En başarısız Milli Eğitim Bakanı
80’li yıllardan kalma ideolojik takıntılarla bakanlığı yönetmeğe çalışırsanız olacağı budur. Cemaat-tarikatları sınıfa sokunca milletin terbiye olacağını, insanların dini bütün birer yurttaşa dönüşeceğini ve Türkiye’nin kalkınacağını sanıyor.
Tam bir akıl tutulması.
Halbuki eski bir rektör olan sayın bakanın ilerleme ve gelişmenin yolunun, insanları koyu dindarlaştırmadan değil, herkesi (muhafazakâr bakışla) Allah’ın yarattığı fıtrat (yetenek, kabiliyet, zihin yapısı, zekâ) üzerinden bilimsel ölçütlere göre eğitip donatarak olacağını bilmesi gerekir. Mesleki uzmanlaşmanın önemini kavramış olması gerekir. Öğretmen olmayan cemaat taifesinin sınıflara öğretmen olarak sokulamayacağını hem yasal olarak ve hem de bilimsel olarak bilmesi gerekir.
Göz muayenesini, göz doktoruna, hadis ilmini hadisçiye, tıp ilmini tıpçıya, matematik dersini matematikçiye, din dersini de dini alanda uzman olan, öğretmenlik formasyonuna sahip ilahiyatçı öğretmenlere bırakması gerektiğini biliyor olup bakanlığı buna göre yönetmesi gerekirdi.
O ne yaptı?
Tarikatçıları, “değerler eğitimi” adı altında sınıflara soktu.
Adama sorarlar?
Değer denilince aklınıza sadece dini değerler mi geliyor?
Milli değerler, doğa değerleri, sanat, siyaset, sosyal değerler yok mu? Mesela sizin için Ahlat’ın, oradaki eserlerin kıymeti (değeri) yok mu?
Selimiye Camii değerli de İstiklal Marşı değersiz mi?
Hayır değerlidir, diyorsanız, o halde bu cemaat-tarikat işi neyin nesi? Bunlar eğitim uzmanı mı?
Öğrenme psikolojisi mi okudular?
Öğretim yöntemleri üzerine formasyon mu aldılar?
Hiçbirini almadılar. Alsalar da önemli değil, çağımız uzmanlaşma ve iş bölümü çağı. Sanayi toplumundan bilgi toplumuna girmiş durumdayız. Herkes yapay zekâ konuşuyor. Demek ki neymiş? Çağın icapları kendine özgüymüş.
İşte bakın, savaşların şekli bile değişti.
İsrail, Hizbullah kadrosunu elindeki çağrı cihazlarını patlatarak yok etti. İsrail bu başarıyı din adamları kadrosuyla yapmadı. Teknoloji öğrettiği kadrolarla yaptı. Bir başka değişle, modern eğitimli insanlar sayesinde başardı.
Çin, elektrik-elektronik öğretimine önem verdi. Eğitim planlaması yaparak teknik kadrolar yetiştirdi. Eğitimi, ülkenin geleceğini hesap ederek planladı.
Sonra?
Küreselcilerin, ABD tarafından biçimlendirilen ve bütün dünyaya dayatılan hedeflerini bozdu. Çin kapitalizmi tarafından küreselcilik sona erdirilirken, ABD, Çin ile baş edebilmek için yenilikçi program ve rekabet arayışına girdi. ABD, bunu neyle, kimle yapıyor?
Eğitilmiş insan gücüyle.
Ama papaz yetiştirerek değil.
Kilisede tanrıya yalvararak da değil.
Eğitilmiş nitelikli insan gücüyle yapıyor ve yapacak.
Peki, siz/ bizimkiler ne yapıyor?
Tarikatçılarla “Türkiye Yüzyılı” kurmağa çalışıyor. Dünya ile rekabet akıllarından geçmiyor. Gelişip orta vadeli kalkınmış bir ülke haline gelecek küçük bir hayali, basit bir planı bile yok.
Büyük ihtimalle muska yazarak ilerleyeceğiz ve Çin ile rekabet (edemeyiz ya) edeceğimizi sanıyor.
Tıpkı Osmanlı’nın yenileşme karşısında yaptığını neredeyse aynen yapıp tekrarlıyor.
Bir başka söyleyişle el alem, gelecek planı yapıyor, bizimkiler, geçmiş medeniyetimizdir, diye söze başlayıp, eskiyi yeninin yerine koymağa çabalıyor.
Akıl tutulması diye buna denir.
Tipik bir ideolojik körlük aynı zamanda.
En başarısız Milli Eğitim Bakanı bu.
Eğitim-öğretim yılı başlamış, okullar pislik içinde. Bakan hazretleri “30 bin hizmetli istihdam edilecek” diyor. Her beş altı okula bir hizmetli vererek sorunu çözecekmiş. Yakında kolera, dizanteri başlarsa kimse şaşırmasın. Üstelik bunlar, haftanın üç günü temizlik yapacaklarmış.
Düşünsenize Türkiye’de eğitim-öğretim başlıyor ya da başlayacak, ağustosböcekleri bütün yaz okutup, okul binalarını tamamlamıyor. Birkaç okul birbirinin üstünde, iç içe öğretime başlıyor.
Çocuklar aç okula gidiyor.
Millete, sözüm ona “Değerler eğitimi” verip, kendileri bütün değersizlikleri değermiş gibi yaşıyor. Doğruluk, dürüstlük, işi tam zamanında yapmak değer değil mi?
Eğitimde nesillerin yıkım dönemini yaşıyoruz. Asıl çöküş bu.