Ekonomide tam bağımsızlık
Tam bağımsızlık, siyasi bağımsızlık yanında ekonomik bağımsızlığı da ifade eder. Geçmişte bir ülkenin başka bir ülkeyi sömürmesi iki yolla olurdu...
Birisi; Sömürgecilik (müstemlekecilik) veya kolonicilik ile, yani bir devletin başka ulusları işgal ederek ekonomik egemenliği altına alması yoluyla olurdu.
Söz gelimi Avrupalı ülkeler Amerika'yı ve Afrika'yı işgal ederek, buraları müstemleke yaptılar.
İkincisi; siyasi ve ekonomik anlaşmalarla sömürgeciliktir. Söz gelimi Osmanlı başka ülkelere kapitülasyonlar gibi imtiyazlar vererek, düyunu umumiye imzalayarak sömürge tuzağına girdi. Sovyetler döneminde Ruslar, Sovyetler Birliği diyerek, birçok Sovyeti sömürdü. Rusya başkaldıranları Macaristan'da olduğu gibi veya Polonya'nın işgalinde olduğu gibi tanklarla ezdi, geçti.
Küreselleşme sürecinde sömürgeciler daha akıllı iş yaptılar. Bizim gibi ülkelere İMF yoluyla veya bir siyasi partileri destekleyerek, Soros vakıfları kurdurarak, dalgalı kura ve spekülatif sermayeye açarak, cari açık yoluyla sömürdüler.
Geldiğimiz 2020 yılında, üretim ithal girdiye bağımlı, istikrar yabancı sermaye girişine bağımlı bir yapı kazandı. 2003 -2019 yılları arasında 575 milyar dolar cari açık verdik.
Cari açık ekonomik ilişkilerden dolayı ortaya çıkan dış açıktır. Biz kaybettik, başka ülkeler kazandı. Bundan daha iyi sömürü düzeni olur mu?
Kurtuluş Savaşını Cumhuriyeti yalnızca siyasi bağımsızlık değil, ekonomik bağımsızlık açısından da değerlendirmek gerekir.
Kurtuluş Savaşını iki ordunun savaşması gibi dar bir kalıba sığdıramayız. Tarihte bildiğimiz savaşlardan çok farklıdır... Kurtuluş Savaşı denilmesi yalnızca bir semboldür… Bu savaş gerçekte bir ülkenin yeniden doğuşunun, bir mücadelenin yalnızca bir kısmıdır… Geri de ekonomik bağımsızlık var… Ekonomik kalkınma var.. Laikik var… İnanç özgürlüğü var... Bu nedenle Kurtuluş Savaşını ve Cumhuriyeti iyi bilmek zorundayız.
Atatürk ekonomide de kurtuluş savaşı verdi. Atatürk'ün ekonomik çözümleri, ideolojik saplantılardan uzak akılcı ve pragmatik bir yoldan oldu.
Parantez içinde söylemek gerekir ki, öteden beri ideolojik takıntılar, toplumları felakete sürüklemiştir. Solda 'devrim' ve İslam'da 'dava' takıntısının insanlığa verdiği zararları yaşadık ve halen de yaşıyoruz.
Solda devrim, insanlığın 70 yılını götürdü. Kağıt üstünde cazip gelen Marksist düşünce, Sovyetler'de uygulamaya geçildiğinde insanın doğal egosuna takıldı. 70 yıl boyunca, Doğu ve Batı Almanya arasındaki gelişmişlik farkı komünizmin gerçek yüzünü ortaya koydu.
Bu günde aynı imkanlara ve aynı gelir seviyesine sahip iken bölünen, Güney ve Kuzey Kore arasındaki uçurum, Kuzey Kore halkının çektikleri, ideolojik takıntının insanlığa ne kadar zarar verdiğini gösteriyor.
İslamda davayı, İslamı kuralları korumak ve uygulamak olarak anlayanlar yanında, ''kişinin gözünü kırpmadan kendini ve her şeyini uğruna feda edebileceği'' bir unsur olarak ta görenler var. Böyle görenler din yolunda adam öldürmeyi de mubah görenlerdir. İşte Ortadoğu'da yaşanan insanlık dramını yaşatan DEAŞ gibi örgütler bu anlayışta olanlardır. Ve 15 Temmuz travmasının nedeni de budur… İslamda Dava.
Atatürk ve Kurtuluş Savaşı'nın kadrosu, Türkiye'yi aynı zamanda ideolojik sapmalardan kurtardı. Türkiye'nin sosyo-ekonomik sistemi konusunda, hem emperyalist devletlerin ve hem de Kurtuluş Savaşı'nda destek olmasına rağmen Rusya'nın ideolojik diretmelerine karşı çıktı.
Lozan'da, en büyük sömürü düzeni olan kapitülasyonları ve ekonomik bağımlılık göstergesi olan düyunu umumiyeyi kaldırıldı.
Cumhuriyet ilan edilmeden önce ekonomik kalkınmanın pratik çözümleri için 17 Şubat - 4 Mart 1923'te İzmir İktisat Kongresi yapıldı. İzmir iktisat kongresinde özel teşebbüse dayanan bir kalkınma modeli esas alındı. Ancak Atatürk bu model içinde de yoksulluğun çözümü için pratik çözümler getirdi.
Örneğin, 1925 yılında ürünün bir kısmının harman yerinde devlete verilmesi şeklinde uygulanan ve bu nedenle hem tarımda verimi düşüren, hem de köylünün tepkisini çeken aşar kaldırıldı. Aynı yıl köylüye 20 yıl vadeyle toprak dağıtıldı.
1923-1930 yılları arasında özel sektörü teşvik etmek için, Osmanlı'dan kalan "Teşvik-i Sanayi Kanunu" yeniden düzenledi.
Sermaye birikim olmadığı için, kalkınmanın özel sektör eliyle gerçekleşmesi mümkün olmuyordu. Bu sorunu çözmek için getirilen ''Devletçilik uygulaması'' da Türkiye şartlarına göre düşünülmüş dinamik bir politikaydı.1930 dünya ekonomik krizi de yine devletçiliği ve devlet müdahalesini gerekli kılıyordu.
Devletçilik uygulaması aynı zamanda Türkiye'yi 2. Dünya Harbi'nin zor şartlarına karşı koruyan bir uygulama oldu.
Türkiye o dönemde dış açık vermedi ve üstelikte Osmanlı'dan kalan dış borçları ödedi.
Bugün, spekülatif sermaye tuzağından kurtulup, ekonomik bağımsızlığımızı pekiştirmek için yalnızca geçmişimize bakmamız yeterli olacaktır.