Ekonomiyi ve siyaseti kim yönetiyor?

Anzak, Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz ordusunda savaşan, İngiliz milletlerine dahil olan Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerden oluşan kolorduya verilen isimdir. Müttefiklerin 18 Mart 1925 Çanakkale yenilgisinden sonra, Anzaklar 25 Nisan 1915 ile 9 Ocak 1916 arasında, Gelibolu’dan karaya çıkmaya çalışmışlar. Ancak başarısız olmuşlar. Şimdi bu Anzaklar’ın torunları “Dedelerimizin silahla yapamadığını biz parayla yapıyoruz” diyorlar.
1980 sonrası gelen hükümetler, bilerek veya bilmeyerek dışa açılmayı ve açık ekonomiyi yanlış anladı. Küresel ekonomiye ayak uyduracağız diye:
* Yasaların arkasından dolaşılarak, medyanın büyük kısmı yabancı kontrolüne bırakıldı. Yönetenler kim olursa olsun, kararı yabancı veriyor.
* Sıcak para ve spekülatif yabancı sermaye için vergi tatili getirilerek, yerli sermaye için haksız rekabet oluşturuldu.
* Bankaların yüzde 42’si yabancıya satıldı. Oysa ki banka bir devlet imtiyazıdır. Batı Avrupa ülkelerindeki bankalarda yabancı payı en fazla yüzde 12’dir.
* Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) on beş gün önce “2007 yılında Yabancı Kontrollü Girişim İstatistikleri” ni’ açıkladı. Bu istatistiklere göre imalat sanayiinde yabancı kontrolü yüzde 59.6’dır.
* 2003 yılı başından 2010 yılı sonuna kadar, 215 milyar dolar cari açık verdik. Aynı dönemde bu cari açık içinde, yurt dışına 40 milyar dolardan fazla faiz ve kâr transferi yapıldı.
Ekonomiyi kontrol edenler, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik çıkarlarını değil, kendi çıkarlarını maksimize etmek isterler. Medyayı ve hükümeti de etki altına almak isterler. Bunun içindir ki Türkiye’de en etkili lobi, sıcak para lobisi olmuştur. Bu lobi, ekonomide elde edeceğini etmiş, şimdi iç ve dış siyasete de hakim olmaya başlamıştır. Bu başarıyı bazı tarikatları ve siyasetçileri kullanarak yapmaya başlamıştır.
Aynı lobi, ABD’nin BOP’unu engelleyen ne varsa, Atatürk’ün üniter devlet ve ulus devlet prensibini, Anayasanın 3. maddesinde yer alan, Türkiye Devletinin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğunu ve dil birliğini tartışmaya açarak, Türkiye’nin zayıflamasına ve kan kaybına yol açmıştır.
Yine bu lobi, toplumda kafa karışıklığı yaratarak, siyasetçileri çözüm yerine kısır bir yarışa sokarak, bu sömürü ve parçalanma senaryosunu sürdürmek istemektedir.
Bir örnek vermek istiyorum: CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 23 Aralık’ta “Resmi dilin yanına başka bir dil koymak da ülkeyi ayrıştırır. Belçika örneği önümüzde duruyor. Bu tablo önümüzdeyken farklı bir dili Türkçenin seçeneği olarak önümüze koymanın doğru olmadığına inanıyoruz” dedi. Birkaç gün sonra da, Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Partisinin “İki dilli hayat” konusunu tartışmaktan yana olduğunu açıkladı. Diğer Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin de Tanrıkulu’nu destekleyerek “Türkiye’nin bu yasakçı zihniyetten çok çektiğini” söyledi.
Bu tür çelişkiler hem kafa karıştırıyor... Hem de aynı zamanda demokrasinin de bir sınırının olduğunu ve halkın aleyhine bir demokrasinin olamayacağı gerçeğinin göz ardı edildiğini ortaya koyuyor. Demokrasi ve özgürlük sloganlara sığmayacak kadar derin bir anlam ifade eder.
Aslında çağımızda kimse kapalı ekonomi istemiyor... Ancak dışa açılma ve açık ekonomi de yanlış anlaşılıyor. Açık ekonomi, sermaye ve mal hareketlerinin serbest olması demektir. Amaç, toplumun refahının daha çok artırmaktır. Ancak bu serbestlik, hiç bir zaman ekonominin rekabet gücünü düşürüp, ülkeyi sömürüye açmak değildir.

Yazarın Diğer Yazıları