En güzel hediye
Biz bu bayram en güzel hediyemizi sizlerden aldık.
Tayyip Erdoğan’ın “Başbakan” şapkasıyla Dolmabahçe Sarayı’nda verdiği iftara, kendisi ve iktidar arkadaşlarının kişisel tercihine göre ‘seçilmiş’ medya temsilcilerinin davet edilmesi üzerine, “Yeniçağ neden yoktu?” başlıklı bir yazı yayımlamıştık ya. Daha o sabah mesajlarınız yağmur gibi yağdı e-posta kutularımıza. En güzeli derdimizin “davet edilmek” olmadığını anlamış olmanızdı kuşkusuz. “Davet edilseydiniz de gitmezdiniz” biçimindeki, bizi ne kadar tanıdığınızı, bize ne kadar güvendiğinizi gösteren hükümleriniz de vardı, “İyi ki çağırmamış” diye, asıl o karede olmamanın “ayrıcalık” olduğunu vurgulayanlarınız da... Kimisi “güzel kızım” diye başlıyordu, kimisi “Selcan abla” diye. Ama çoğu “Yeniçağ ailesi”ne hitaben yazılmıştı. Bazılarının rumuzu vardı altında, bazısı memurdu, adını açıklayamıyordu malum nedenlerle. İşte kimi yüreklendiren, kimi gözlerimizi yaşartan, kimi tebessüm ettiren mesajlarınızdan bazıları:
* İyiki de çağırmamış bizim gazeteyi. Yeniçağ temsilcisini o karede görmek inanın beni üzerdi. (Azapaskeri)
* Davet edilmediğiniz için gurur duyuyoruz sizinle. (Gürkan Can)
* Devletin parasını yandaşlara harcayanlara; on numara olmuş. (Almıla Su)
* Harika bir yorum... Hergün iki gazete alıyorum. Allah kolaylık versin. (Ramazan Doğan)
* Nasıl Müslümanlarsa Beytülmal’daki bir iğneden bile hesaba çekileceklerini unutmuşlar. (Hatice Yayık)
* Atatürk evlatlarının duygularına tercüman olan bir gazeteci varsa o da Yeniçağ’da yazıyordur... Diliyorum tüm bu yaşadığımız dramları yaşatanlar; tarih sahnesinden en kısa zamanda silinirler... Bizlere farkı farkettirdiğiniz için binlerce kez teşekkürler ediyorum size... (Türkoğlu)
* Sanki panaromik bir tablo yazılmış sözcüklerden. (Yakup Yavuzer)
* Kul hakkı yiyenler utanmayı biliyor mudur? (Kürşat Işık)
* Sözen gibileri ben efelerin orta yerde dönen “Boncuklu gelin”ine benzetirim. Bu insanları eleştirmek bile zaman israfıdır. (Doğan Kapkıner)
* Davet edilmediğiniz için üzülmedim. O sofraya layık görülseydiniz, hele de gitseydiniz bizleri hayal kırıklığına uğratırdınız. (Cem Kaleci)
* Yeniçağ kendisine yakışanı yaptı. “Aman” dilemeden, sözde ahlak bekçilerinin maskesini düşürdü. (Fatih Cabbar)
* Ağzınıza yüreğinize sağlık. Siz milletin sofrasına davetlisiniz. (Bilge)
* Medyadaki hain kontenjanı sürekli yükseliyor. Boğazlarından geçtiğine emin misiniz? Araştırmak lazım. Belki aralarından birkaçının midesine oturmuştur yediği içtiği... (Ozan)
++++++
Sancak, memnun değilse adını da değiştirsin
Ethem Sancak:
“Türk olmaktan mutluluk duymam, üzülürüm. Ben Arap’ım. Köyümün ismi Sini imiş, Çakıllı yapmışlar.”
Anadolu’muzda ihanet içinde olan biri için “ekmek yediği kaba bile pisler” derler.
Eski Mao’cu, yeni Tayyip beyin hayranı, Emine Hanımın hısımı, Fettah Tamince’nin ortağı Ethem Efendi için bu söz söylenebilir mi acaba?
Türk insanının sırtından milyarlarca dolar para kazan, Türklere, Türklüğe hakaret et. Kulakları çınlasın, Sayın Kamran İnan’ın bir sözü var. “Bu topraklar kadar hain yetiştiren başka toprak bulamazsınız” der. Ağzına sağlık. Doğru söylemiş.
