Eniştem MHP’yi niye öptü (!)
Referandumdan önce tam bir medya ambargosuyla karşı karşıya kalan ülkücüler, ne oldu da bir anda ekranların gözbebeğine dönüştü; “Sıradaki hedef”in Milliyetçi Hareket olduğunu görmemek için bakar kör olmalı...
Ülkücülere ambargo uygulanıyordu, bırak ekrana çıkarmayı, telefonla bağlanıp iki kelime görüşleri bile alınmıyordu, miting
görüntülerine karartma uygulandı,
yok sayıldı.
*
Ya şimdi?
Saatlerce canlı yayınlara çıkartıp, karşılıklı oturtup, söz hakkı tanıyoruz ayaklarıyla birbirlerini dövdürüyorlar.
*
Haliyle soruyorsunuz...
“MHP’de ne oluyor?”
*
Aslında...
“MHP’ye ne yapılıyor?”
Böyle sormanız lazım.
*
Dökelim hele...
*
Ecevit hastaydı, yürüyemiyor, bırakmıyordu, İsmail Cem ile Hüsamettin Özkan gidişatı değiştirmek için ayrıldı, yeni parti kurdu, sol için umut oldu...
O da ne?
ABD’den gelen arkadaş “ben de varım” dedi, işin içine girdi, n’oluyo demeye kalmadan, “ben artık yokum” dedi, çarşı karıştı tabii, kaçan kaçana, lider adayı İsmail Cem aniden bertaraf oldu.
*
Mehmet Ağar ile Erkan Mumcu, ortak oldu, barajı geçmelerine kesin gözüyle bakılıyordu, tarih başka akacaktı, bi katakulli, darmadağın, ikisi de tasfiye.
*
Cem Uzan, parti kurdu, bismillah, üç ayda langırt diye yüzde 7’yi geçti, faktör oldu... Ve, hızar çalıştı, onu da biçti.
*
Tuncay Özkan, partisi marjinaldi ama, milyonları sokağa dökmeyi başarıyordu, doooğru Silivri’ye...
Doğu Perinçek, milyonları sokağa
dökemiyordu ama, ne diyecek diye milyonlar onun ağzına bakıyordu, takır
takır anlatıyordu çünkü...
Tuncay’ın yanına.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopteri düştü. Herkes dinleniyor, herkesin o anda nerede olduğu biliniyor, kokpitteki gazetecinin imdat çığlıkları canlı yayında, köylüler düşse düşse şuraya düşmüştür diyor, nafile, öldüğünden emin olunana kadar kıç kadar arazide bulunamadı.
*
Deniz Baykal’a komplo; cezaevine gönderilemediği için, evine gönderildi.
*
Açın haritayı, Tanganika’dan Yeni Zelanda’ya, Güney Afrika’dan Norveç’e kadar, son 8-9 senesindeki siyaset sahnesinde, bu kadar “tesadüf” ü olan bir başka ülke gösterebilir mi kimse?
*
Gösteremez...
Çünkü, bizim manzarayı “görmek için” devrimci ülkücü gazeteci filan olmaya gerek yok, haritacı olmaya da gerek yok... “Bakarkör” olmak yeterli.
*
Sıradaki hedef... Devlet Bahçeli’dir.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
++++++
Yandaşın da göbeğini kaşıyan adamı var
Bu zamana kadar hep “göbeğini kaşıyan adam”, “dağdaki çoban”, “cahil sürüsü” gibi nitelemelerden haklı olarak yakınanlar, bugün yüzde 58’in sağladığı aşırı güven duygusu ile yüzde 42’ye abanıyorlar:
“Laik cahiller... Psikolojik vakalar... Yersiz korkulara kapılan paranoyaklar... Sadece yaşam tarzlarının peşine düşenler...”
Peki bu ne şimdi?
Hani halkın tercihine saygı gösterilecekti?
Hani AK Parti’ye destek verenlere “göbeğini kaşıyan adam” demek çok ayıptı... Ne yani? “Kıyıdakiler”, halktan sayılmıyor mu?
Onlara her türlü laf etmek mubah mı?
* Ahmet Hakan / Hürriyet
++++++
OKUR ANALİZİ
Yüzde 42 çelik halat
Referandum sonucunda ortaya çıkan yüzde 58 Evet 58 cm kalınlığında tahta, yüzde 42 Hayır ise Boğaz Köprüsü’nü taşıyan 42 cm çaplı çelik bir halattır. Mukavimliğini ve homojenliğini gözönünde bulundurduğumuzda yüzde 42’lik çelik halatın önemi kendiliğinden ortaya çıkmakta.
