Ekonomik ve siyasi riskler
Önceki gün işsizlik oranı yüzde 10.1 olarak açıklandı. Eğer iş aramayan işsizleri de katarsak, “fiili işsizlik oranı” yüzde 17.3 oluyor. Gençler arasında bu oran daha yüksektir. Fiili olarak dört kişiden biri işsizdir.
Bu sene ile birlikte 3 senedir ekonomik durgunluk yaşıyoruz. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’da büyüme düştü. Bu durgunluğun önümüzdeki sene de devam edeceği şimdiden bellidir. Ayrıca, nüfus artışı nedeniyle fert başına büyüme daha düşük kalıyor. Maalesef Türkiye, orta gelir tuzağına düştü. 3-4 yıldır fert başına ortalama gelir yaklaşık aynı düzeyde kaldı.
Enflasyonun da bu sene yüzde 9.3 dolayında olacağı anlaşılmamıştır. 2004 yılından beri enflasyon bu seviyelerde seyrediyor.. Mali disiplindeki başarıya rağmen Merkez Bankası enflasyon hedefinin sürekli şaşması, enflasyonda kronik yapı oluştuğunu gösteriyor.
Bir miktar düşmekle birlikte dış işlemler cari açığı, durgunluğa rağmen risk boyutunda devam ediyor.
400 milyar doları geçen dış borçların çevrilmesi risk altındadır. Bu sene mevduat için yabancı sermaye girişi olmadı. Borsaya gelen yabancı sermaye de azalıyor. Doğrudan yabancı yatırım sermaye girişinde de düşme var. Bunların yanında nereden geldiği belli olmayan 9 milyar dolar “net hata ve noksan olarak” para girişi var.
Özet olarak, ekonomik tablo iç açıcı değil. Buna rağmen ekonomik istikrar sorunu gündemde değil.. Çünkü siyasi sorunlar ve siyasi riskler daha yüksektir.
Üç senedir devam eden iç ve dış siyasi sorunlar bundan sonra da siyasi tansiyonu ve belirsizliği daha çok artıracaktır. Siyasi risklerin artması ekonomide kırılganlığı da artırıyor ve gerekli olan yapısal çözümleri engelliyor. Zira yapısal çözümlerin geçici toplumsal maliyetleri olacaktır. Siyasi iktidar bu kadar siyasi risk arasında topluma yeni bir maliyet getirmekten çekiniyor.
Uluslararası derecelendirme kuruluşları da Türkiye’nin siyasi ve ekonomik risklerine dikkat çekiyor. Moody’sten sonra Fitch de “hükümetin etkinliği ve politikaların öngörülebilirliğini azaltacak siyasi risklerin yanı sıra jeopolitik risklerde artış görünümü var... Türkiye ekonomisindeki yeniden dengelenme giderek daha güç bir hale geldi” diyor.
Siyasi risk trendi yukarı doğru devam ediyor. Siyasetçiler ayırımcılık yapıyor. Toplumsal stresi artırıyor. Söz gelimi Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Sincan’da biz kazandık demiş ve siz-biz ayırımı yapmıştır.
Dış politikada, Suriye ve IŞİD sorununda Türkiye tezinin yalnız kalması bir takım maliyetler getirecek gibi görünüyor. Akdeniz’de Güney Kıbrıs’ın petrol araması da Türkiye açısından da risk boyutuna çıkmıştır.
Önemli bir risk de Türkiye’nin otokrasiye kayıyor şeklindeki algıdır.
Bu sene Şubat ayında ABD’deki önemli 80 isim Obama’ya mektup yazarak Türkiye’nin otokrasiye gitme riski olduğunu belirtmişlerdi. Yine bir senatörün Türkiye otokrasiye mi gidiyor endişesini, ABD Türkiye Büyükelçisi teyit etmiş idi. AB raporlarında da demokrasi ve şeffaflık konularına sürekli vurgu yapılmıştır.
Otokrasi algısı ülke riskini artırır. Yabancı sermaye girişi, yabancı sermaye yatırımları ve Türkiye’nin dış borçlanması önünde önemli bir engeldir.
Türkiye siyasi ve ekonomik anlamda kritik sınırdadır. Siyasi partiler ise yalnızca oy hesabı yapıyor. Oy hesabı çerçevesinde etnik ayırımcılık, din ve mezhep ayırımcılığı körükleniyor. Geleceğimizi, toplumun bu gibi istismarlara karşı tavır koyması ve siyasi tercihlerini basiretli yapması belirleyecektir.