Türklüğümle iftihar eden ve Türklüğe laf
edecek olanın, o lafı kafasına geçirecek olan
ben derim ki;
1) Soyadındaki Sancak kelimesini değiştir. Olur ya sana şanlı al sancağı hatırlatır üzülürsün.
2)Şirketinin ismi Hedef Alliance. Olmadı, bu isim Arapça mı? Örneğin Maslahat yapabilirsin.
Sayın İnan’ın dediği doğru ama bir de Serdaroğlu sözü var; Bu topraklar her türlü kabahati affeder amma ihaneti asla!
* Rifat Serdaroğlu / Eski Sağlık ve Devlet Bakanı
++++++
Rezilliğe Suçüstü
İstanbul’un yönetiminden sorumlu iki zatın; vali ve belediye başkanının açıklamaları ise tam bir kara mizah örneğidir.
“Olay yüzyılda bir rastlanamayacak bir afet konumundadır... Böyle bir yağışı hiçbir altyapının taşıması mümkün değil...”
Valisi böyle düşünen bir şehirde daha çoook “afetler” olur.
Sanırım bir şehir için en büyük “afet”, böyle düşünen bir insanın o şehirde valilik yapıyor olmasıdır.
Başka “afete” ne hacet...
Ya belediye başkanı.
Bakın ne diyor: “Gezegenimizi kötü kullanıyoruz. Çevreye ve doğaya saygılı olmak zorundayız. Teknolojik gelişmeleri yaparken çevremizi nasıl etkilediğimizi de düşünmek zorundayız...”
Burada bir satırbaşı da Sultan Ahmet Camii imamına açmakta fayda var.
Bu “rezilliği” görecek göz, idrak edecek akıl lazım.
Ama nerdeee. O da bizde yok.
Olsaydı eğer; ne Tayyip Erdoğan başbakan, ne Muammer Güler vali, ne de Kadir Topbaş belediye başkanı olurdu.
* Tamer Okyar
++++++
Aynı sehpalarda aynı cellatlar astı
Öyle dönemlerde vardır ki yaşaması da,anlatması da zordur. Yaşanan büyük bir ihanetse, çığlıklar büyür milletin hançeresini yırtarcasına, sessizlik sözcük olup gök kubbeden yankılanmaya başlar. 12 Eylül de işte böylesi bir dönemdi. Kuşak olarak bu zor dönemi yaşadık, acılarını millet olarak, aileler olarak ve yaşayanlar olarak bedenlerimizde hissettik, bedellerini ödedik, halen de ödüyoruz. Aklımıza düştükçe, o karanlık korku tünellerinde kendimizi tekrar buluyoruz.
Anlayamadık aynı silahtan çıkan kurşunların hem devrimciyi hem ülkücüyü niye öldürdüğünü. Anlayamadık Maraş’ta, Çorum’da birbirlerinden kız alıp verenlerin birbirini niye kestiğini. Anlayamadık aynı sorunu paylaşan işçilerin birbirine niye düşman olduklarını. Bugün aynı sorunları paylaştığımız Kürt kökenli vatandaşlarımızı bu ülkeye sorun diye dayatıp bölünmeye çalışıldığımızı anlayamadığımız gibi. Anlamıyoruz Irak’ta milyonlarca Müslümanın ölmesi, ırzına geçilmesi için eşkiyaya yataklık eden eşbaşkanlara Müslüman diye oy verilmesini.
Büyük bedellerden sonra...
Hiç konuşmadık, tartışmadık sadece birbirimizi düşman belledik. Oysa biz aynı milletin yaşam pınarları, umut beslediği gençliğiydik.Yaratılan kasırgalarda yok olup gittik. Aynı falaka tezgahlarında, aynı Filistin askılarında işkencelerden geçtik. Aynı iple, aynı sehpalarda, aynı cellat tarafından asıldık.
Bu kadar büyük bedellerden sonra artık anladık bir millete ayrılık girmeden onu kimsenin yıkamayacağını.
* Çağlar Çukur/Vezirköprü , Samsun
++++++
Diplomasinizi sevsinler
Efendiler...!
Terörün bitirilmediği ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, son terörist yok edilinceye kadar silahlı mücadelenin aralıksız ve kesintisiz sürdürüleceğini açıkça söylediği günümüzde, siz hep bir ağızdan neyin açılımını yapıyorsunuz?
