EMASYA, deprem, BALYOZ… Ve bir kronik ibretsizlik hikayesi
Cumhuriyeti "çözdükleri" günlerdi.
Ne kadar bölücü, pusucu, kumpasçı, kan dökücü, kan emici, yediği kaba edici varsa "barışın allamesi", ne kadar "vatan…" diye başlayan bütün cümleleri ya "sağolsun" ya "gerisi teferruat" diye bitiren milliyetperver varsa da "şiddet yanlısı" ve dahi "psikopat" varsayılıyordu.
Vatanın bütünlüğü ve milletin istiklalini savunmanın, Cumhuriyet''i kuranların izinden yürüyor olmanın, vatan savunmasının adı "şiddet" olmuştu!
*
Dün gibi aklımda…
Dönemin, "Öcalan''ın aslında ne menem bir demokrasi havarisi", "PKK''nın aslında nasıl da yerli ve milli(!)" olduğunu anlatmakla görevli akilleri Karadeniz ziyaretindeydi.
Bartın Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı meslektaşımız sordu:
- İlker Başbuğ terörist suçlamasıyla Silivri cezaevinde yatıyor. İmralı''da yatan Abdullah Öcalan mı terörist, İlker Başbuğ mu?
Cevap şuydu:
- Ülkemiz demokratik bir süreçten geçiyor. Böyle tasfiyelerin olması gerekiyordu. Eğer bu tasfiyeler yapılmasaydı bugünlere gelemezdik. Bugün burada çözüm sürecini tartışamazdık.
*
Tevile gerek bırakmıyordu;
"Milli orduya kumpas"ın sebebi Oslo''ların, Habur''ların, sonu PKK''yı, Ankara''nın göbeğinde Cumhuriyet tarihinin en kanlı saldırısını düzenleyecek imkana kavuşturmakla biten "Çözüm Süreci"''nin yol temizliğiydi.
Türkiye Cumhuriyeti yeniden şekillendirilirken, kimse onu korumak ve kollamayı görev bilmemeli, engel teşkil etmemeliydi.
*
Her anlamda.
Zira…
Türkiye, halkın gözünde "darbe" heyulasıyla meşrulaştırılmaya çalışılan o süreci yaşamamış olsaydı;
Başta Türk Silahlı Kuvvetleri''nin komuta kademesi olmak üzere "bütün kaleler"in zapt edilmesi mümkün olmayacaktı.
Terfi sıralaması yerle bir edilmeyecek, 15 Temmuz''u yapanlar, 15 Temmuz''a kalkışabilme cesaretini aldıkları o makam ve mevkilere belki rüyalarında bile kavuşamayacaklardı.
Zurnanın zırt dediği yer;
Peki, 15 Temmuz olmayınca ne olmayacaktı?
AK Parti''nin bu ucube sistemi "kurtuluş" diye yutturabileceği o korku, panik, telaş zeminini bulamayacaktı.
Mesela kimse çıkıp da "fiili durumu resmileştirmek"ten dem vuramayacak; çünkü ortada "olağanüstü hal"den kaynaklı fiili bir "tek adam" düzeni bulunmayacaktı.
*
Dolayısıyla…
"Balyoz" lafını duyduğunuzda asker, postal, tank, palet, darbeden çok daha önce getirmeniz gereken şeyler var aklınıza…
Balyoz, TSK''ya vurulmadı, sonuçlarıyla sabit ki TSK üzerinden 1923 Cumhuriyeti''ne vuruldu.
*
Peki, ben niye yeniden bu defterleri açtım.
Aslında ben değil, bazı mensupları, siyasi iktidar karşısında cüppelerinde olmayan düğmeleri ilikleme sevdasına tutulan yargı açtı.
Geçtiğimiz hafta, Yargıtay''ın, Balyoz davasında haklarında verilen beraat kararını bozduğu 7 sanık hakkında yapılan yeniden yargılama cezayla sonuçlandı.
Ve Balyoz mağdurlarının bazıları, bu defa da ''suç için anlaşmak'' suçundan 8 yıla kadar hapis cezasına çarptırıldı.
*
Ama hangi suç?
*
Kumpas "Taraf"ının piyasaya sürdüğü "bavul"dan çıkan ve sahteliği hukuken de sabit dijital kurgu verilerden oluşan Balyoz Planı mı?
Hukuken hem yok, hem suç mu?
*
Yoksa, o sözde planın, açık etmeden, ima yoluyla konuşulduğu iddia edilen, bir tehdit senaryosu kapsamında EMASYA planlarının devreye sokulması tartışmasından "darbe hazırlığı" sonucuna varılan malum seminer mi?
*
Hayır, eğer öyleyse;
O seminere katılan 162 subaydan sadece 52''si Balyoz Davası''nda yargılandı…
Yargıtay, seminerde takdim yapan veya konuşan 19 kişinin tahliyesine karar verdi…
Cezası onanan 237 kişiden sadece 33''ü seminere katılmış subaylardı ve bunların 30''u çoktan emekliye ayrılmıştı…
Cezası onanan muvazzafların 94''ü Deniz Kuvvetleri, 18''i Hava Kuvvetleri, 18''i Jandarma mensubuydu; Kara Kuvvetleri''nden cezası onanan "muvazzaf" sayısı 1''di…
*
Hem 1 muvazzaf kara subayı ile hükümet devirebilmek biraz akıl dışı, hem de bu sayısal veriler, semineri isnat edilen ithamlardan vareste kılıyor da o bakımdan soruyorum!
*
Balyoz mağduru subaylardan V. Murat Tulga, geçtiğimiz cuma günü, davanın yeniden ceza konusu olmasından sonra yayınladığı feryatta, haksız ve hukuksuz şekilde cezaevinde tutuldukları günlerde yaptıkları uyarılarda nasıl haklı çıktıklarını ve Türk subayı olan muhatap edildikleri ithamların kahrını, o kahrın birçok arkadaşında nasıl ölümcül yaralar açtığını hatırlattıktan sonra sordu:
- Daha nasıl anlatalım? Nasıl anlatmamız lazım?
*
Anlatan en ilahi, en ibretlik şekliyle anlattı da…
Sorun "anlayış" yoksunluğunda.
Yoksa…
Milletin, Adıyaman''da, Kahramanmaraş''ta, Malatya''da, Hatay''da EMASYA''nın kaldırılmış olmasının ne demek olduğunu canını, canlarını vererek öğrenmek durumunda kaldığı şu ortamda, kaşınmazdı herhalde yeniden bu yara!