Türk’teki koltuğunda kalmak için her şeyi yaptı. Ama patronaj başarısızlığa daha fazla prim vermedi. Birand’ı gönderdi.
Siz bakmayın, “Kanal D habere daha fazla zaman ayırmak için CNN Türk’ü bırakıyorum” masalına... Yoksa siz inandınız mı?
Medyafaresi

+++

Majestelerinin
soytarılığına
kadar yolu var

Vatan’ın Pazar ekinde yayımlanan röportajda Ayşe Aydın soruyor:
“Mizahçılar politik eleştirinin son kalesi... Siz pek etliye sütlüye bulaşmıyorsunuz. Niye?”
Ata Demirer’in cevabı malumun ilanı:
“Şu andaki atmosferin mizah için fazlaca sert olduğunu düşünüyorum.”
Salih Memecan ise Medyatava’dan Sayım Çınar’a konuşmuş:
“Birisi senin yaptığın işi beğenmiyor ve bunu sert bir üslupla dile getiriyor, hele bir de beğenmeyen kişi başbakan olunca, sanatçı kırılabiliyor, üzülebiliyor...”
Memecan’a göre yaptığı üretimi “Başbakan’a beğendirmek” belli ki “hayati önem” arz ediyor. Eee öncelik kendini beğendirmek olunca mizahın sivri dili haliyle törpüleniyor. Başbakan nefsini okşayan mizahçıya alışınca, orasından burasından iğneleyen “anormal” geliyor ona normal olarak; hukuk ile, sansür ile, baskı ile bertarafını isteyebiliyor...
Demem o ki;
Siyasetin mizahının dahi yapılamaz hale gelmesinde suç siyasetçinin mi dersiniz, yoksa üretimini Başbakan’ı güldürmek için yapan -ki onların primitif örnekleri saray soytarıları- mizahçılar mı?

+++

Akrostiş darbesi
SHIT! Kahretsin! Yazı günüm geldi. Birşeyler karalayıp köşemi doldurmak zorundayım... (...)
Evde sabahtan beri düşünüyorum ama yazacak bir konu bulamıyorum. Galiba en iyisi gene Asiye’den bahsetmek!(...)
Rahatımı bozmayı hiç sevmem... Konusuz kaldığım günlerde Asiye’den bahsetmek işimi çok kolaylaştırıyor.(...)
Dün pazara gidip lâhana almış. Akşam, kapuska yedik.
Asiye, dün pazardan Satılmış’a düdük almış.
Radyodan yükselen tamtam ezgilerinin eşliğinde demin internette dolaşırken eski bir Türk yazarının adına rastladım. “Şefik Cahid Şoray” mı, “Refik Halid Karay”mı, işte öyle eski moda tuhaf bir isim... (...)
Taksim’deki internet kafede “Ay Peşinde” diye bir kitabında mizah yazarlığından bahseden bazı ilkel düşüncelerini koymuşlar. (...)
Uzatmadan söyleyeyim: İsmi “Şefik Cahid”mi, “Refik Halid”mi, her neyse, bu adamı derhal öldürmeyi düşündüm. (...)
Rodezyalı düşünür Mwabada Hıyadowski bu işe “Imported Frozen Humor” diyor, yani “Buz gibi soğuk ithal malı mizah”...
Günü kurtardım, yazının sonuna geldim ve Asiye’nin sayesinde köşeyi bugün de hallettim.(...)
Utanmadan hele birisi kalkıp da bir söz etsin!
Tamam mı Asiye?
Murat Bardakçı / Habertürk

+++


Vali-i Vilayet ayniyle cehalet
Bir ülkeyi var edenin, onun tarihi olduğunu bile bilemeyen birisinin valilikte işi ne? Bay Vali; biraz dünyaya baksın. Biz küçük Amerika olmaya çalışmıyor muyuz? Gitsin; bir Amerika’yı incelesin. Bakalım orada kendisi gibi milli günleri kaldırma teklifi yapan valilere ne yapıyorlar? Ey 19 Mayıs düşmanları! Milli duygusunu yok ettiğiniz gençliğin ne hale geldiğini görmüyor musunuz? Evet; vali-i vilayet ayniyle cehalet.
Rıza Zelyut / Güneş

+++

Yoksunluğun doğusu batısı yok
Bu kez ücra bir köyden değil destek talebi; Balıkesir Gönen’den! Sarıköy Atatürk İlköğretim Okulu öğrencileri kırtasiye yardımı bekliyor sizden; toner, kartuş, A4 kağıt, duvar boyası; bir okulun ihtiyaç duyabileceği gereçlerden ne gelirse aklınıza hepsini yani... Yardımda bulunmak isteyenler bu internet sayfasında yer alan iletişim bilgileri aracılığıyla ulaşabilirler okula: “http://sarikoyataturk.meb.k12.tr/”

Yazarın Diğer Yazıları