Açılımdan kasıt Kürt kökenli vatandaşlarımıza bir takım ayrıcalıklı haklar vermekse; bir kısım vatandaşlarımız farklı bir muamele mi görüyorlar da; buna ihtiyaç duydunuz?
Barzani nankörü, Irak’ın kuzeyine Güney Kürdistan diyor. Türkiye Cumhuriyeti hükümetinden hiçbir yetkili çıkıp da; ‘Sen ne diyorsun Arkadaş? Güney Kürdistan dediğin yerin kuzeyi benim Vatan topraklarımda kalıyor. Bunu nasıl söylersin...?’ diyemiyor. Aksine, bu sözün sahibi şarlatanla ikili görüşme için masaya oturuluyor. Ankara’ya davet edilip, ağırlanıyor. Bunun da adına diplomasi deniyor öyle mi? Sevsinler sizin diplomasi zihniyetinizi...
Bilmemek değil, öğrenmemek ayıptır. Lütfedip de Cumhuriyet Tarihimize bir göz gezdirirseniz; diplomasinin nasıl olduğunu öğrenebilirsiniz.
Anadolu’da; ‘El adamın öğüdünü verir de ekmeğini vermez...’ diye güzel bir söz vardır. Zaman, aklı başa alma zamanıdır... Yarın, daha bir çok farklı kökenden gelen Lazlar, Çerkezler ve Tatar gibi vatandaşlarımızın kendi dillerinde eğitim yapılması, üniversitelerde dilleri-kültürleri konusunda bölüm veya enstitü açılması, devletin televizyonunun, yine kendi dillerinde yayın yapmasını istemeleri söz konusu olduğunda; acaba buna nasıl bir çözüm
bulmayı düşünürsünüz?
Yoksa; Demokratik Açılım 1, 2, 3, 4, vb gibi sıralama mı yapacaksınız?
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün; ‘Herkes ulusal görevini ve sorumluluğunu bilmeli, memleket meseleleri üzerinde o düşünceyle, düşünüp çalışmayı görev edinmelidir’ şeklindeki veciz ifadesi sanki bugünler bilinerek söylenmiştir...
* Cengiz Önal
Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
++++++
Çekin elinizi şehitlerden
Halk olarak bizi düz mantık bile yürütememeye mahkum ettiler. Daha dün aynı sırada dirsek dirseğe oturduğun arkadaşının bayrağa sarılı tabutu kapının önünden geçince daha farklı sorguluyor insan olanları. Soruların bütün cevapları vatan sağolsunken, başka başka sorular kemiriyor insanın beynini. Yazmakla olmuyor işte, karşına almalısın gözlerinin içine bakarak sormalısın birileri ağzına kapaklanmayacaksa:
Bunun uğruna mı ödün verdin milli benlikten, bunun için mi saatlerce konuşmana rağmen bayrağın adını bir kere “Türk” olarak niteleyemedin.
Legalleştirdiğiniz PKK sempatizanları okullarda burslu, on beş yaşındaki çocuklar “siyaset meydanlarında” katillere sayın demeye cesaretli.
Biz mi?
Biz sindiriliyoruz. “Türk’üm” diyecekken iki kere düşünmeye mahkumuz, yoksulluk sınırında yaşarken verdiğiniz faizli borçlarla okulumuzu bitirmeye çalışıyoruz. Müttefiklerinizin sattığı mayınlara basıp kolsuz bacaksız kalıyoruz. Siz pek bilmezsiniz adını anmaktan korktuğunuz Türklüğün bize verdiği başka bir şey var. O şerefli üniformayı giymeye yine ellerimiz kınalı gönderiliriz. Açılım oyununuzda şehitlerin yakasından düşürün ellerinizi.
* Alper Göktürk Şafak
++++++
MİNİ YORUM
Üniformanın hazım zorluğu
Bayramın ilk günü şahit olduğum bir olay göreve yeni başlayan polislerin psikolojik destek almaları gerektiğini düşünmemi sağladı. Asayişi, huzur ve güveni sağlamaları gereken bir olayın ortasında genç polislerin öfkelerine hakim olamadıklarını, vatandaşla inatlaştıklarını, tabiri caizse kendilerine yaptıklarının yanlış olduğunu izaha çalışanlara ‘taktıklarını’ gördüm. Anlaşılan o ki yeni mezun olan memurlar arasında, giydikleri üniformayı hazmedemeyenler var. Peki ama vatandaş psikolojik güç gösterisine katlanmak, katlanmadığı noktada bedel ödemek zorunda mı?