Ekonomide yeni rüzgâr reel sektörden yana
Önceki gün dolar kurunun 1.81’e kadar inmesine, her kesim farklı tepki gösterdi. Özet olarak finansçılar bu düşmenin, doğru olduğunu savunurken, sanayici ve ihracatçılar bir alarm olarak nitelendirdi. Medya da finansçıların görüşünü piyasa değerlendirmesi olarak tanımladı.
Bu bağlamda iki önemli saptama yapılabilir... Bir... Piyasa ekonomisinin bir kuralı olarak elbette her kesim kendi çıkarını maksimize etmeye çalışacaktır. İki... Medya artık reel kesimi, mal piyasasını unuttu... Piyasa denilince, sermaye ve para piyasasını anlıyor.
Aslında doların düşmesinin bir nedeni, Euro’nun dolar karşısında değer kazanmasıydı. Ne var ki, Euro- dolar paritesinin de, dolar / TL paritesinin de aşırı oynak olması, ekonomide kırılganlığın yüksek olması demektir. Bu kırılganlık para ve sermaye piyasasının doğasında var. Olan reel sektöre oluyor. Özellikle sanayi sektörü, bu kadar kırılganlık içinde, yatırım planlaması ve fizibilite yapamıyor.
Türkiye planlı dönemde yine yüksek büyüme oranları sağlıyordu. Bu büyüme özellikle imalat sanayiinde üretim artışında ortaya çıkıyordu. Bu günkü büyümeden farkı, o zaman aramalı ve hammadde ithalatı daha düşüktü. Başka bir ifade ile dış kaynağa ve ithalata bağımlı bir büyüme değildi.
Bu gün ithalata bağımlı büyüme ve bu nedenle ortaya çıkan cari açık Türkiye’yi gelişmekte olan ülkeler içinde en riskli ülke konumuna getirdi. BM ve Dünya Bankası raporlarında da bu risk vurgulanıyor. Bu riskten tek habersiz olan Hükümet gibi görünüyor.
Yıl sonunda dolar kuru 1.89 idi. Buna rağmen MB reel kur endeksi 109.16 idi. Yani dolar 1.89 iken, TL daha yüzde 9 daha değerli idi. Şimdi 1.82’ye gerilemesi TL’nin dolara göre daha değerli para olması anlamına geliyor.
Kur daha da düşerse, sanayi sektörünün ithalat bağımlılığı devam eder. Çünkü düşük kur, ucuz ithalat demektir. Cari açığın ve içeride tüketimin artmasına neden olmaktadır.
Türkiye, kur sorunu yüzünden, dışa bağımlı üretim yapısı nedeniyle artık tasarruf yaratamıyor. Dünyada ABD’den sonra tasarruf oranı en düşük ikinci ülke olduk.
Ne var ki bu defa finansçıların kurun düşmesi şeklindeki beklentileri gerçekleşmeyecek.
Her şeyden önce dünyada para bolluğu bitiyor. Türkiye de 2009 yılına kadar, kısa vadeli sermaye ile varlık, şirket ve gayrimenkullerin yabancıya satışlarıyla giren toplam sermaye cari açıktan daha yüksekti. Bu nedenle döviz bolluğu, TL’nin değerli kalmasına neden oluyordu.
MB kaynaklarına göre 2010 Temmuzundan 2010 Eylülüne kadar doğrudan yabancı yatırım sermaye girişi hiç olmadı. 2010 Eylülünden bu güne kadar cari açık daha az doğrudan sermaye girişi ve daha çok sıcak para, ilave olarak da dış borçla finanse edildi. Kaldı ki dünyada sermaye hareketleri yavaşladı. Yani artık el parasıyla caka satmanın devri geçti.
Merkez Bankası döviz satarak kurları tutmak istiyor. Ancak onun da rezervleri eriyor. Söz gelimi 2011 ortalarında 93 milyar dolar olan MB döviz rezervleri, şimdi 87 milyar dolara geriledi.
Benim anlamakta güçlük çektiğim bir husus, neden finansçılar düşük kuru piyasa kuralı olarak görüyor da, kur artışını aynı çerçevede görmüyor?
1990 yılından beri, Dünya finans hakimiyetine girdi. Almanya gibi, Çin gibi bazı ülkeler bilinçli olarak, üretimden ve sanayiden taviz vermediler. Bu gün en sağlam ekonomiler bu ekonomilerdir. Türkiye’nin de artık dışa bağımlı sanayileşme yapısından kurtulması gerekir. Bunun ilk şartı da kur baskısının kalkmasıdır.