++++++
Ağzınla kuş da tutsan sen ötekisin
İhaleye giriyorsun, AKP’li değilsin, sade bir yurttaşsın, ihaleyi kazanamazsın, “o bizden değil” kuralı şakır şakır çalışıyor. Sen ötekisin, sen en uygun koşulları sunmuş olsan bile, ihaleyi kazanamazsın, kazanan “bizden biri”. İş arıyorsun, AKP’li değilsin, sade bir yurttaşsın, giremezsin, “o bizden değil” kuralı şakır şakır çalışıyor. Sen ötekisin, sen daha yetenekli, daha bilgili, daha becerikli olsan bile, işe alınmazsın, alınan “bizden biri”. Üniversitede rektör adayısın, AKP’li değilsin, sade bir yurttaşsın, rektör olamazsın, “o bizden değil” kuralı şakır şakır çalışıyor. Sen ötekisin, sen seçimde en çok oyu almış olsan bile, atanamazsın, atanan “bizden biri”. Sen ithalat yapıyorsun, AKP’li değilsin, sade bir yurttaşsın, mallarını hemen çekemezsin, “o bizden değil” kuralı şakır şakır çalışıyor. Sen ötekisin, sen her türlü belgeyi tamamlamış bile olsan, malını ilk çeken “bizden biri”.
Hikayeden ibaret
Sen valisin, yöneticisin, işçisin, çiftçisin, iş adamısın, doktorsun, avukatsın, berbersin, büfecisin, yargıçsın, savcısın, generalsin, çaycısın, sucusun, mühendissin, öğretmensin, lokantacısın, çiçekçisin, sen herhangi bir şeysin. Değil mi ki, sen AKP’li değilsin, sade bir yurttaşsın, sen artık ötekisin, ağzınla kuş tutsan nafile. Sana ne iş, ne ihale, ne bilmem ne. Referandumda evet-hayır oylarının dağılımına göre, ortaya çıkan siyasal harita üzerine yapılan yorumlar, “Türkiye’de kutuplaşma, hatta bölünmeye” işaret ediyor. Bu yorumları boşa çıkarmak isteyen Tayyip Erdoğan referandum gecesi, “evet oyları da, hayır oyları da saygı değerdir, evet diyen de, hayır diyen de kazanmıştır” diyor ve yeri geldiğinde ekliyor: “Ben herkesin Başbakanıyım”. O kadar herkesin Başbakanı ki, söz gelişi, topluma mal olmuş, kendine yakın hissettiği birilerinin yakınları hayata veda ettiğinde, nerede olursa olsun, onu arıyor, baş sağlığı diliyor. Kendine göre, öteki olan ve yine topluma mal olmuş biri aynı acıyı yaşadığında kılını kıpırdatmıyor. Çünkü, o AKP’li değil. Ölümde bile, “biz ve ötekiler”. Herkesin Başbakanı, hikayeden ibaret.
Ya öteki gazeteciler? O başlı başına bir fasıl. Öyle bakanlar biliyorum ki, bir sohbette kendisini ve AKP’yi eleştiren gazetecilere “o bizden değil” demenin ötesinde, daha ağır ifadeler kullanıyor, dilim varmıyor o bakanın o gazeteciler için kullandığı sözcüğe. Sözüm ona, o bakan da, içerde ve sık sık yurt dışında güler yüzlü pozlar vermeye meraklı. Şimdi bizden olan gazeteciler yalın kılıç, şımarıklığın, küstahlığın bini bir para saldırıyorlar. Ellerinde sopayla mahallede tur atıyorlar. Bu ortamda kutuplaşma önlenecek. Yok ya, ciddi mi?
* Yalçın Doğan / Hürriyet
++++++
Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk
Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı İbrahim Okur adaylık için kolları sıvadı...
Ayrıca, başta Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürü olmak üzere, başka bakanlık bürokratlarının da HSYK adaylığını düşündükleri belirtiliyor...
Eski İstanbul Barosu Başkanı Avukat Turgut Kazan, bu adaylıklara karşı çıkıyor ve gerekçe olarak da referandumda kabul edilen 159. maddenin 3. fıkrasını gösteriyor,
Bu maddenin sadece kürsüdeki hâkim ve savcılara adaylık şansı verdiğini, müsteşar yardımcısı dâhil, hiçbir bakanlık bürokratının, adaylığının mümkün olmadığını söylüyor...
Biz düne kadar Türkiye’deki tüm hâkim ve savcıların atamalarını gerçekleştiren HSYK’da Adalet Bakanı’nın ve Müsteşarı’nın olmasına karşı çıkıyorduk; görünen o ki bu kurul yakında Adalet Bakanlığı personeli ile dolacak!
Bu da hâkim ve savcı atamalarını iyice siyasallaştıracak...
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
Patolojik tahlil
Sosyolojik tahlil tarafsız ve bağımsız ölçütlere göre yapılır.
Eğer sosyolojik tahlilleri siyasetçilerin meydanlarda halkı tavlamak veya kışkırtmak için kullandıkları deyimlerden hareketle yaparsanız hapı yuttuğunuzun resmidir.
O hesaba göre Ege - Akdeniz kıyıları darbeci, İç Anadolu başta olmak üzere ülkenin geri kalanı demokrat sayılacak...
Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy darbeci ve muhafazakâr, Esenler, Bağcılar, Sultanbeyli gibi ilçeler demokrat, özgürlükçü, çağdaş diye nitelenecek.
Hiç mantığa sığıyor mu?
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Irkçı nefreti gizleyemiyorlar
Referandumda Evet çıkması için canhıraş çalışan bir gazetemiz Hrant Dink’le ilgili AİHM kararını “Türk devleti ve yargısı suçlu” başlığını ile duyurmuş okurlarına.
Çok küçük gibi görünen ama garip bir kompleksi yansıtan bir başlık bu.
Tamam, referandum kazanıldı, bunun zafer sarhoşluğu ve keyfi var, ama bir kelime oyunuyla bu halkı rencide etmenin ne alemi var?
“Türk devleti” diye bir tanım yok.
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti” var.
Başlıktaki “Türk” vurgusu bana göre kasıtlıdır ve sadece bir ayıptan
ibarettir.
* Can Ataklı / Vatan
++++++
‘Kuşatmaya karşı hayır zaferdir!’
Önce hemen belirtelim:
Demokrasilerde kalıcı zaferler, kalıcı yenilgiler yoktur’85
Çünkü demokrasilerin olmazsa olmaz koşulu periyodik seçimlerdir.
Seçimler belli aralıklarla tekrarlanır.
Çünkü iktidarlar belli aralıklarla seçmene hesap verir.
Her seçim sonucu, bir sonraki seçime hazırlık döneminin başlangıcını belirler..
Yapılacak her seçimde, bir önceki seçim sonucunun değişebilirliğini, bir sonraki seçimde ise yapılacak seçimin sonucunun değişebileceğini bilmek gerekir.
Zaten demokrasiye bu nedenle “mevcut siyasal sistemlerin içindeki en az sakıncalı rejim” denir.
* * *
Tabii ülkenin temel siyasal ve adli yapısını etkileyen referandumlar biraz daha farklı biçimde değerlendirilmelidir.
Çünkü referandumlarda siyasal iktidar değil, ülke sorunları veya rejimin temel kuralları oylanır.
Ama unutmamak gerekir ki, aynen seçimler gibi, her referandum sonucu da bir başka referandumla değiştirilebilir...
Nitekim yüzde 92 gibi ezici bir çoğunlukla kabul edilen 1982 Anayasası referandumunun sonuçları bile hemen birkaç sene sonra başka referandumlarla değiştirilmeye başlanmıştır.12 Eylül 2010 referandumu artık sayısı unutulan bu referandumların sadece sonuncusudur. Hiç kuşkusuz, bugün çıkan sonuçlar da dahil, anayasa bundan sonra da değiştirilecektir.
* * *
12 Eylül 2010 referandumunun yapılış sürecine yakından bakarsak, yüzde 58 “Evet” ile yüzde 42 “Hayır”ın hangi taraf için, nasıl bir zafer ya da nasıl bir yenilgi olduğunu daha iyi anlayabiliriz:
Sekiz yıldır iktidarda olan ve son genel seçimlerde yüzde 47 oy alan AKP, bu referandum için bütün olanaklarını seferber etmiştir.
Başbakan ve arkadaşları, son derece sert bir kampanya yürütmüşlerdir:
“Hayır” diyeceklerin akıl sağlıkları ve vatanperverlikleri sorgulanmış, “Evet” diyeceğini açıklamayan sermayenin sivil toplum örgütleri “yok edilmekle” tehdit edilmiş, her türlü baskı ve tehdit kullanılmıştır.
Başbakan’ın eşgüdümünde, toplum üzerinde tam bir kuşatma gerçekleştirmişler, “Evet” için baskı uygulamışlardır.
Bu ortamda bütün bu baskılara, tehditlere ve kuşatmaya karşın, oy kullananların yüzde 42’sinin “Hayır” demiş, diyebilmiş olması bence tam bir zaferdir.
Şimdi konu, bu yüzde 42 oranındaki kararlı, özgürlükçü ve demokrat oyun önümüzdeki seçimler için de aynı biçimde seferber edilebilmesidir.
* Emre Kongar / Cumhuriyet
++++++
MİNİ YORUM
Ancak keresteleri böler
Farkında mısınız bir şey oldu; 11 Eylül sabahı birçok insanın omuzlarını çökerten ağır bir yük olarak taşıdığı o “korku”lar “bertaraf” oldu... Eskiden 50 mesaj geliyorsa şimdi 150 mesaj geliyor günde; umutla yazılmış! Şerrin hayrı dedikleri böyle bir şey olsa gerek; AKP Türk insanını mezheple, ırkla bölmeye çalışırken, birbirini sımsıkı kavramaya çalışan o ellere bakıyorum da günlerdir; zamk gibi yapıştırdı yeniden bizi bize... Özdil’in aşağıdaki yazısında bahsettiği o “hızar” var ya; anladım ki “kereste”lerden ötesine işlemez, ötesi yalan!